Aydın Engin: Cumhuriyet, tuz koksa bile bu çizgiden şaşmaz

Aydın Engin: Cumhuriyet, tuz koksa bile bu çizgiden şaşmaz

Aydın Engin*

Bu eskimiş, aşırı yıpranmış, etkisini yitirmiş meslek klişesini bilerek kullanıyorum: Tuz koktu...  Çünkü tuz sahiden koktu...  İlkini iki üç gün önce yaşadık. Murat Aksoy arkadaşımın, yürekli sanatçı Atilla Taş’ın da aralarında bulunduğu 21 gazeteci yargıç karşısına çıktılar ve ağır ceza mahkemesi, savcının tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmelerini istediği sanıklara 7 sanık daha ekleyip 21 kişiyi tahliye etti.  O günün gece yarısı savcılık, tahliye istediği ve mahkemenin tahliye kararı verdiği gazeteciler için başka suçlar icat etti ve gözaltı kararı verdi. O gazeteciler şimdi yedi günlük gözaltı süresini doldurmak üzere Terörle Mücadele Şubesi’nin nezarethanesinde gün sayıyorlar.  Ardından...  Hemen ardından tuz kokusunun bizlere kadar ulaştığı bir HSYK kararı geldi. HSYK “Vay sen misin tahliye kararı veren” dedi ve tahliye kararı veren 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 3 yargıcını ve duruşma savcısını “açığa aldı”.  Bu yargıçlar ve savcı haklarındaki soruşturma tamamlanıncaya kadar görev yapmayacak, maaşlarının üçte ikisini alacak ve bekleyecekler. Soruşturma sonunda ya görevlerine iade edilecekler ya da... Ya da malum: Meslekten ihraç edilecekler.  Suçları, iktidarın hapise tıktığı gazetecileri tahliye etmek... Bundan sonra hangi savcı ya da yargıç açığa alınmayı, meslekten ihracı göze almadan iktidarın hoşlanmama ihtimali olan bir karar verebilir? Hangi savcı ve yargıç vicdanını değil cüzdanını düşünmeden mesleğini yapabilir?

***

Gazetede kendi aramızda konuştuk ve sorduk:  Hukuk başka türlü nasıl biter ve tuz başka türlü nasıl kokar?  Meğer sorumuzun cevabını hemen ertesi gün alacakmışız. Üstelik savcılıktan filan değil AKP medyasından.  Ayrıntısını, elinizde tuttuğunuz Cumhuriyet’ten okuyacaksınız, “bizimiddianame” nihayet yazılmış. Ardından da yasa açıkça ve pervasızca çiğnenerek AKP medyasına sunulmuş. (Sızdırılmış demiyorum, sunulmuş).  Oysa yasa pek açık, bunca yıllık basın sanıklığımda hiç çiğnendiğine tanık olmadığım bir yasa maddesi.  Şöyle: Bir iddianame yetkili mahkemece kabul edilip duruşma günü verilip sanıkların yüzüne karşı savcı tarafından okunmadan aleniyet kazanamaz. Daha önce bir iddianameyi yayımlamak ya da bölümler aktarmak suçtur.  Ama artık hukuka ve yasalara uyma zorunluluğunun neredeyse ortadan kalktığı günümüzde bu da elbette bir “tuz kokması”dır, ancak artık ikincil, hatta üçüncül önem taşıyor.  Tuzun asıl koktuğu nokta, resmen elimizde olmayan, ama fiilen elimizde olan 355 ekran sayfası tutan iddianamenin kendisi. 11 arkadaşımı 157 gündür Silivri’de rehin tutan iddianamenin kendisi...  Ivır zıvırlarını, yer yer deli saçmasından beter suç arayışlarını, yeminli Cumhuriyet düşmanlarının gönüllü savcılık tanıklıklarını kanıt olarak sayfalar ve sayfalar boyu aktaran iddianamenin özü özeti tek cümle:  Savcıya göre Cumhuriyet’in yayın çizgisi değişmiş ve bu bir suçmuş.  Halkın haber alma hakkını ödünsüz ve kısıtsız ete kemiğe büründürmenin yani gazeteciliğin suç sayıldığı bir zihniyetle karşı karşıyayız.  Sormadan edemiyorum: Acaba bir gazetenin yayın çizgisinde büyük ya da küçük bir değişiklik yapmak için savcılardan, siyasal iktidardan izin almak gerektiğini mi sanıyor bizim iddianamenin savcıları?  Cumhuriyet’in yayın çizgisinin değiştiğini iddia eden savcılık ya da onun itibarları sıfırlanmış tanıkları nasıl bir terazide tartıp hangi meslek yetkinliklerini kullanıp böyle bir yargıya ulaşabiliyorlar?..  Cumhuriyet düşünce ve basın özgürlüklerini, laikliği, demokrasiyi savunma çizgisinden kıl payı sapmış değil. Sapacak da değil.  O çizginin içeriğini de kendi saptar ve uygular.  Tuz koksa bile bu çizgiden şaşmaz...

* Bu yazı Cumhuriyet'te yayımlanmıştır