Baba Ayvalıtaş: Soğan ekmek yiyorduk ama huzurluyduk; ölmeyi düşünüyorum...

Baba Ayvalıtaş: Soğan ekmek yiyorduk ama huzurluyduk; ölmeyi düşünüyorum...

Gezi olayları sırasında hayatını kaybeden 20 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş’ın davasının Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde önceki gün görülen 6. duruşmasında baba Ali Ayvalıtaş ve yakınları darp edildi. İzleyicilerin duruşma salonuna girmesi engellendi. Yargılamanın sonunda adaletin gerçekleşeceğine dair umudunu yitiren baba Ayvalıtaş, “Adalet arıyorum, yani okyanusun dibindeki bir iğneyi...” diyor.

Mahkemenin, ilk oturumda, izleyicilerin heyeti yuhalaması nedeniyle intikam aldığını söyleyen Ali Ayvalıtaş, son duruşmada yaşananları şöyle anlatıyor: “Mahkeme salonunun bulunduğu koridorda toplam 10 kişiydik. İki çocuğum, yeğenlerim vardı. Dayak yemeyenimiz kalmadı. 17 yaşındaki yeğenime vurdular. Hücum ettiler. Avukatlarımız bile darp edildi. Akşam çok kötüydüm. Tansiyonum yükseldi. Şu an göğsümün sol tarafı ağrıyor. Hiç bir suçumuz olmadığı halde yaşadık bunları. Alevi olmak suçsa, bir suçumuz var. Ama kimse bizim hırsızlığımızı, yolsuzluğumu bulamaz. Alevi olduğumuz için bunları yaşadığımızı düşünüyorum.”

Hilal Köse'nin Cumhuriyet'te yayımlanan haberine göre, oğlunun üzerine arabayı sürerek ölümüne neden olan sanığın duruşmalara bile gelmediğini ifade eden Ali Ayvalıtaş, “Davanın iki sanığı da tutuksuz. Sanki bir kayırma var. Hakimler, arabayı süren, öldüren bizmiş gibi bizi suçlu görüyor. Mahkeme salonuna her girip çıkışımda, bir daha ölüyorum. İnanın ki, ölmeyi düşünüyorum. Oğlumun cenazesini bir kez daha yaşıyorum. Bir baba için en zor davadır, oğlunun ölümünün davası. En azından tutuklu yargılansınlar” diyor.

 

'Huzurumuz vardı...'

 

3. duruşmanın sonunda kaybettiği eşinin, iki kez adliyede biber gazı yediğini, kalp krizinden öldüğünü anlatan Ayvalıtaş, şöyle devam ediyor: “Eşimden sonra benim 4 damarım değişti. Bypass oldum. Haftalarca evime giremedim, yemek yiyemedim, hiç bir şeyi gözüm görmedi. Kimse bunu yaşamasın, bana gülüp geçenler bile yaşamasın. Soğan ekmek yiyorduk ama bir huzurumuz vardı...”