Anayasa Mahkemesi, Gezi olayları sırasında polis kurşunuyla hayatını kaybeden Ethem Sarısülük’ün yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvuruyu reddetti. AYM kararında, yerel mahkemece sanık polise verilen adli para cezasının “meydana gelen netice ile orantılı olduğu” öne sürüldü.
Yüksek Mahkeme, toplamda 5 yıl 9 ayda karara bağlanan yargılamayı da “makul süre” kabul etti. Karara, aralarında AYM Başkanı Zühtü Arslan ve Başkanvekili Hasan Tahsin Gökcan’ın da bulunduğu 6 üye muhalif kaldı. Şerh yazısında çok sert ifadeler yer aldı. Başkan Arslan, yargılamanın naklinden sonra kararın sanık lehine çıktığını ve yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının zedelendiği izlenimi oluştuğunu anımsatarak, “Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı olgu olduğu kadar algı meselesidir. Mahkemelerin gerçekten bağımsız ve tarafsız olması yetmez bunun dışarıya da yansıtılması gerekir” dedi. Arslan, sanığa sadece adli para cezası verildiğini belirterek, meydana gelen netice bir kişinin yaşamının sona ermesidir. Bu derece ağır bir sonucun alt sınıra yakın bir adli para cezasıyla tecziyesi (cezalandırılması) cezasızlık durumu ortaya çıkarır” ifadelerini kullandı. Başkanvekili Hasan Tahsin Gökcan da, davanın naklinin yargılamanın adilliği üzerinde leke bıraktığını kaydetti. Sanığa verilen 15 bin liralık cezanın hüküm tarihi itibarıyla en düşük memur maaşıyla kıyaslandığında üç aylık bir ücrete karşılık geldiğini belirten Gökcan, “Hükmedilen ceza miktarı yaşam hakkının korunması bakımından gerekli olan caydırıcılık kriterinden uzaktır” dedi.
Ethem Sarısülük, 1 Haziran 2013 tarihinde Gezi eylemlerine destek amacıyla Ankara’da yapılan protesto sırasında başına isabet eden kurşunla hayatını kaybetti. Sarısülük’ü vuran polis memuru Ahmet Şahbaz hakkında Ankara 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Mahkeme, Şahbaz’a ‘olası kastla adam öldürme’ suçundan 7 yıl 9 ay 10 gün hapis cezası verdi. Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi, kararı usulden bozarak, dosyayı yerel mahkemeye gönderdi. Dava daha sonra sanık avukatlarının başvurusu üzerine güvenlik nedeniyle Aksaray Ağır Ceza Mahkemesine nakledildi. Mahkemenin adli tatildeyken yedek heyetle toplanıp davanın nakline ve sanığın tahliyesine karar vermesi tartışma yarattığı. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda sanığa verilen 1 yıl 4 ay 20 günlük ceza 10 bin 100 lira para cezasına çevrildi. Temyiz edilen dosya Yargıtay tarafından sanığa alt sınırdan ceza verildiği gerekçesiyle bozuldu. Yeniden yapılan yargılamada Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi, sanık polis memuru Şahbaz’ı bu defa 2 yıl 1 ay hapse mahkûm edip, cezayı 15 bin 200 lira adli para cezasına çevirdi. Karar bu defa Yargıtay’ca onandı.
Bunun üzerine Sarısülük’ün ailesi AYM’ye bireysel başvuruda bulundu. Başvuruyu değerlendiren Yüksek Mahkeme de Sarısülük’ün yaşam hakkının ihlal edilmediğine karar verdi. Sanık hakkında verilen 15 bin 200 TL’lik adli para cezasının “yaşanan olayın neticesi ile orantılı olduğu” öne sürüldü. AYM kararında olay öncesinde yaşananlara değinilerek, “olayın kendine özgü şartlarında Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince tayin edilen suç vasfının ve bu vasıflandırmaya bağlı olarak verilen mahkûmiyet kararının elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olmadığının ve 14 ay süreyle tutuklu yargılanan sanık hakkında hükmedilen adli para cezasının meydana gelen netice ile orantılı olmadığının değerlendirilmesi mümkün değildir” denildi.
AYM’nin bu kararına aralarında Başkan Arslan’ın da bulunduğu 6 üye muhalif kaldı. Muhalefet şerhlerinde ise Mahkemenin kararına sert eleştiriler yer aldı. Başkan Arslan, karara düştüğü muhalefet şerhinde, davanın başka şehre naklinin gerekçelendirilmediğini belirterek, duruşmada yaşanan bazı asayiş olaylarına karşın davanın 2 yıl 2 ay süren yargılama boyunca nakledilmediğini, nakil kararının Yargıtay’ın bozma kararından sonra alındığını anımsattı. Arslan, “olayların sıcak olduğu dönemde bile Ankara’da görülebilen davanın aynı yerde görülmesinin kamu güvenliğini ne şekilde tehdit edebileceği gösterilebilmiş değildir. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin adli para cezası olarak ortaya çıkan nihai kara dikkate alındığında, nakil kararının sanık lehine karar verilmesini sağlamaya dönük bir karar olarak alındığı izlenimi doğurmaya elverişli olduğu söylenebilir. Buna nakil kararının adli tatil sırasında nöbetçi heyetçe alınması da eklendiğinde yargılamaya müdahale edildiği izlenimi oluşması kaçınılmazdır” dedi.
Arslan şöyle devam etti:
“Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı olgu olduğu kadar algı meselesidir. Mahkemelerin gerçekten bağımsız ve tarafsız olması yetmez bunun dışarıya da yansıtılması gerekir. Diğer yandan yargılama sonunda öldürme olayından sorumlu kolluk görevlisine uygulanan yaptırımın cezasızlık sonucu doğurmaması gerekir. Bu tür uygulamalar caydırıcılığı sağlayamadığı için kişilerin hayatlarının korunamamasına sebebiyet vermektedir. Yaşam hakkının söz konusu olduğu bir yargılamanın sonunda hükmedilen adli para cezasının meydana gelen netice ile orantılı olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira meydana gelen netice bir kişinin yaşamının sona ermesidir. Bu derece ağır bir sonucun alt sınıra yakın bir adli para cezasıyla cezalandırılması cezasızlık durumu ortaya çıkarır”
Karara muhalif kalan bir diğer isim olan Başkanvekili Hasan Tahsin Gökcan da karşı oy yazısında, davanın naklini eleştirdi. Nakil kararının 2 yıl sonra ve sanık avukatlarının talebi üzerine alınmasına değinen Gökcan, “Oluşan bu fotoğraf yargılamanın adilliği üzerinde bir leke bırakmıştır” dedi. Gökcan, yargılamanın yaklaşık 6 yıl sürdüğünü ve tek sanıklı davada bu sürenin makul kabul edilemeyeceğini belirttiği karşı oy yazısında, caydırıcı bir ceza da verilmediğine dikkat çekti. Sanığa verilen 15 bin liralık cezanın hüküm tarihi itibarıyla en düşük memur maaşıyla kıyaslandığında üç aylık bir ücrete karşılık geldiğini ifade eden Gökcan, “Hükmedilen ceza miktarı yaşam hakkının korunması bakımından gerekli olan caydırıcılık kriterinden uzaktır” dedi.
Üye Engin Yıldırım da karşı oy yazısında çok dikkat çekici ifadeler kullandı. Emniyetin, sanık polisin kimlik bilgilerini makul bir sürede bildirmediğini, sanığın ifadesinin olaydan ancak 24 gün sonra alınabildiğini ve bu gecikmelerin makul bir gerekçesinin olmadığını kaydeden Yıldırım, soruşturmanın etkili yürütülmediğine dikkat çekti. Yıldırım, olay yerini kaydeden MOBESE kameralarından birini yöneten polisin, göstericilerden birinin vurulduğunu görünce kameranın yönünün değiştirdiği ve delili karartıldığı iddialarının da araştırılmadığını belirterek, bu nedenle soruşturmanın eksik yapıldığını ifade etti.
Yargılama aşamasında da makul kabul edilemeyecek bazı durumlar yaşandığını söyleyen Yıldırım, davanın sükûnet sağlandıktan sonra küçük bir ile nakledildiğine vurgu yaparak, “2 yıl 2 ay boyunca sorun olmayan kamu güvenliğinin her nedense hüküm verildikten sonra sorun olarak ortaya çıkması sanığın cezadan kurtarılmaya çalışıldığı izlenimi uyandırmaya müsaittir. Çünkü sanık daha sonra daha hafif bir hapis cezasına çarptırılmış, bu ceza da adli para cezasına çevrilmiştir. Bütün bunlar davanın nakliyle amaçlananın sanığa hafif bir ceza verilmesinin amaçlanıp amaçlanmadığını da akla getirmektedir” dedi.
Yıldırım, AYM’nin ölüme neden olunan bir olayda adli para cezasını yeterli ve uygun bulduğuna dikkat çekerek, bu durumun benzer hak ihlallerinin önlenmesi ve caydırıcılık açısından da uygun ve yeterli olmadığını söyledi. Yargılamanın yeterli sürede bitirilmediğine de değinen Yıldırım, olayın çok karmaşık olmamasına ve tek sanık bulunmasına karşın yargılamanın 6 yıla yakın sürmesinin makul kabul edilemeyeceğini ifade etti.
Yıldırım şunları kaydetti:
“Hem başvurucular bakımından hem de toplumsal vicdan ve kanaat açısından soruşturma ve yargı süreçlerinde bir şeylerin üstünün kapatılmaya çalışıldığı ve birilerinin korunduğu izleniminin verilmemesi ve böyle bir algının oluşmasının önüne geçilmesi hayati önem taşımaktadır. Maalesef somut olayda böyle bir algının ortaya çıkmadığını söylemek mümkün değildir. Sanığın yargılaması sırasında kamuoyuna yapılan bazı açıklamaların da bu yönde intiba oluşmasına yol açması muhtemeldir. Sürece bir bütün olarak baktığımızda ceza hukuku sisteminin hukuk dışı fiillerin önlenmesinde caydırıcı bir etki doğurmasının çok zor olduğu kanaatine varılmıştır.”