Anayasa Mahkemesi, Türkiye Taş Kömürü Kozlu Ocağı’nda 5 yıl önce 8 taşeron maden işçisinin hayatını kaybettiği davaya ilişkin olarak TTK yöneticilerinin yargılanmasının önünü açarak, TTK yöneticileri hakkında soruşturma izni vermeyen Enerji Bakanlığı’nı haksız buldu.
Birgün'de yer alan habere göre, TTK Kozlu Müessesesi bünyesindeki kömür ocağında 7 Ocak 2013’te yaşanan iş cinayetinde, ani gaz, kömür püskürmesi ve metan gazı zehirlenmesi sonucu taşeron firmaya bağlı çalışan 8 maden işçisi hayatını kaybetmişti. Madenci yakınları; yüklenici firma yöneticilerinin yanı sıra; TTK yöneticileri, TTK Kozlu Müessesesi yöneticileri, ihale kararı alınan tarihteki Enerji Bakanı, olay tarihindeki Enerji Bakanı ile Çalışma Bakanlığı yöneticileri hakkında da suç duyurusunda bulunmuştu.
Soruşturmayı yürüten Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığı, ailelerin şikâyetçi olduğu TTK Genel Müdürü R.D. ve TTK Yönetim Kurulu üyeleri hakkında Enerji Bakanlığı’ndan soruşturma izni istemiş; ancak bakanlık, söz konusu işin taşerona yaptırılmasıyla ilgili olarak bu kişilere atfedilen kusur ile olay arasında illiyet bağı bulunmadığını öne sürerek soruşturma izni vermemişti. Savcılık bilirkişi raporlarına göre TTK yöneticilerinin kusurlu olduğunu belirterek Bakanlığın kararına itiraz etmiş, ancak Ankara Bölge İdare Mahkemesi itirazı reddetmişti. Savcılık da bunun üzerine, TTK yöneticileri hakkında inceleme yapılmasına yer olmadığına karar vermişti. Madenci yakınları ise TTK yöneticilerinin iki bilirkişi raporuna göre açıkça kusurlu olduğunu vurgulayarak 20 Kasım 2014’te Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuş; yaşam hakkının usul boyutunun, adil yargılanma hakkının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ifade etmişti.
AYM, TTK yetkilileri hakkında soruşturma izni verilmemesi ile Anayasa’nın 17’nci maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyunun ihlal edildiğine, kararın yeniden yargılama yapılması için Ankara Bölge İdari Mahkemesi’ne, ayrıca Enerji Bakanlığı’na ve Adalet Bakanlığı’na gönderilmesine karar verdi. AYM kararında, TTK Yönetim Kurulu Başkanı ve üyelerinin olayda sorumluluklarının bulunduğunu tespit eden bilirkişi raporlarına dikkat çekildi. Söz konusu raporlarda TTK yöneticilerinin “uzmanlık alanında olan bir işi bu konuda uzmanlığı ya da tecrübesi olmayan bir taşerona verilmesi ve denetimi zorlaştıran, riski artıran hatalı bir sistem kurulması” nedeniyle kusurlu oldukları belirtiliyordu.
Kararda, bu raporlar üzerine savcılığın soruşturma izni istediğine, ancak Enerji Bakanlığı’nın “soruşturma izni istenen kişilere atfedilen kusur ile kaza arasında doğrudan illiyet bağı bulunmadığı” gerekçesiyle izni vermediğine işaret edilerek, şöyle denildi: “Yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu etkili soruşturma yükümlülüğü, sorumluların belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek bir ceza soruşturması yürütülmesini gerektirmektedir. Ceza hukuku anlamında eylem ile sonuç arasında bir illiyet bağı bulunup bulunmadığının belirlenmesi ise ancak yargısal merciler tarafından yapılabilir. Hakkında soruşturma izni istenen kamu görevlilerinin kusurları bulunduğunun tespit edilmiş olmasına karşın, kusur ile sonuç arasında illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesinin ve bu şekilde adli sürecin sona ermesinin, meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmesi önünde engel teşkil ettiği sonucuna ulaşılmıştır.”
Kararda ayrıca şu ifadeler de yer aldı: “Eylem kasıtlı olmasa dahi ölüm olayı kamu makamlarının muhakeme hatası, dikkatsizliği aşan bir kusuru sonucu, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir faaliyet nedeniyle riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almaması sonucu meydana gelmiş ise mutlaka etkili bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekir. Dosya bütün olarak incelendiğinde, önceki yıllarda meydana gelen benzer olaylarda birçok kişinin yaşamını yitirdiği ve kazanın gerçekleştiği alanda ani degaj tehlikesinin olduğunun bilindiği, bilirkişi raporlarına göre var olan bu riske karşı önlem alınmasının mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.”