Ayşe Kulin homofobi eleştirisine kulak verdi!

Ayşe Kulin homofobi eleştirisine kulak verdi!

T24 - ''Gizli Anların Yolcusu'' adlı kitabıyla eşcinsel bir ilişkiyi konu edinen Ayşe Kulin, Radikal'den Mehmet Uğur Yüksel'in ''Yükselen bir değer olan eşcinsellikten pay çıkarmaya çalışan bir yazarın nafile çabası. Kulin'in homofobisi tavan yapıyor" şeklindeki sert eleştirilerine cevap verdi. Kulin, ''Gazeteyi elime aldım, fotoğrafımı gördüm, dedim ki 'Kötü bir yazı geliyor'... Ben bir homofobik olmuşum. Bir kere öyle olsam bu kitabı neden yazayım! Kitabı beğenmedin, anladım, kitabı eleştir. Peki benim şahsıma neden böyle kötülük ediyorsun?'' dedi.

Melis D. Çalapkulu'nun Sabah gazetesinde yayımlanan (27 kasım 2011) röportajı şöyle: Ayşe Kulin: Türkler yazarlarını sevmiyor Ayşe Ayşe Kulin, son romanı ve romanla ilgili söyleşileri konusunda sıkıntılı. "Bir kitabın içinden cümleler çıkarıp yazarı yargılamak bana çok aptalca geliyor," diyor. ayşe kulinGizli Anların Yolcusu, Ayşe Kulin'in son kitabı. Türkiye'nin en çok satan ve sevilen yazarlarından Kulin, bu kitaptan ve Ayşe Arman'a verdiği röportajdan sonra herhalde daha önce hiç görmediği bir eleştiri yağmuruna tutuldu. Bazı eşcinseller kitabı sevdi, bir başka kesim ise onu 'ayrımcılık'la suçladı. Kulin'den bu eleştirilere yanıtlarını aldık. Ayrıca dört oğlu ve sekiz torunu olan 70 yaşındaki yazarla ailesi hakkında konuştuk. Ben kitap eklerinde çıkan, edebi eleştirilerin hepsine açığım. Ve ben edebi olarak bu kitabımla artı puan aldığımı düşünüyorum. Ama magazin sayfalarında yazanların şöyle bir açmazı var: Onlar, yazılarını ilginç yapabilmek için bir şeyi beğenmemek ve 'çakmak' zorundalar. Bana da çakmaya başladılar. Ama sonuçta, sizin hiç olmadığınız, bambaşka bir karakter çıkıyor ortaya. Radikal'de bir yazı çıktı mesela. Gazeteyi elime aldım, fotoğrafımı gördüm, dedim ki 'Kötü bir yazı geliyor.' Okudum, gerçekten öyleydi. Öyle bir fotoğraf seçmişler ki, en tepeden bakan, beni kibirli gösteren bir kare.  Benimle ilgili çıkan bütün o yazıları okuyunca, güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim. Benimle alakası olmayan bir insan yaratmışlar. Ben bir homofobik olmuşum. Bir kere öyle olsam bu kitabı neden yazayım! Kitabı beğenmedin, anladım, kitabı eleştir. Peki benim şahsıma neden böyle kötülük ediyorsun?  Hoşgörü lafına takılmışlar. Bir telefonda, 20 dakika içinde bir konuşma yapmaya çalışıyorsun, bir şeyler söylüyorsun... Çok aceleye geldi Ayşe Arman röportajı. Ben eşcinsellere hoşgörüyle filan bakmıyorum. Normal hayatın içinde kendim gibi insanlar olarak kabul ediyorum. Ama bir şey sana sorulduğu zaman alelacele bir cevap vermek zorunda kalıyorsun. Bu cümle için bana kızacaklarsa buyursunlar kızsınlar.  O röportajda 'İnsanın ayağı kayabilir' derken, insanın karısını veya kocasını aldatmak üzere ayağı kayar demek istedim. Eşcinselliğe ayağı kayar demek istemedim.  Bir kere bu bir roman yahu. Kurgu. Bir kadın masanın başına oturmuş ve bir hikaye yazmış. Bu kitabın içinden cümleler çıkarıp o kadını yargılamak kadar aptalca bir şey düşünemiyorum ben. Çünkü bir kitabın içinde herkes berbat, rezil olabilir ya da herkes melek olabilir. Ayrıca benim kahramanlarım kötü de değil. Ama ben zaten bu kitabı insanlar eşcinselleri sevsin ya da nefret etsin diye yazmadım. 'Nasıl eşcinsel olunur?'u anlamak için de yazmadım.  Ben kitabı, bu konu daha önce çok az romana konu olduğu için yazdım. Sayıları çok, kendilerine ait romanlar yok. İnsanlar fevkalade ikiyüzlü ayrıca. Eşcinsel yazarlar da yazabilir. Murat Somer yazıyor mesela. Bir o yazıyor ama. Bir tane Perihan (Mağden) yazdı. Birkaç tane daha var başka da yok. Benim misyonum burada 'Eşcinseller fevkaladedir' demek değil ki. Ha, harika insanlar olduklarını ben biliyorum, o ayrı. Benim arkadaşlarımın çoğu sanatçı bir kere. Ve sanatlarının en iyisini yapıyorlar. Son derece duyarlı ve duygusal insanlar. Ama başka bir grubun da çok alıngan olduğunu öğrendim.  Ben şunu gördüm: Türkiye'de insanlar yazarlarını sevmiyor. Sadece beni değil. Bütün yazarlara bunu yaptıklarını görüyorum. Bir yazarı kitaplarıyla eleştirirsin. Sevmiyorsan da okumazsın. Ama hayır, şahsınla uğraşıyorlar. Yahu insanlar 15 yıldır tanıdığı, kitaplarını okuduğu ve ne olduğunu aşağı yukarı bildiği bir insanı, bir röportajdan iki üç cümle çıkararak bu kadar mı başkalaştırabilir?  Doğum kontrol yöntemi meselesiyle ilgili ise söylediğimin arkasındayım. Diğerleri hep yanlış anlaşılmış ama bunu bilerek söyledim. Ben orada şunu söylüyorum: Dünyanın mahsulleri bizi doyurmaya yetmiyor. Yani nüfus fazla. Bir tarafta 20 tane çocuk dizmiş aç bil aç, 'asker bunlar asker' diyen insanlar var. Ben eşcinsellerin, birlikte yaşamaya başladıkları zaman çocuk yapamamalarını çok büyük bir artı olarak görüyorum. Hali vakti yerinde olanlar da evlat edinmek istiyor. Bu büyük bir artı bence. Dört çocuk, sekiz torun - Dört çocuğunuz, sekiz torununuz var. Geniş bir aile ama çoğu yurtdışında yaşıyor sanırım. - Benim çocuklarım iki ayrı babadan doğdular ama hepbirlikte büyüdüler, benim Yeniköy'deki evimde yaşadılar hepberaber. Birbirlerine çok sıkı bağlarla bağlılar. Hatta ikinci eşimin, İngiliz eşinden doğan oğlunu bile (Cem Kemahlı) onlar kardeş kabul eder. Biz dünyanın ayrı yerlerinde yaşıyoruz ama her yaz, Urla'daki salaş çiftlik evinde buluşuruz. Orası hepsini birleştiren bir ocak gibi. - Torunlar... - Onlar da büyüdü artık. Küçükken daha sana ait oluyor torunlar, büyüdükçe kendi hayatları oluyor. Biri üniversiteye gidiyor, öteki bitirmek üzere mesela. Erkek arkadaşlar giriyor işin içine ve büyükannelere ayrılacak zaman azalıyor. Tavsiyem, çocuklar ergenlik çağına gelmeden mümkün olduğunca görsünler, sonra vakit kalmıyor büyükannelere. Kaderine razı olmak zorunda kalıyorsun. Ben de öyle yaptım. Onun için şu an küçükleri çok sık görüyorum. - Bu açıdan çok çocuk yapmış olmak da avantaj herhalde... - Öyle ama büyütürken zor tabii. Her şeylerine yetişmek istiyorsun çünkü. - Maddi olarak da hep sizin üzerinizde miydi her şey? - Onlar üniversiteyi bitirdikleri günden itibaren çalıştı hep. Hatta üçü üniversitedeyken de çalıştı. Hep harçlıklarını çıkardılar. - Şimdi ne iş yapıyorlar? - Bir numaralı oğlan Mete, İsviçre'de. Onun kendi finans şirketi var. İki numaralı oğlan Ali, Singapur'da. Koç'un müdürlerinden biri. Üç numara Kerim, Nurol Holding'in finans direktörü. En küçüğü Selim'in de bir yapım şirketi var. Redbull'un dünya reklamlarını ve Formula 1'in deniz yarışlarını çekiyor. - Rallici aynı zamanda değil mi? - Artık ralliye pek vakti yok, yaşı da müsait değil. Artık otursun çoluğunun çocuğunun başında. Bu da mesaj olsun ona buradan. - Siz bu arada hep çok aktif olmak durumunda kaldınız herhalde. Bir yandan dört çocuk büyüt, bir yandan çalış... - Tabii. Ben sizin sektörde de çalıştım, halkla ilişkiler de yaptım, kamera arkasında da uzun yıllar harcadım, senaryo da yazdım... Resim Heykel Müzeleri Derneği'nde 10 seneyi aşkın yönetim kurulunda çalıştım. O da beni çağdaş sanatın içine attı. Kamera arkasında çalışmaktan dolayı da ufkum çok genişledi. Onun benim yazı stilimi de etkilediğini düşünüyorum. Çünkü vizörden bakar gibi bir sahne canlandırıyorum gözümde ve onu yazıyorum. Yani 78 yılından itibaren hiç durmadan çalışıyorum. Allah'a şükür, Adı:Aylin isimli kitabımı yazdığımdan beri, artık sadece yazıyla uğraşıyorum. - Sadece yazarlıktan para kazanmak da Türkiye'de kolay bir şey değil. - Değil. 10 kişi filanız. İyi satman gerekiyor onunla yaşayabilmek için. Ve sık üretmen lazım. - Siz de gayet hızlısınız gördüğümüz kadarıyla. - Ben her işimi hızlı yaparım. Görüyorsun çoluk çocuk, torun, hepsi arka arkaya (gülüyor). Benim iç tempom çok hızlıdır. Bir de tabii teknoloji bana çok yardımcı oluyor. Bu bilgisayarlar çıkmasaydı, ben böyle her sene roman filan üretemezdim. Elle yazanlar üretemiyor nitekim. Onun için teknoloji bana çok yardımcı oldu son yıllarda. Çünkü ben seneler kaybettim, kendime bir yayıncı edinene kadar. Bir yandan da fazla zamanım kalmadı. Yaşım belli. Bir 10 sene daha aklım başımda ne yazabileceksem yazacağım, ondan sonra bitecek. Ve yazdıklarımın birikimiyle geçineceğim. Çünkü uzun yaşıyor bizim aile. Bir birikimim olsun ki çocuklarıma yük olmayayım istiyorum.