“İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde” konuşan Babacan Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan, "Gençlerin kaçmak istediği değil, yaşamak istediği Türkiye’yi hedefliyoruz ve bunu da başaracağız" dedi. Babacan, “Bugün ülkemizde de otokrat yönetimine karşı bir haysiyet mücadelesi var. Kurumların yok edildiği, kuralların tanınmadığı, hukuk devletinin ayaklar altına alındığı bir yönetime karşı geniş mahallelerin ortak bir mücadelesi var şu anda ve bu mücadele şu anda bu salonda ve bu mücadele şu anda Millet İttifakı çatısı altında yürüyen bir mücadele… İşte bizler bu demokrasi feryadının sesiyiz. Altı tane birbirinden çok farklı parti, ilk önce Türkiye’nin yarınlarında, demokrasi için, parlamenter sistem için buluştu, bir araya geldi. Anayasa çalışmamızı bitirdik. Millet İttifakı olarak yapacağız ve 14 Mayıs’ta kazanacağımız zafer Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da ve Amerika’da demokrasi mücadelesi verenler için umut olacak. Türkiye başardıysa biz de başarırız diyecekler” diye konuştu.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi, beşinci gününde sürüyor. “Geleceğin Türkiye’sini inşa ediyoruz” sloganı ve “Millet İttifakı Genel Başkanlar Buluşması” başlıklı oturumunda Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun yanı sıra İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özlale katıldı. Babacan konuşmasında şunları söyledi:
“100 sene sonra yeniden ülkemiz bir demokrasi eşiğindeyken iktisat konuşuyoruz. 100 sene sonra bağımsızlığımızın bir asrı devirdiği günlerde yeniden iktisat konuşuyoruz. Konu iktisat olunca bazen, anlaşılması zor kelimeler havada uçuşuyor. Endojen, eksojen faktörler, ortodoks, heterodoks yaklaşımlar, epistemolojik kopuşlar, kelimeler alıyor başını gidiyor. Ben mümkün olduğunca sade anlatmaya çalışacağım. Çok değil sadece son 20 yıldan ders almamız gereken birkaç grafikle başlamak istiyorum. Arkada enflasyon oranlarını görüyorsunuz. 34 yıllık bir 2 hane, 3 haneli enflasyon döneminden sonra enflasyon tek haneye iniyor. 2012-2013 yılları en dip nokta, son yıllarda tekrar enflasyon alıyor başını gidiyor. Bunu şöyle bir fotoğraf hafızamızda tutalım hemen ikinci grafiğe geçelim. Bu da milli gelir, 3 bin küsür dolarlardan başlıyor. Yine 2012-2013 yıllarında zirveye ulaşıyor. Arkasından tekrar bir düşüş trendine giriyor. Bunu da fotoğraf hafızamıza bir koyalım, üçüncü ve son grafiği gösterelim. Bu da şeffaflık endeksi; Türkiye, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün, şeffaflık endeksinde ya da tersten okuduğunuzda Yolsuzluk Algı Endeksi’nde kötü bir noktadan başlıyor 2012-2013’te yine zirveye ulaşıyor sonra tekrar aşağı doğru düşüyor. Bu üç grafik aslında bize neyi gösteriyor? Siz enflasyonu düşük ve öngörülebilir hale indirdiğinizde ekonomik büyüme geliyor. Yine şeffaflık ne kadar yükselirse, yolsuzluk endeksinde ülke ne kadar aşağıya doğru inerse ekonomi o kadar büyüyor. Şeffaflık azaldığında ülke fakirleşiyor. Yolsuzluk çoğaldığında ülke fakirleşiyor. Bu üç grafiğin özeti bu temel mesajlar.
Ekonomi için olmazsa olmaz en önemli iki kavramdan biraz bahsetmek istiyorum; Hukuk ve eğitim, olmazsa olmaz. Türkiye’nin zirvede olduğu yıllarda bundan çok bahsediyorduk. Hatta 2013’te benim en son katıldığım İzmir İktisat Kongresi’nin 90’ıncı yılında ki sanırım o en son kongreydi, 10 yıldır yapılmadı. Burada bu kürsüde bir konuşma yaptım dedim ki, ‘2023’e hedef koyduk 25 bin dolar milli gelir hedefi, 2 trilyon toplam milli gelir hedefi ve ihracatta da 500 milyar dolarlık bir hedef koyduk ama eğer eğitimde ve hukukta gerekenleri yapmazsak bu ülke orta gelir tuzağına düşecek’ demiştim. Bundan tam 10 sene önce 2013 İzmir İktisat Kongresi’nin 90’ıncı yıl dönümünde ve maalesef düştük. Şu anda ülke bir orta gelir tuzağında fakat bu tuzaktan çıkış mümkün, endişeye mahal yok. Doğruları yaptığımız sürece Türkiye bu tuzağı kırıp atar, Türkiye yükselir ve yüksek gelirli ülkeler grubuna rahatlıkla girebilir. Bu tuzaktan nasıl çıkacağımızı da gayet iyi biliyoruz. Biliyoruz ki, ne kadar çok demokrasi o kadar ekonomi… Ne kadar adalet o kadar ekonomi, ne kadar liyakat o kadar ekonomi, ne kadar eğitim o kadar ekonomi… Ülkemizi bu çoklu kriz ortamından çıkartmak hem bugünkü dünyanın gerçeklerini iyi görmemiz, anlamamız hem de ülkemizin içinde bulunduğumuz durumu iyi analiz etmemizden geçiyor.
Dünya bugün çok net, çok keskin bir ayrıma gidiyor. Dünyanın pek çok köşesinde otokratlarla demokrasi mücadelecileri şu anda karşı karşıya, otokratlara karşı demokratların verdiği mücadeleyi pek çok coğrafyada görüyoruz şu anda, bu mücadele Avrupa’da var, Asya’da var, Afrika’da var, Amerika’da var. Bugün ülkemizde de otokrat yönetimine karşı bir haysiyet mücadelesi var. Kurumların yok edildiği, kuralların tanınmadığı, hukuk devletinin ayaklar altına alındığı bir yönetime karşı geniş mahallelerin ortak bir mücadelesi var şu anda ve bu mücadele şu anda bu salonda ve bu mücadele şu anda Millet İttifakı çatısı altında yürüyen bir mücadele… İşte bizler bu demokrasi feryadının sesiyiz. Bu ülkede uluslararası anlaşmalara, Anayasa’ya, yasalara bir kâğıt parçası muamelesi yapıldığında o ülkenin ekonomik gelişmişlikten bahsetmesi mümkün olmaz, olamaz. ‘AİHM kararlarına, Anayasa mahkememizin kendi kararlarına saygı duymuyorum, uymuyorum’ diyenlerin yönettiği bir ülkede refahtan bahsedilemez. Zaten basamak, basamak, basamak refah düşüyor gördük. Bu ülkenin sorunlarının çözümü hukuktan geçiyor, adaletten geçiyor. Bu ülkenin sorunlarının çözümü eşitlikten geçiyor, insan haklarından geçiyor, gerçek anlamda güçlü bir demokrasiden geçiyor. Siz ‘hukuk bir kâğıt parçasıdır’ diye zihninizin gerisindeki eğer açığa çıkarırsanız bu memleketi düştüğü çukurdan asla ama asla kurtaramazsınız. En önemlisi de beka, beka diye günaşırı ülkeye korku pompalayan şu andaki yönetim, ülkemizin gerçek anlamda beka sorunlarının tam da ortasına düşürmüş durumda… Bugün eğer bir ülkenin devlet başkanı gidip de bir başka ülkenin devlet başkanından 3 milyar dolar, öbürüne gidip 5 milyar dolar, öbürüne gidip ‘doğalgaz ödemelerimizi ertele’ demek zorunda kalıyorsa bu ülkenin ekonomik bağımsızlığı artık risk altına girmiş demektir.
Otokratik bir yönetimde toplumun topyekûn zenginleşmesinden söz edilemez. Otokrasiyle yönetilen ülkelerde ancak bir avuç zengin türer. Tıpkı şu anda olduğu gibi… Kurumların zayıfladığı, kural bazlı yönetimin terk edildiği bir ülkede fırsat eşitliğinden söz edilemez. Çünkü adalet sadece yargının hızlı ve düzgün çalışması değildir. Adalet aynı zamanda sosyal adalettir. Adalet aynı zamanda fırsat eşitliğidir. İşe girerken fırsat eşitliğidir, işte yükselirken fırsat eşitliğidir. Ticarette, sanayide fırsat eşitliğidir. Adalet çok geniş bir kavramdır ve maalesef son yıllarda, sadece son 2 yılda milli gelirden alınan payı gösteriyor bakın, bunlar TÜİK verileri yani TÜİK’e de inanıyorsak. 2020’de ücretlilerin milli gelirden aldığı pay yüzde 37 iken yüzde 25’e düşmüş, iş gücünün milli gelirden aldığı pay… Peki sermayenin aldığı pay? Tam o kadar yükselmiş. Sermaye ne demek? Varlığı olan demek değil mi, parası, pulu varlığı olan demek. Demek ki elinde zaten varlığı olanın milli gelirden aldığı pay yükselmiş, aylık ücretle geçinmeye çalışan insanların milli gelirden aldığı pay düşmüş… Rahmetli Özal’ın dediği gibi, ‘Türkiye’de orta gelirli vatandaşlarımız, yani orta direk çökmüş’ bu grafik bunu gösteriyor. Peki ne yapacağız, nasıl çıkacağız buradan, az sonra geleceğim ama şöyle dünyaya bir hızlıca bakmamız gerekiyor. Çünkü dünyayı anlamadan, dünyanın şu anda içinden geçmekte olduğu zor dönemi iyi anlamadan Türkiye’nin sorunlarına çözüm bulmamız da kolay olmayacak. Bakın BM sisteminin kurulmasından bu yana jeopolitik dengelerin en çok bozulduğu bir dönemden geçiyoruz şu anda, hemen kuzeyimizde iki komşumuz savaş halinde, güneyimizde 10 yılı aşkın süredir devam eden bir iç savaş tablosu var. Pandemiyle bozulan tedarik zincirleri henüz eski dengesine kavuşabilmiş değil. Lojistik, tedarik zinciri tamamen değişti. Ülkeler artık daha çok, sistem olarak kendisine daha çok benzeyen ve uzun vadede güvenebildiği ülkelerden tedarik etmek istiyorlar alacakları ürünleri bu da tabii Türkiye’ye çok önemli bir fırsat açıyor…
Biz Deva Partisi olarak bundan tam 3 yıl önce partimizi kurduğumuzda en önemli çalışma alanlarından bir tanesi ülkemizin yarınlarıyla ilgili hazırlıklardı. Tam 22 alanda bir hükümetin 360 derece her alanda neler yapması gerektiğiyle ilgili binlerce sayfalık bir çalışma yaptık. Hepsi gerçekçi, hepsi uygulanabilir. Takvime bağladık, hepsinin bütçesini hazırladık.
Hemen arkasından da 6 parti olarak bir araya gelerek, yine Cumhuriyet tarihimizde yapılmamış bir işi başardık ve ‘Ortak Politikalar Mutabakat Metnimizi hazırladık ve kamuoyuna açıkladık. Tam 2 bin 300 madde tarihimizde böyle bir şey yok. Altı tane birbirinden çok farklı parti, ilk önce Türkiye’nin yarınlarında, demokrasi için, parlamenter sistem için buluştu, bir araya geldi. Anayasa çalışmamızı bitirdik. 84 maddelik bir Anayasa değişikliği paketimizi açıkladık. Hükümetten hiçbir ses yok, ‘yeni anayasa’ diyorlar. Ortada hiçbir şey yok. Biz bitirdik, açıkladık. Arkasından da tarihimizde gerçekleşmeyen bir başarıya imza attık. Altı imzayla 2 bin 300 maddelik eylem planının her bir kelimesinde mutabık kaldık. Bu tam bir Türkiye mutabakatı… Bu 2 bin 300 maddenin inanın, şöyle bir yüzde 60-70’ini gerçekleştirelim 5 yılda, Türkiye kanatlanır uçar. Tam bir hazine var burada hazine, her alanda eğitimden, hukuka, sağlıktan, ekonomiye, dış politikaya güvenliğe kadar her alanda hazırız. Bugüne kadar hiçbir siyasi partinin ya da partiler grubunun olmadığı kadar biz bu ülkeyi yönetmeye hazırız. Gerçekten çok önemli bir eşikteyiz. Biraz önce sayın Kılıçdaroğlu, dört tane ana sütundan bahsetti. Hepsi birbirinden önemli sütunlar ve bu sütunların sapasağlam yeni ekonomik modelimizi ayakta tutacak sütunlar. Bu sütunlardan bir tanesi olmasa sistem topallar, olmaz. Bütün ayaklarını, bütün sütunlarını sağlam tutacağız ki ülkemizin hak ettiği o güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme modeline hep beraber geçeceğiz. Gerçekten önemli bir eşikteyiz ve bütün bu çalışmalarda bana sorsanız ‘en önemli, bu işin püf noktası nedir, nereden başlamak gerekiyor?’ Benim cevabım ne olur biliyor musunuz? Özgürlükler; ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve bunu yapmak inanın o kadar hızlı olacak ki, ilk 90 dakika…
İnşallah sayın Cumhurbaşkanımız yemin töreninden sonra herhalde bir konuşma olur diye tahmin ediyorum. Ben şöyle üç tane cümle önereceğim kendisine tabii takdir kendisinde olur o gün ama, ‘ey basın mensupları, köşe yazarları, düşünürlerimiz, yazarlarımız, çizerlerimiz şöyle bir derin nefes alın artık özgürsünüz ya’ Yargının bağımsızlığı mı, dönüp hakimlerimize, savcılarımıza, ‘değerli hakimlerimiz, değerli savcılarımız artık rahat olun, Anayasa’ya, yasalara bakın vicdanınızın sesini dinleyin, kararlarınızı alın’ bu kadar, yargının bağımsızlığı bu kadar basit inanın ama yargının bağımsızken, tarafsız nasıl çalışılabileceği o ayrı mesele burada yazıyor, yargı reformu var onu yapmak zorundayız. Anayasa değişikliğiyle ve çok kapsamlı bir yargı reformuyla bağımsız çalışan yargımızın aynı zamanda tarafsız ve uluslararası standartlarında Avrupa Konseyi ve AB normlarında iş yapabilmesini sağlamak için çok adım atmamız gerekiyor, yapılacak çok iş var. Endişeye mahal yok. Biz millet olarak, 1921’de Kurtuluş Savaşı’nı Meclis ve hukukun üstünlüğüyle taçlandırmış bir milletiz. Savaş devam ederken Meclis’i çalıştıran, mecliste her şeyin kayıt altına alındığı cephede bizim askerlerimizi tutacak ve ulaştıracak olan buradaki hukuktur’ diyen bir gelenekten geliyoruz biz. Daha zor şartlarda 1923’te Cumhuriyet’i biz kurduk. 1950’de demokrasiye doğru çok önemli bir adımı hep beraber millet olarak biz attık. 27 Mayıs’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, 27 Nisan’da, 15 Temmuz’da bu milletin iradesine kastedenleri de tarihin tozlu sayfalarına gömdük. Bunu millet olarak biz yaptık, yine yapacağız yine başaracağız. Yaşadığımız bütün krizleri, ekonomik, hukuk, eğitim, sağlık krizini hiç fark etmez. Hepsini en hızlı çözecek takım burada, hazırız. Nasıl depremde o ilk 1 gün, 2 gün milletin kendisi o enkazı kaldırdıysa yine bu ekonomik enkazı bu eğitim enkazını, bu hukuk enkazını milletimin kendisi kaldıracak hiç endişeniz olmasın.
O grafikte gördüğünüz o iyi yıllar o Türkiye’nin parlak yılları, özellikle vurguladığım tarihler, yani gençlerin interrail ile Avrupa’da gezdiği o KYK burslarından artırdıkları parayla gidip Avrupa turu yaptığı yıllar. Emeklilerin küçük küçük birikimleriyle yine Avrupa’da tatil yaptığı yıllar, son model telefon almanın lüks olmadığı, yeni mezunların hemen işe girer girmez aldığı maaşla taksitini ödeyebileceği araba aldığı yıllar. Kira öder gibi ev sahibi olduğu yıllar, onların çok daha iyisini inşallah yapacağız. Hep beraber yapacağız. Millet İttifakı olarak yapacağız ve 14 Mayıs’ta kazanacağımız zafer Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da ve Amerika’da demokrasi mücadelesi verenler için umut olacak. Türkiye başardıysa biz de başarırız diyecekler. Türkiye’nin bugünkü demokrasi mücadelesi Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da sönen demokrasi umutlarını yeniden yeşertecek. Tüm bu coğrafyaya Türkiye demokrasisiyle, hukukun üstünlüğüyle bir ilham kaynağı olacak. Bunu gerçekleştireceğiz ve Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında demokrasinin kalbi, İstanbul’da, Ankara’da, Antalya’da, Hakkari’de, Rize’de, Edirne’de ve evet İzmir’de atacak. Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.”