Avusturya'da yaşayabilmek

Avusturya'da yaşayabilmek

T24 - Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi Kadri Tezcan, Avusturya'da yülselen sağ egemenliğini ve politikalarını açık bir dille eşeştirdi. Tezcan, orada yaşamakta olan Türkiyelilerin uyum sorunu çekmelerinin en büyük nedenini toplumun onları kendilerinden görmediği olduğunu söyledi.Taraf gazetesi yazarı Cem Sey'in bugün (15 Kasım 2010) yayımlanan yazısı şöyle: Kadri Tezcan Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi Kadri Tezcan Avusturya’yı birbirine kattı.

Tecrübeli diplomat, giderek sağ popülistlerin kıskacına giren Avusturya siyasetinin saçmalıklarını, bunun sadece göçmenlere değil, Avusturyalılara da zarar verdiğini dobra dobra anlattı.

Ben, annesi Avusturyalı biri olarak, bu sözleri büyük bir zevkle okudum.

Çünkü ufacık da olsa Avusturyalılara dönük olumsuz bir lâf, onları rencide edecek herhangi bir söylem yok sözlerinde.

Büyükelçi gibi ben de önce Avusturya’nın en iyi yanlarından birine dikkat çekeyim:

Aşırı sağ popülizmin yaygınlığına karşın, Viyana dışına çıktığınızda Avusturyalıların son derece misafirperver olduğunu görürsünüz.

En “faşist” olanıyla bile bir bardak bira ya da şarap içip, kıyasıya tartışmak, ardından da, dostça bir “servas” çekip, birbirinizden ayrılmanız olanaklıdır.

Gelelim Avusturya’nın kötü yanlarına.

Büyükelçi Tezcan’ın ciddi eleştirileri var.

Diyor ki, “Avusturya’da uyum politikası İçişleri Bakanlığı’nın sorumluluğunda. Öyle olunca da aslında kültürle ilgili bir konu olan bu sorun polisiye hale geliyor.”

Orada yaşayan Türkiyelilerin uyum sağlamakta güçlük çekmesinin temelinde, Avusturya toplumunun onları kendinden kabul etmeyi reddetmesinin yattığına işaret ediyor.

Ve birçok defa yineliyor: “Doğru olan, Avusturya’da yaşayan her Türkiyelinin hem Türkçeyi, hem de Almancayı anadili gibi konuşmasıdır!”

Hepsi doğru.

Ama aynı sayfada, Avusturyalı politikacıların tepkilerine bakıyorum da, küplere binmişler.

Aşırı olanları, Türkiye’yle diplomatik ilişkilerin kesilmesini ve Tezcan’ın istenmeyen adam ilan edilmesini istiyor.

Sözde ılımlılarıysa, o kadar ileri gitmeden, Tezcan’ı Türkiye’ye “şikâyet ediyor”.

Bunları tartışmak işlerine gelmiyor, demokratik bir tartışma istemiyorlar.

Avusturyalılar, Tezcan’ın sözlerini ülkelerinin içişlerine yapılmış saygısızca bir müdahale olarak algılıyor.

Ama buna da gereken yanıtı Tezcan söyleşi sırasında zaten vermiş:

“Ben” diyor, “bu ülkede yaşayan 250 bin insanın büyükelçisiyim”.

Bu sözler çok önemli, çünkü bu göçmenler nedeniyle birçok Avrupa ülkesinde Türkiye’nin temsilcilerinin sadece bir yabancı ülke temsilcisi olmaktan çok başka bir özelliği var.

İstense de, istenmese de bu böyle...

Ayrıca tepkilerde ortak bir duygu dikkat çekiyor.

Kadri Tezcan’ın sözlerinde “cımbızla arayıp, aradan çekip çıkarayım” diye baksanız bile, Türkiye’nin “üstünlüğü” gibi bir ima bulamıyorsunuz.

Ama Avusturyalılar, bu söyleşinin, “Türkiye’nin yeni ortaya çıkan üstünlük politikasını, Osmanlı düzenini yeniden canlandırma çabasını” dışavurduğunu savunuyor.

Belli ki, öyle olması gerektiğine inanıyorlar, öyle olmasını istiyorlar; öyle görünmese bile, arka planda, “Viyana önünde Türk tehdidi”nin varlığından emin olmak onları rahatlatıyor.

Avusturya’nın bu tepkilerine tarihsel nedenlerle hoşgörüyle bakmak, gülüp geçmek doğru olur.

Öte yandan, aralık ayında Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin nasıl devam edeceğine karar verilirken Viyana’nın bu söyleşiyi de gündeme getirmesi olasıdır.

Bu da sorun değil.

Çünkü Avusturya zaten yıllardır bu ilişkiyi baltalamak için elinden geleni ardına koymayan hükümetlere sahip.

Yani değişen bir şey olmaz!

İki önemli noktayı daha vurgulamak gerek.

Birincisi, Tezcan’ın Avusturya’daki sosyal demokrasiden duyduğu hayal kırıklığı.

Çok haklı.

Benzer bir hayal kırıklığını göçmenler birçok başka Avrupa ülkesinde de yaşıyor.

İkincisi ve daha önemlisi, Tezcan’ın açık yüreklilikle sarfettiği sözlerin, “Sarrazin faşizmi”nin karşı kutbunu oluşturması.

Almanya’da Sarrazin’i eleştirmeye bir türlü dili varmayan çoğunluk, “vardığı sonuçlar saçma olabilir ama nihayet biri çıktı da, ortada varolan ciddi sorunlara işaret etti ve bir tartışma başlattı” demişlerdi.

Aynı şeyi şimdi göçmenler de söylemeli:

“Tezcan, ortada varolan ve Avrupalıların bir türlü tartışmak istemediği, karşısında kafasını kuma gömmeyi tercih ettiği çok ciddi sorunlara işaret etti ve bir tartışma başlattı.”

Sadece Türkiyeli değil, bu ülkelerde dışlanan tüm göçmenler Tezcan’a teşekkür borçlu.

Söyleşiyi yayımlayıp bu tartışmayı teşvik eden Die Presse gazetesine de teşekkürler!