Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, İzmir’de boşandığı kişi tarafından tehdit edildiğini, hayatından endişe ettiğini defalarca emniyet ve yargıya bildiren ve 2013’te öldürülen akademisyen kadının babasının açtığı davada, emsal niteliğinde bir karara imza attı. Genel Kurul, başvurulara ve mevzuatın kadının korunması için yeterli olanakları sunmasına rağmen gerekli önlemleri almayan kamu görevlilerinin soruşturulmamasının hak ihlali oluşturduğuna hükmetti. Kararda, İstanbul Sözleşmesi’nin de aralarında bulunduğu uluslararası sözleşmelere ve ulusal mevzuata atıf yapılarak, kamu görevlilerinin şiddeti bu enstrümanları kullanarak engellememesinin ihmal anlamına geldiğini belirtti. AYM, söz konusu kamu görevlilerinin soruşturulması için kararı ilgili mercilere gönderdi.
Karara konu olay İzmir’de yaşandı. Akademisyen S.E., 2011’de evlendiği V.A.’dan, çocukları dünyaya geldikten kısa süre sonra boşanma kararı aldı. Dava sürerken, V.A., S.E’yi, defalarca tehdit etti.
Karakol ve jandarma kayıtlarına göre, V.A., kadına yönelik her seferinde, “sen babanı mı koynuna alıyorsun, başkalarıyla düşüp kalkıyorsun, seni öldüreceğim, çocuğumu senden alacağım, gerekiyorsa onu da öldüreceğim. Anneni ve babanı da yakacağım Çocuğu senden almazsam anamla zina yapayım” gibi ifadeler kullandı.
Bu ifadelerini bazen telefonda, bazen de kadının işlerine gelerek sürdürdü.
Kadın, tehditlerin ardından her seferinde karakola veya jandarmaya başvurdu. Düzenlenen tutanaklarda, adam için uzaklaştırma kararı talep edildi ancak mahkemeler iki kez, uzaklaştırmaya gerek olmadığına hükmetti. Adam için sadece bu ifadeleri kullanmamasına yönelik 1 aylık tedbir kararları verildi. Üçüncü kez başvuru yapılmasının ardından ise sadece 1 aylık uzaklaştırma kararına hükmedildi. Bu süreçte, kadının şikayeti üzerine adam hakkında hakaret suçundan da dava açıldı ancak herhangi bir yaptırım uygulanmadı.
Kadının can güvenliğinin bulunmadığına yönelik başvuruları her seferinde Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi’ne de iletildi ancak ŞÖNİM tarafından da herhangi bir adım atılmadı.
İddiaya göre, kadının, can güvenliğinden endişe ettiğini belirterek yeniden şikayette bulunmak için geldiği adliyede, savcı, “Sen yine niye geldin? Çan çan çan bu ne çenesi? Seninle mi uğraşacağız?” dedi.
15 Aralık 2013’te, çocuğu almak için S.E.’nin evine gelen V.A., çocuk uyuduğu için 1 saat aşağıda bekledi. Daha sonra çocuğu aldı. Ancak çocuğun altının değişmesi gerektiğini belirterek S.E.’nin evine döndü. Burada kadına saldıran ve boğazını sıkan V.A., daha sonra bıçakla kadını öldürdü. Kadının çantasını ve cep telefonunu alan V.A., eski kayınpederine, kızıymış gibi, “Çocuk hastalandı, hastaneye geldim” mesajı attı. Kadının kartından da 2 bin 500 lira para çekti. V.A., daha sonra ablasına cinayet işlediğini söyleyince yakalandı.
Yapılan yargılamada, cinayeti tasarlayarak işlemediği gerekçesiyle müebbet hapse mahkum edilen V.A.’nin cezasında indirim de yapıldı. Ceza 25 yıl olarak belirlendi.
S.E.’nin babası, olaydan sonra Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na, gerekli kararları almayan 4 hakim ve 3 savcı hakkında suç duyurusunda bulundu. Ancak HSK, kararların yargısal nitelikte olduğunu belirterek işlem yapmadı.
S.E.’nin babası, polis ve jandarma karakollarındaki görevlilerle, Aile Bakanlığı’na bağlı ŞÖNİM’deki görevliler hakkında da şikayette bulundu ancak kaymakamlık soruşturma izni vermedi. Bu karara yapılan itirazı da idare mahkemesi reddetti. Baba, bunun üzerine Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
AYM Genel Kurulu, kararında, kadına yönelik şiddetle mücadele ile ilgili ulusal ve uluslararası sözleşmeleri özetledi. Uluslararası sözleşmeler özetlenirken Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yürürlükten kaldırılan o tarihte yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi’ne de atıfta bulunuldu.
Kararda, devletin hukuka aykırı eylemleri hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesini engellenmesi yükümlülüğü anımsatıldı.
Kararda, 25 yıllık cezanın, cezasızlık anlamına gelmediği, orantısız bir sonuç olarak nitelendirilemeyeceği belirtildi ancak buna karşılık koruma yükümlülüğü konusunda ciddi ihmallerin bulunduğu kaydedildi.
Kararda, devletin kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusundaki yasal mevzuatının ve oluşturduğu altyapının yeterli olduğu değerlendirildi. Ancak uygulamadaki eksiklere işaret edildi.
Kararda, Kamu makamlarının S.E.’nin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir riskin varlığından haberdar olduğu, yaşamsal açıdan ciddi sonuçlar doğuracak bir saldırıyı tahmin edebilecek konumda bulunduğu şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıktır” denildi.
V.A.’nin S.E. ile temasa geçmesinin engellenmediği, buna yönelik tek kararın V.A.’ya tebliğ edilmediği, bunun takibinin bile yapılmadığının anlatıldığı kararda, ŞÖNİM başta olmak üzere kamu görevlilerinin etkili engelleme yollarını kullanmadıkları kaydedildi. V.A’nin çocuğu refakatçi eşliğinde alması ya da almasının engellenmesi, V.A. için zorlama hapsi uygulamasının devreye sokulması gibi önlemlerin akla bile gelmediğinin belirtildiği kararda, tüm bunların ciddi bir ihmal ve özensizlik anlamına geldiği vurgulandı. Kararda, “S.E.’nin öldürülmesinin kamu görevlerinin bir basit bir hatasıyla, dikkatsizliği sonucu meydana geldiğini söylenmesi mümkün görünmemektedir. Ayrıca şiddetin önlenmesi bağlamında devletin bu gibi olaylara göstereceği yargısal tepkinin benzer olayların yaşanmaması bakımdan önem taşıdığına altı çizilmelidir” denildi.
Kararda, ölümler nedeniyle yalnızca tazminata hükmedilmesinin yeterli olmayacağı vurgulanarak, yaşam hakkını koruma yükümlülüğü yönünden soruşturma yürütülmesi gerektiği belirtildi. Soruşturma izni verilmemesinin de bu nedenle hak ihlali oluşturduğu kaydedildi.
S.E.’nin yaşam hakkının ihlal edildiği, bu konuda koruma yükümlülüğü bulunan kamu görevlilerinin de soruşturulmadığı ifade edilerek, yeniden soruşturma açılması için kararın bir örneği ilgili yerlere gönderildi. Karar Resmî Gazete'de yayımlandı.