(Yeni Şafak - 12 Mayıs 2012)
Diyanet TV'nin Ramazan'da yayına başlayacağı haberleri, başörtülü olarak çalışan birçok profesyonel televizyoncuyu umutlandırdı. Ancak işlerinde profesyonel olsalar da, başörtülü olmaları (prezantabl olmamaları!) orada da sorun olacağa benziyor. Yapılanma, planlama sürecine bile dâhil edilmemeleri de bunun en iyi göstergesi.
Medya sektöründe her türlü olumsuz koşula rağmen alanlarında profesyonelleşen birçok başörtülü televizyon çalışanı var. Hepsi de "Başörtülü=prezantabl değil", "prezantabl değilse, profesyonel olsa da işe yaramaz" yargısının sadece siyasi rejimle ilintili olmadığını yakından bilirler. Bu konunun şuurunda oldukları gibi olayla ilgili espriler yapacak kadar da mevzuyu da aşmışlardır.
En kötü koşullara rıza gösteren, mesleklerinde ilerlemek için olağanüstü gayret sarf eden, emeklerinin karşılığını ise hiç bir zaman alamayan, işlerinde ustalaşmanın kendilerine kariyer olarak geri dönemeyeceğini bilen, vs gibi bir çok özellikle tanımlayabileceğimiz başörtülü televizyoncuların prangalarını çözebilmeleri çok zor görünüyor. Bu tabloya önceki yıllarda tahammül daha kolaydı. Suçlanacak birileri vardı ve sonrası rıza makamıydı. Ancak bugün bu tablonun hala aynı kalması başörtülü kadınlara yukarıdaki soruyu sorduruyor.
"Cennete de başörtülüleri alacaklar mı?" sorusu sosyal medyada şöyle ortaya çıktı: "@Ayşegülyk: imam-hatip mezunu bir televizyoncuyum, alt yapıdan diyanet için yetişmişim işte." Ben de kuruluş sürecini, başındaki isimleri bildiğim için durumun çok da umutlandırıcı olmadığını yazdım. Bunu üzerine "@Ayşegülyk: İsmi diyanet olunca biz de neler düşünmüştük, Ayşe abla bilgin var mı, başörtülüleri öbür dünyaya alıyorlar mı?" diye sordu. Ayşegül'e hala gülüyorum!
Başörtülülerin profesyonel oldukları alanlarda reddedildiklerinde çok sık karşılaştıkları bir cümle vardır. "Başörtülü olduğu için işe almayız" diyemezler, "prezantabl değil " derler. Başörtülü kadınlar bu engelle en çok iş müracaatlarında karşılaşırlar. Cismini gören, CV'sine bakmaz. Ayşegül'ün bu konuya isyanı da Twitter'da şöyleydi: "Bir şey değil, hayatımda bir kez bile prezantabl olmadan ölücem ya, ona yanıyorum valla".
Aslında başörtülü televizyoncular toplumsal değişimin ana dinamiklerinden birisiydi. Değişimin en içinde, içeriğini sırtlayarak yer aldılar. Seküler kesimin prezantabl olmayan görünümlerini aşağılamalarına meydan okuyarak isimlerini bilmesek de en çok izlenen programları onlar yaptı. Türkiye'nin en tartışmalı günlerinde alternatif medya zihniyetini erkeklerden çok daha üst bir bilinçle taşıdılar. Topluma köprü olan çok programda onların alın terleri vardır. Bu kızlar aynı zamanda kendi mahallerinde her türlü tutuculuk içeren, acımasız eleştirilere de direndiler. Belirtmek isterim ki burada kamera ve kamuoyu önündeki başörtülülerden değil, isimlerini sadece bitiş jeneriğinde gördüğümüz televizyon emektarlarından söz ediyorum.
Toplumsal değişim için kendi dar medyalarında büyük emekler vermiş, ama bu değişimin prangalarını çözemediği kadınlardan söz ediyorum.
Diyanet TV meselesine gelince, bu konuda başörtülü televizyoncuların çok katkısı olacağına inanıyorum. Ancak izlediğim kadarı ile ne yapılanma sürecinde, ne yönetiminde, ne de bir fikir almak için dahi bunlardan hiç birisi davet edilmemiş olması "burada da mı prezantabl vizesi" sorusunu sorduruyor. Oysa isimlere ulaşmak hiç de zor değil. Çok izlenen dini programların jeneriklerine bakmaları bile yeterli. İletişimci kadınların oluşturduğu "Medyasofa" isimli gruptan da birçoğunun adreslerine ulaşabilirler.
Diyanet TV daha işin çok başında. Ancak başörtülü kadınlar işin başında sürece dâhil edilemiyorlarsa, sonra hiç edilemiyorlar. Buradaki tespitim, yeni medya süreçlerine tanık olmaktan gelen tecrübe ve gözlemlere dayanıyor. Sürekli aynı duvarı yeniden tırmanmak zorunda bırakılan başörtülü kadınların bu konuda söyleyecek sözleri olmalı elbette. Ben de bu konudaki sözümü öncelikle konunun muhatabına ilettim. Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez'e bir mektup yazdım. Kadın ayırımcılığına karşı son derece hassas olan Sayın Görmez cevaben aradı ve daha işin başında olduklarını, henüz ortada hiç bir şey olmadığını ve bunu dikkate alacağını söyledi. Ancak Diyanet TV'nin açılış haberlerini izlerken fark ettim ki, yine ortada kadın yok.
Sayın Görmez'e yazdığım mektuptan küçük bir alıntı ile bu konuyu bitirmek istiyorum: "Bu işlerin prim yapmadığı zor zamanlarda medyada var olma mücadelesi veren ve işlerinin ehli, dindar kadınların bu süreçlerde hatırlanmaları belki muhafazakâr diyarlarda bile kendilerini "öteki" hissetmelerine mani olur."