Ayşe Arman*
Ama söz çocuk... Sana söz... Hesabını soracağız
Hani o güzel çocuk var ya...
Uzun saçlı, hayat dolu, cennet gülüşlü...
Futbolcu olmak isteyen...
Anneannesine simit aldıran, “Evladım niye yemiyorsun!” dediğinde, “Ben simitçi amcaya yardım olsun diye almanı istedim anneanne” diyen o vicdanlı, merhametli çocuk...
Galatasaraylı çocuk...
Hani ölümüyle hepimizi perişan eden çocuk...
Oğuz Arda...
Çorlu’daki tren faciasında, ihmaller silsilesi yüzünden öldü!
O Allah’ın belası rayı döşeyen ya da döşemeyen kim ise, denetlemeyen kim ise, onarım ihalesini iptal eden kim ise, ödenek olmadığını sebep gösteren kim ise...
Onlar suçlu! Hepsi suçlu! Dibine kadar suçlu!
Kaza maza değil bu. Sorumluları var.
Günahsız insanlar bir trenin camından uçtu, balçıklara bulandılar.
Pırıl pırıl gelecekleri vardı, çamura gömüldüler.
Dokuz yaşındaki Oğuz Arda’nın gülüşü de, hayatı da, hayalleri de yarım kaldı.
Annesinin kuzusu cennete gitti.
Delirmez mi insan? İsyan etmez mi?
Nasıl olabilir böyle bir şey!
İhmal var, ortada bariz suç var ama bir tek kişi bile yok sorumluluğu alan, herkes vınnnn.
Niye TCDD Genel Müdürü yerinde? Nasıl olur? Yetmezmiş gibi “Sevdiklerinize kavuşturmanın sevinciyle” diye bayram mesajı atar...
40 gün önce senin trenin kaza yapmış, onlarca insan ölmüş.
Onların daha kanı kurumamış.
Oğuz Arda’nın annesi Mısra Sel Öz’ün anlattıkları derinden üzdü beni. Acısını kalbimde hissettim. Kendime gelemedim. Allah hepimizin yavrusu korusun. Ve sorumluların cezasını versin.
Bu, acının ve acı karşısında duyarsızlığa isyanın röportajı...
Nasıl denir, ne denir bilmiyorum... Başınız sağ olsun! Sizinki, bir insanın hayatta başına gelebilecek en korkunç şey! Tam 55 gün önce, Çorlu’daki o tren faciasında, en değerli varlığınızı, oğlunuz Oğuz Arda’yı ve eski eşinizi kaybettiniz. Hepimiz kahrolduk. Bütün bir ülke ağladı. Siz bu acıyla nasıl başa çıkıyorsunuz?
- Çıkamıyorum! Tam yedi haftadır yavrumun “Anne” dediğini duyamıyorum. En son o lanet olası trene bindiğinde beni görüntülü aramıştı. Orada duymuştum sesini. Orada görmüştüm gülümsemesini. Herkes evladını sever. Ben de aşırı düşkündüm. Ben onu “Yanağı pembem, dudağı kirazım” diye severdim. Saçının teline kıyamazdım oğlumun. Kıyamadığım için kesilen saçlarını sakladım. Bana şimdi onlar kaldı, saçları ve döktüğü süt dişleri. Tabii ki bu acıyla başa çıkamıyorum. İçim oyuluyor.
En yoğun hissettiğiniz duygu hangisi?
- İliklerime kadar özlem. Çok özlüyorum yavrumu.
“Keşke o sabah gitmeseydi babasıyla” diyor musunuz?
- Neler demiyorum ki... Üç ayrı programları vardı. Tekneyle açılmak, havuzda yüzmek, trene binmek... “Keşke” diyorum. ‘Keşke’lerin içinde boğuluyorum!
Baba-oğulun ilişkileri nasıldı?
- Çok çok iyi. Aksi mümkün değil ki, biz de kötü ayrılmadık. Sürekli görüşüyorlardı. Hatta biz boşandıktan sonra daha güçlü bir bağları oldu. Buluştukları her hafta sonu dolu dolu geçiyordu.
Oğuz Arda hem Barcelonalıların hem de Galatasaraylıların sevgilisi oldu. Futbol merakı nereden?
- Dayısından... Ama GS ruhu aileden. Doğduğu gün, hastane odasının kapı süsü GS formasıydı. GS’li olmayan tek kişi yok ailemizde. Futbol eğitimine GS’nin futbol okulunda başladı. Daha sonra Barcelona’nın İstanbul’daki futbol akademisinin seçmelerine katıldı. Seçildi. Üç yıldır da orada futbol eğitimine devam ediyordu. Her yıl seçmeler olur, Barcelona’ya turnuvaya gitmek için. Çok çalıştı, çok istedi. İnandı. Azmetti. 38.5 derece ateşle Beylikdüzü’nden Maslak’a antrenmana gittiğimizi bilirim kış günü. “Seçileceğim” dedi ve seçildi. Arkadaşlarıyla Türkiye’yi temsilen Barcelona’ya turnuvaya gitti. Büyük gururdu. Ve biliyor musunuz tüm hocaları Uzunköprü’ye cenazeye geldi. Son yolculukta oğlumu da beni de yalnız bırakmadılar. Minnettarım hepsine.
Galatasaray camiasının onu onore etmesi karşısında neler hissettiniz?
- Hem onur duydum hem duygulandım. Stada ilk kez gittim. Çoğunlukla babası, dayısı ve amcasıyla giderdi. Oğlumun duygularını hissetmeye çalıştım orada. Maça gittiği zaman neler hissettiğini, neden futbolcu olmak istediğini... Hissettim de... Oğlumu statta resmen hissettim. Orada fotoğrafı var, arkada “Çocukluk aşkımsın” marşını söylüyor taraftarlar. Telefonuma mesajlar yağıyor, “Oğlunuz bu akşam bizimle” diye. Kalbim sıkıştı, ağlamaktan içim çıktı.
Oğuz Arda, bir gün çok ünlü olup adından söz ettireceğini söylemiş. Doğru mu?
- Evet. “Bir gün o statta benim adım yazacak ve siz en güzel yerden izleyeceksiniz!” demişti. Gerçekten de öyle oldu. Takımı ve sevenleri oğlumu unutmadı. Gidişinin 42. gününde oğlum için gittiğim ve kalbinin orada attığını söylediği yerde onu hissettim. Şimdi tribünlerde iki eksik, cennette iki fazla var.
Takımlar baş sağlığı diledi. Peki ya devlet? Türkiye Devlet Demir Yolları?
- Beni kimse aramadı. Kemal Kılıçdaroğlu, eşi Selvi Hanım, Canan Kaftancıoğlu ve Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu evime taziyeye geldi. O kadar...
Sizce bu duyarsızlığın sebebi ne?
- Daha önemli işler var! Sıra gelmedi bizlere. İnsan sonradan geliyor önem sırasında.
TCDD’nin bayram tebriğine tepki duymanızın sebebi ne?
- Bir ülkede 25 vatandaş hayatını kaybetmişse, 25 kişinin sevenlerinin de hayatı bitmişse, aynı ülkede bu kazada yaralanan 318 kişi varsa ve bu yaralıların çoğu hâlâ ağır yaralı şekilde hastanede tedavi görüyorsa, kocaman bir acı vardır. Bu kadar acı varken ‘bayram’ olmaz! Tebriği de olmaz! İnsan bu acı karşısında bir şeyin sevincini yaşayamaz.
‘Sevenleri birbirine kavuşturmanın sevinciyle herkese iyi bayramlar diliyoruz’ cümlesi sizi delirtti tabii.
- Elbette! Çünkü benim gibi birçok kişinin sevenlerinden ayrılmasına sebep olan bir katliam bu! Daha 40 günleri dolmamış. Daha kanları kurumamış, gözyaşımız dinmemiş. Neyin kavuşturmasının sevincini hissediyorsun? Nasıl hissedebiliyorsun?
Sizce bu yaşanan bir kaza mıydı?
- Hayır efendim, bu bir katliam! İhmal zincirlerinin katil olduğu bir katliam. O hatta döşenen rayların denetimsizliği, menfezlerin onarımı için sunulan ihalenin iptali, yol bekçilerinin kaldırılmış olması, daha pek çok ihmal sayabilirim. Yani söylendiği gibi Allah’tan filan değil! Diyemem ben böyle. Allah’a saygısızlık olur. Bu katliam, ihmaller yüzünden! İnsan elinin sebep olduğu hiçbir olay zaten Allah’a yüklenmemelidir. Ama o trene binmeleri kader.
Şu anda herkes topu birbirine atıyor...
- Aynen öyle! Sorumluluk almak, suçu üstlenmek erdem meselesidir. Onurlu bir davranıştır. Zordur da aynı zamanda. Herkes yapamaz. Yapanı da görmedim bu ülkede. Duyarlı olunsaydı bu kaza olmazdı. Duyarlı olunsaydı, olaya sahip çıkan olurdu. Duyarlı olunsaydı, bir günde menfez yapılıp tren seferleri açılmazdı.
Ortada bu vahim olayın herhangi bir sorumlusu var mı?
- Bir değil, bir kaç sorumlusu var. Ama dediğim gibi ortada yoklar!
Siz hesap soracaksınız da kimden soracaksınız?
- Kim işini eksik yaptıysa ondan soracağım! Bu rayı döşeyen ya da döşemeyen kim ise, denetlemeyen kim ise, onarım için ihaleyi iptal ettirenden tutun da, ödenek olmadığını sebep gösteren kurum ya da kişiden... Daha var da onlar şimdilik bende kalsın. Zamanı geldikçe açıkça bu olayın seyrini paylaşacağım zaten. Önce sorumluların çıkması lazım. Sonra da hesap verme kısmını birlikte yaşayacağız. Adalet olması gerektiği gibi işlerse, hesabı soran da olur, hesabını veren de olur.
En azından kurumun başındaki insanın istifa etmesi gerekmez mi?
- Çok yerinde bir davranış olurdu da... Neden etsin ki? Ne oldu ki? Yerinde kalıp bayram sevinci yaşamak daha haz verici!
Siz ne düşünüyorsunuz? Bu olay doğal afet kabul edilip üstü örtülerek unutulacak mı? “O faciada Oğuz Arda diye güzel bir çocuk da vardı. O da öldü!” denilip geçilecek mi?
- Üstü örtülür örtülmez bilemem. Bu biraz vicdani sorumlulukla da ilgili. Ama ben unutturmayacağım! Başka işim ne? Zaten “Oğuz Arda öldü!” de dedirtmeyeceğim. Adını yaşatacağım. Bir ormanda yaşayacak adı. Bir okulda, belki bir gün bir vakıfta... Başladı bile yaşamaya yavaş yavaş. Zaten adını gören unutmayacak, hatırlayacak. Oğlumun adıyla aldığım her dua, benim ahım ile büyüyüp yerini bulacak. Bir kez doğru ceza uygulansa, bir kez yaptırım uygulansa, bazı şeyler daha ciddiye alınarak yapılır. Yakın zamanda İtalya Cenova’da çöken köprü mesela... İtalya Ulaştırma Bakanı, “Medeni bir ülkede köprü çökmesi nedeniyle ölünemez!” deyip köprüyü işleten şirketin yöneticilerinin istifasını istedi. Ciddi ve insana değer veren yönetim şekli bence bu.
Diğer mağdur aileler adına da siz mi sözcülük yapıyorsunuz? Onların durumu ne?
- Onlar da kendilerini ifade ediyorlar, ben de dile getiriyorum. Yönlendiriyorum da elimden geldiğince... Ama işte 55 gün oldu hâlâ bu durumdayız.
Bu duyarsızlık karşısında içinizden çığlık atıp saçınızı başınızı yolmak geçmiyor mu?
- İçimden de dışımdan da çığlıklar atıyorum! Saçlarımı da yoluyorum. Kafamı da vuruyorum duvarlara...
Oğlunuzu yanınızda hissediyor musunuz?
- Evet. Bileğimde, kazadan gelen bilekliğini taşıyorum. Saçlarını saklardım. Kolye yapılıyor saçlarından şimdi. Üzerimde, içimde, yanımda hep oğlum var.
Adalete inancınız ne kadar? Sizce, inatla bu sürdüreceğinizi söylediğiniz davaya kazanabilecek misiniz?
- Adalete inanmak istiyorum. Herkes çok umutsuz, herkes çok inançsız. Ben inançsız başlamak istemiyorum. “Bu ülkede bazı şeyler gerçekten değişiyor, bu olayda örnektir!” diyebilmek istiyorum. İstenirse olur!
Artık başka bir insan mısınız?
- Evet, Mısra oğluyla toprağa gömüldü! Bu Mısra, tanıdığım bir Mısra değil. Bu hayat da benim değil.
*Gülüşü umut veren… Gülüşü ömrümü güldüren… Gülüşü cennet bahçesi… Gülüşü yarım kalan… Oğuz Arda, sensiz bir gün geçmezken, bir ömür nasıl geçer bilmem…
*Biliyor musunuz, bu vicdanlı çocuk öldü… Vicdan öldü! Biliyor musunuz bu ülkede çocuklar ölüyor! Ve kimse bir şey yapmıyor…
*Uçsuz bucaksın cennet bahçelerinde oyna anneciğim… Bu dünyanın yeşili bile kırmızı artık! Sen ve seni gibi masum canların kanlarıyla bulandı yeşil çimlerimiz, mavi gökyüzümüz… Ama söz çocuk… Sana söz! Hesabını soracağız!
Yazının tamamı için tıklayın