1990’lı yıllarla beraber basın tarihinin bir parçası olan "babaevinden haberler"e geri dönebiliriz. Bir evden üç kişi yıllarını Babıâli’de geçirince, babaevi de basın tarihinin bir parçası hâline geliyor kaçınılmaz olarak. Geçen sene 26 Ağustos’taki “Babaevi” başlıklı yazıda, “Babam, ancak 1980’de Milliyet’teki köşe yazılarına tekrar başlayabildi,” diye yazmıştım.
***
19 Şubat 1982'de Babıâli’ye yeni bir gazete katıldı. Gazetenin adı Güneş’ti. Gazetenin patronları Ömer Çavuşoğlu ve Ahmet Kozanoğlu, Genel Yayın Yönetmeni Güneri Cıvaoğlu’ydu.
Güneş gazetesi, Özal döneminde doğan bir gazeteydi. Babıali’nin yayıncılıktan sosyal ve ekonomik konumuna kadar tüm yerleşik anlayışlarını değiştirmeyi hedefliyordu. Taşları yerinden oynatmak istiyorlardı.
Büyük bir transfer kampanyası başlattılar. İlk teklif götürdüklerinden biri de Çetin Altan’dı. Çetin Altan 1982 yılında Milliyet’ten ayrılıp Güneş’e geçti.
***
Ben Fransa’dan doktora eğitiminden döndüğümde Güneş gazetesi, Mehmet Ali Yılmaz’a satılmıştı. Güneri Cıvaoğlu gene Genel Yayın Müdürü’ydü.
Daha sonra yerine Mehmet Barlas geldi.
Ben de o dönemlerde Güneş gazetesine epeyce bir zaman diziler yazdım, sonra da haftada bir köşe yazmaya başladım.
Daha evvel de anlatmıştım, oradan Söz gazetesine geçtim.1986’da Sabah’ta yazmaya başladım. 20 yıl boyunca da yazdım. Bu süreci de daha sonra detaylı anlatırım...
Belki kendim açısından bu dönemdeki çerçeveyi tamamlamak için Fransa’da Sorbonne’da doktora öğrencisiyken zaman zaman Milliyet’in Düşünenlerin Düşüncesi köşesine akademik içerikli yazılar yazdığımı da ilave etmeliyim.
Güneş’e dizi yazılar yazarken, haftada bir köşe yazmaya başlamadan önce konuk yazar yazıları yazdığımı da arşivimden görüyorum.
***
Güneş gazetesi daha sonra 19 Şubat 1989'da Asil Nadir tarafından satın alındı. Metin Münir, gazetenin Genel Yayın Müdürü oldu.
2 Mart 1990’da Ahmet Altan genel yayın müdürlüğüne geldi... Ahmet’e bu görevi, genel yayın yönetmeni olan Metin Münir teklif etti. Benin bildiğim kadarıyla bir genel yayın müdürünün kendi koltuğunu bir başkasına hiç gocunmadan teklif ettiği ilk ve tek örnektir.
Ancak yayın politikası nedeniyle Asil Nadir ile anlaşmazlığa düşünce Ahmet göreve geldikten sadece on gün sonra istifa etti.
Yazı İşleri müdürü olan Alev Er de dayanışma amacıyla görevinden ayrıldı. İkisi de uzun süre işsiz kaldılar.
Bu, Ahmet Altan açısından ayrıca anlatılması gereken epeyce maceralı ve eğlenceli bir dönemdir... Kısacası Güneş gazetesi üçümüzün de çalışmış olduğu bir gazetedir.
***
1990’a geldiğimizde ben Sabah gazetesinde Prizma köşesini yazmaya devam ediyordum... Başlayalı dört yıl olmuştu.
İstanbul Üniversitesi’nde doçenttim...1993 yılında da profesör olacaktım.
***
1982 yılında ilk romanı Dört Mevsim Sonbahar'ı,1985 yılında Sudaki İz'i ve 1991 yılında da Yalnızlığın Özel Tarihi'ni yazmış olan Ahmet Altan, Güneş’ten sonra geçtiği Milliyet’te Kum Saati’ni yazıyordu... 17 Nisan 1995’de yazdığı “Atakürt” yazısına kadar da Milliyet’te kaldı. O tarihte Milîi Güvenlik Genel Sekreteri olan Ahmet Çörekçi’nin telefonuyla yazılarına son verildi.
Atakürt yazısı nedeniyle Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı. Bir buçuk yıla mahkûm oldu ama cezası ertelendi.
Daha sonraları daha korkunç olaylar da yaşandı ama baskı hep aynıydı.
Cami-Kışla parantezinde soluksuz kalmış Türkiye...Yazar ve yazı düşmanlığının ortak hedef haline getirildiği talihsiz ülke... O dönem babam da Sabah’taydı...
***
1990’lı yılları tabii ki daha derinlemesine, daha detaylı ve yakından göreceğiz.
Ancak... Babaevi’ne ait bu genel hatırlatmayı yazarken, Vikipedi’de babamla ilgili şu cümleye rastladım: “1980'lere kadar solun ve sosyalizmin popüler ismi olmaya devam etmiş; daha sonra görüşleri liberal bir çizgiye kaymıştır.”
***
Çetin Altan’ın görüşleri mi “liberal çizgiye” kaydı yoksa soğuk savaş, Gorbaçov, uzay savaşlarının yeryüzüne armağan ettiği bilgi çağı mı küreselleşmeyi ve yeni bir dünyayı yarattı, bu herhalde kişisel düzeyde olmasa da sosyolojik düzeyde ilerde tartışılacaktır.
Kolayından dondurulmuş sığ bir yaklaşım yerine, Çetin Altan’ın o dönemki yazıları dikkatlice okunursa şimdi hâlâ yerli yerine oturamayan ve büyük çalkantılarla yol alan yeni çağı ve değişimi Gorbaçov’dan önce gördüğü anlaşılır...
Bu kısa notu da hatırlatmak istedim... Babaevi’nden haberlere tabii ki devam edeceğiz.
*P24'te yayımlanmıştır