T24 - Eşcinsel bir ilişkiyi anlatan 'Gizli Anların Yolcusu' adlı son romanı için "Yazdım, oldu" diyen Ayşe Kulin'in "Belki de gay'lik, bir nevi nüfus artışını önleme yöntemidir..." sözleri tartışılıyor. Kulin'in eşcinselliğe yaklaşımını eleştiren Mehmet Uğur Yüksel, ''Yükselen bir değer olan eşcinsellikten pay çıkarmaya çalışan bir yazarın nafile çabası. Kulin'in homofobisi tavan yapıyor" ifadelerini kullandı. KuirFest'in yaratıcı ekibinden Mehmet Uğur Yüksel'in Radikal gazetesinde yayımlanan (22 Kasım 2011) eleştirisi şöyle: Okudum oldu işte!Ayşe Kulin’in kitapları okumayı seçmeyeceğim kitaplar oldu hep. Bir iki denemede konuları kadar dili ve anlatımı da ilgimi çekmediği için Kulin’i liste dışı bırakmıştım. Geçen hafta posta kutusuna düşen basın bültenini ve Kulin’in Hürriyet gazetesinde Ayşe Arman’a verdiği röportajı okuyana dek. Yayınevinden gelen bültende “Bir kadın tarafından Türk edebiyatında ilk kez eşcinsel romanı yazıldı” deniyordu. Farkı da bu olsun diye yazıldığı belliydi; ‘eşcinsel romanı’ ifadesinin sakatlığını geçtim, eşcinselliği konu alan bir kitabın yazarının kadın olmasındaki ayrım da sinir bozucuydu. Burada doğrudan Kulin’in heteroseksüelliğine yapılan vurgu kadar her konuya vakıf yazarımızın erkek eşcinselliğine dair kalem oynattığı da söyleniyordu. “Yaşamasa da engin edebiyat tecrübesiyle ‘bu konu’yu da rahatlıkla yazabiliyor.” Heteroseksüel ya da değil Kulin’den önce eşcinselliği konu edinen, ana kahramanları eşcinsel olan kitap yazmış kadın yazarlar olduğunu biliyoruz, bu PR faaliyetinin ters tepeceğini birileri söylese iyi olurdu. İnandırıcılıktan uzak... Ayşe Arman söyleşisine gelince… Arman’ın Elif Şafak’la yaptığı röportajlarda ne kadar eğlendiysek Kulin’in söyledikleri de aynen öyle eğlendiriciydi. “Eşcinsel romanı yazmak istedim, yazdım” rahatlığıyla konuşan Kulin, eşcinsellerin ‘hoşgörüyle bakılması’ gereken mağdur, zavallı insanlar olduğunu söylüyor; eşcinsel sevgilisi olmadığından emin olduğunu vurgulayıp ‘öyle bir hayat’ın içinde de yaşamadığını, ama bunun ‘empati kurabildiği ve duygularıyla anlayabildiği bir dünya’ olduğunu belirtiyordu. Kulin “Yazdım, oldu” rahatlığıyla konuştuğu bu söyleşide “O taraklarda bezim yok”, “İnsanın ayağı kayabilir” gibi ifadelerin ardından beni kahkahalara boğan şu bilgileri paylaşıyordu: “Belki de gay’lik, bir nevi nüfus artışını önleme yöntemidir. Çünkü gerçekten de, dünyanın kaynakları çoğalan nüfusu beslemeye yetmiyor.” Homofobisiyle baş döndüren söyleşinin ardından kitabı okumak lazımdı. Ben de “Okudum, oldu işte!” Kitap, yayıncılık işinde büyük paralar kazansa da mutsuzluktan kıvranan, birkaç yıl önce kaybettikleri oğullarının yasını tutmaktan bunalımdan çıkamayan eşi Eda’yla tıkanmış evliliklerini sürdürmekte zorlanan, cinsel hayatındaki tatminsizliği çekici ortağı Handan’la gidermeye çalışan İlhami’nin yayınevinin kapak tasarımcısı genç, naif, derin bakışlı Bora’ya âşık olmasını anlatıyor. Mutsuz olsa da cinsel açıdan ‘sağlıklı’ heteroseksüel İlhami’nin Bora’nın ‘acıklı’ hikâyesini öğrenmesi ve ona âşık olması öylesine baş döndürücü bir hızla anlatılıyor ki, 100 sayfa boyunca bize tanıtılan İlhami’nin arzularının birdenbire Bora’ya yönelmesine anlam veremiyoruz. Böylece, kahramanımızın ‘hayatımın aşkı’ dediği bu ilişki inandırıcılıktan uzak, zorlama bir hikayeye dönüşüyor. Kitabın defoları bununla da bitmiyor. Özellikle Bora’nın eşcinsel kimliğini metin içinde inşa ederken Kulin’in homofobisi tavan yapıyor. Bora eşcinselliğe dair neredeyse bütün klişeleri barındıran bir karakter artık! Çocukluğunda tecavüze uğramış, nazik, ince, kadınlara ‘erkekler’den farklı davranan, hediye olarak peluş oyuncaklar alan, tekeşli olmayı beceremeyen bir eşcinsel... Bir süre sonra bu olayların sorumlusu tutulan, paranın kokusunu aldıktan sonra değişen, melek yüzlü bir şeytana dönüşen bir eşcinsel. Ve elbette Kulin bu iki adamın sevişmelerini anlatmamaya özen gösteriyor. Bu kadarına da girmeyeyim artık diyor. Önyargıları ve eksik bilgileri o sahneyi betimlemeye yetmiyor. Mürebbiyemiz, Türk aile yapısını tersyüz edecek bir gerilimden uzak tutuyor kendini de okurunu da. E ne de olsa ‘ailemizin’ hikâye anlatıcısı o. Neyse… İlk gecenin ardından İlhami’nin hissettiği o ‘tarif edilemez’ duygular dışında cinselliğe dair hiçbir şey görmüyoruz kitapta. ‘O kadarını’ bilmediğini de belirtiyor zaten: “Heteroseksüel ilişkilerde detay verebiliyorum, kahramanlarımı seviştirebiliyorum ama bu kitapta yapmadım çünkü eşcinselliğe dair kısmını bilmiyorum. Gerek de yoktu. Bu, bir porno kitabı değil, aşk kitabı. Kameramı yataklarının içine sokmadım yani.” Heteroseksüel seksi anlatabilirsin ama eşcinsel seksi anlatmak pornoya girer yani, pes! 90’larda olsaydık... Kulin’in kitabı, diliyle de konuya bakışıyla da son derece hantal. 90’larda olsaydık bu kitap ilgi uyandırabilirdi; homofobisine rağmen ‘iyi niyet’ der üzerinde tartışabilirdik ama eşcinselliğin pek çok alanda görünürlüğünün arttığı, Türkiye’de yeterince olmasa da edebiyat ve sinema alanında pek çok yeni ve doğru örneğe kolayca ulaşabildiğimiz günümüzde ‘Gizli Anların Yolcusu’nun yazılmış olması konu sıkıntısı çeken ve yükselen bir değer olan eşcinsellikten pay çıkarmaya çalışan bir yazarın nafile çabası sadece. KuirFest’in yaratıcı ekibinden