Ayşe Kulin, okuyucuyu merakta bırakmamak için arayı soğutmadan çıkardığı, bir önceki romanı Veda’nın devamı olan Umut’u anlattı.Osmanlı Devleti'nin son dönemini kendinin de ait olduğu bir aile üzerinden anlatan Ayşe Kulin, okuyucuyu merakta bırakmamak için arayı soğutmadan Veda'nın devamı niteleliği taşıyan Umut'u yayınladı. Taraf'ın haberine göre; Everest Yayınları tarafından yayımlanan kitapta yeni kurulan Cumhuriyet'in coşkusu, Kulin'in babasının idealizmiyle birleşiyor... Kitabın etkileyici yanı ise teyzesi Sabahat'la Ermeni Aram arasında yaşanan hüzünlü aşk hikâyesi. "O gün bir aşka engel olan zihniyet bugün Hrant Dink'in ölümüne neden oluyor" diyen Kulin, üçlemeyi tamamlayacak son kitabın da müjdesini veriyor. Hikâyeyi babasını kaybettiği 1983 yılına kadar getireceğini söyleyen Kulin, diğer kitabın atmosferini hüsranın oluşturacağını da söylemeden edemiyor. Veda'yla başlayıp, umutla ilerleyen üçlemenin hüsranla bitmesinin nedenini ise şu sözlerle açıklıyor: "Babam vefat ettiğinde Cumhuriyet'ten beklentileri karşılanmamıştı, mutsuzdu..." Umut bir devam kitabı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarına tanıklık eden Veda'nın ardından bu defa Cumhuriyet yılları anlatılıyor... "Niyetim tam bir Cumhuriyet kitabı yazmaktı, ama hiçbir zaman evdeki hesap çarsıya uymuyor. Yüz sayfa kadar kısalttım ben bu kitabı. Çıkardığım yerleri hep sonlarından aldım. Çünkü kıyamadım Sabahat'la Aram'a. O kadar güzel o kadar gerçek bir aşk hikâyeleri var ki onların, gerçek olduğuna da ben tanığım. Kitapta iki değişik aile, yeni bir cumhuriyet, bir harç halinde biraraya getiriyor. En küskün olanlar bile bir umutla yeni kuşaklar yetiştirmeye çalışıyor. Onlara dokunamadım, onların sevinçleri, beklentileri, elemleri vardı. Aşk romanı yazıyordum bıraktım, Umut'u elime aldım. Çünkü okurdan çok talep geldi. Her imza gününde soruyorlardı." Röportajın devamı şöyle; Çocukluğunuzda ailenizdeki fertlerdeki değişimi nasıl gözlediniz? Bir kere ben babamın yeni Cumhuriyet'in insanı olmasını çok net hatırlıyorum. Hep Anadolu'daydı. Hep çalışıyordu. Ama o kuşağın hepsi öyleydi. Kara topraktan, hastalıktan, karasabandan başka hiçbir şey yok. İnşasında bu denli yoğun çalıştıkları Cumhuriyet 1950'lerden sonra ciddi sarsıntılar yaşamaya başladı. Babam o bakımdan çok hüzünlüydü. O dönemde dünyada demokrasi yoktu. O zaman kavram değişikti, bugün artık bambaşka bir demokrasi var. Bugün artık kadının çarşafı demokratik bir unsur oldu. Bu insanları birleştiren harç, romandaki umutta da kendisini gösteriyor aslında. Çok istedim onu oraya koymayı. Çünkü babam Cumhuriyet'in simgesi gibiydi. Hatta dedem Ahmet Reşat babamı tanıdığı zaman diyor ki, "İlk defa Muhittin'i tanıyınca Cumhuriyet ruhunu anladım..." Romanda teyzeniz Sabahat'la Aram arasında yaşanan aşkın getirdiği bir gerginlik var. Onu ben hiç anlamadım. Dedemi tanıdım. Ben dördüncü sınıfa geçmiştim kaybettiğim zaman. Çocuk aklımla bilirdim ki yaşlı o, bir gün olmayabilir, o yüzden üzerine titrerdim. Çok aydınlık bir adam, bütün çocuklarına, bütün torunlarına yabancı diller öğretiyor, kızını üniversiteye gönderiyor. Ama buna gelince o inadı çok ilginç. Sonra ben kendi hayatımın içinde, benim kuşağımdan bir babanın yıllarca oğlunun sevdiği Musevi kızı duymadığını biliyorum. Oğlan on sene söyleyemedi, korktu "Hayır" demesinden. Sonra evlendiler. Böyle bir kara perde iniyor adetâ. Siz nasıl yaşadınız bu süreci. Hissediyor muydunuz eniştenizin Ermeni olduğunu? Biliyor musunuz hiç konuşmadılar evde. Eniştemin Ermeni olduğunu ortaokulda öğrendim. Adı değişmişti, Bala eniştemdi o benim. Teyzem de bir kere yanılıp ona "Aram" demedi. Dediler ki, "Enişten dinini değiştirdi". Ben koskocamanım, yaşlanmışım hatta, eniştem bana kaldı. O zaman bana kendi anlattı. Karşı karşıya otururduk, bütün o Merzifon'u, nasıl tanıştılar, nasıl gelişti, hep onu anlattı. İlk iki kitaptan hareketle konuşursak, üçüncü kitap nasıl olacak, nerelere kadar devam edecek... "Eğer kafamdakini yapabileceksem, çünkü onu babamın ölümüne kadar getirmek istiyorum, 1983'e kadar, genel atmosferi ise hüsran olacak... Çünkü babam 1983 yılında mutlu değildi, ben şimdi nasıl mutlu değilsem. Ben içimde yaşadığım gezegeni sevmiyorum, sevecek tarafını bulamıyorum. Dünyanın her tarafından insanlar birbirlerine çok eziyet ediyorlar. Babam ailesiyle çok mutluydu, ben de kişisel hayatımda çok mutluyum. Ama kendi memleketi, dünyayı, bulunduğumuz yeri beğenmiyorum. O kadar büyük bir aileden çekirdek aileye geçmeyi nasıl yaşadınız? Çok keyifliydi çünkü ikisini de yaşardık. Yazları dedemin konağına giderdik yazları. Bir sofrada yirmi kişi falan olurduk. Deli gibi eğlenirdim. Sonra eylül gelir ben tin tin dönerim, annem, babam, ben... O evimi de çok severdim. Orada bir odam vardı, dünyam vardı. Hep hayallerimle oynardım. Sokakta da çok oynardım. Kapıların üzerine otururdum, bütün kapıları bozardım sallana sallana. Erkek gibi bir şeydim. Eylül ayında dönünce korkunç bir ay geçirirdim, şımarmış olurdum çünkü. Annem çok şiir söylerdi evde. Sesi güzel değildi onun için şiir söylerdi. Büyüyünce babam benim edebiyata olan düşkünlüğümü görünce kendisi edebiyatla ilgilenmeye başladı.