"Babam hatıralarımda bile çalışıyor"

"Babam hatıralarımda bile çalışıyor"

 İstanbul Teknik üniversitesi kampüsünde yaşanan iş cinayetinde yaşamını yitiren 51 yaşındaki Taşeron İşçi Murat Danacı'nın oğlu Ozan Danacı, 'Babam hatıralarımda bile çalışıyor' dedi.

Evrensel'den Uğur Zenginin haberi aynen şöyle:

İstanbul Teknik Üniversitesinde 22-23 Mart tarihlerinde düzenlenen “Gör, fark et, önlem al, güvende kal” sloganıyla İş Sağlığı ve Güvenliği Günleri’nin ardından geçen 13 gün sonra 51 yaşındaki Taşeron İşçi Murat Danacı, üniversite kampüsünde yaşanan iş cinayetinde can verdi. İTÜ’nün “Gör, fark et, önlem al, güvende kal” sloganına uyarlamak gerekirse Danacı, kütüphanenin camlarını silmek için çıktığı 3. kattan düşüyor ve onu ilk ‘gör’en bir başka işçi, yerde kanlar içinde yattığını ‘fark ediyor’. Önlem? Önlem alındığını söyleyenler sadece taşeron firma oluyor.

İşçi ailesi

Murat Danacı’nın tek çocuğu var. Eşi de kendisi gibi taşeron işçi. Gençliğinde marangozluk yapan, sonrasında İTÜ’de taşeron işçiliğe başlayan Murat Danacı, oğlu Ozan’ın sözleriyle, “İşinde gücünde olan çalışmaya, para kazanmaya çalışan, ailesine sahip çıkmaya çalışan bir insan.” Ozan da müzikle ilgilenen 24 yaşında, çalışma ekonomisi mezunu bir genç. “İşçi ailenin çocuğu olarak yaptıklarımla hep onları gururlandırmaya çalıştım” diyor, “Halk konserlerine onları da götürmeye çalışırım ki bakın sizin oğlunuz, emek verdiğiniz çocuk bunları yapabiliyor diye.”

Plastik bağlama

Müzikle olan bağı önce annesinin yöresel ağızdan söylediği türküler ve sonra babasının kendisine zor bela aldığı plastik bağlamayla başlamış. “Müzikle uğraşmam gerekiyordu ama kurs yok. İşçi bir ailenin çocuğu kendini nasıl yönlendiriyorsa ben de o şekilde biraz araştırarak farklı bir şeyler yapmaya çalıştım. Annemin yöresel ağızdan söylediği türkülerle başladım. Sonra ilk enstrümanım pazarda satılan oyuncak bağlamalar oldu. Yoksulluk düzeyinde yaşasak bile param yok demezdi. Tahta bir bağlama alamadıysa da plastik bağlamayla geçindik. İlkokula daha başlamadan, plastik bağlama alınca baktım mahalledeki bütün çocuklar plastik bağlama aldırmış. Ritme, enstrümanlarına ilgi duydum, TRT İstanbul Radyosunun gençlik korosunu kazandım” diyor. 

Yüzünü görmemek

Ozan’ın hayatı böyle. Babasını, “Babam saat 6’a kalkar, işe giderdi” diyerek anlatıyor,“Kahvaltı bile yapamıyordu. Orada yaparız gibi geçiştiriyordu. Bu 15 yıldır böyleydi. İTÜ Maçka’da başlayınca bu şekilde. Beden işçisi olarak temizlik yaptı, marangozluk yaptı. En son cam silme pozisyonunda çalıştı. Eve geldiğinde çok yorgun oluyordu. Geldiği gibi bazen yemek yer bazen yemez hemen direk yatardı. Onun dışında nasıl gidiyor diye sorduğumda bazen ‘Çok yükseklere çıkmamız gerekiyordu’ diyordu. ‘Güvenlik tedbiri almaya çalışıyoruz’ diyordu. Bizi rahatlatmak için mi söylüyor bilmiyorsun. Bunu hissediyorsun. Vefat haberini yaşamasaydık zaten önlemler alınabiliyor diyebilirdik.”

Babaya uyarı

İş kazaları, iş güvenliği, iş sağlığı ile ilgili çok dersler görmüş. Babasını hep uyarıyor: “Önlem tamamen alınsa bile sen lütfen daha dikkatli ol ki bizleri yalnız bırakma, babasız bırakma. Bir yandan işçisin, taşeron var, uyarılar hiçbir zaman uygulanmıyor. Çünkü aşırı derecede yoğun çalışan, ihaleyle alınan taşeron işlerde bunlar önemsenmiyor.”

- Baban ne diyordu?

- “Ben güvenlik önlemimi alıyorum, siz merak etmeyin. Bir şekilde çalışmamız gerekiyor” diyordu. 50 yaşındaki bir insan  burada güvenlik önlemi yok diye çıkıp da başka bir yerde çalışamaz günümüzde. Ölümü bir nebze de olsa bilinçaltında göze alıyor gibi düşünüyordum ben. Bir şekilde mecbursun. İstanbul’da yaşıyorsun, her şey pahalı. Kimse seni düşünmüyor. Aileni geçindirmek zorundasın. Güvenlik önlemleri göz ardı ediliyor.

- Göze almak zorunda kalmıştı…

- Arkadaşlarıyla da görüştüğüm zaman kendileri de söylüyordu. Söylenen yeri silmek zorundayız diyorlardı. Şöyle bir konuşmam da olmuştu. Bir arkadaşı bana bir yeri gösteriyorlar, orayı silmezsen işten çık diyorlarmış. Bir şekilde ölümü sanki göze alıyorsun gibi. Bir şekilde para kazanman gerekiyor. 

- Nasıl olmuş tam olarak?

- Kamera olmadığı için, kimse görmüyor. Bir arkadaşıyla birlikte bulunduğu kat, kütüphane bölümü büyük olduğu için herkes farklı bir yerleri siliyormuş. Babam da kütüphanenin bölümünü silmeye başlamış. Arkadaşı da arkasından gidiyormuş. Arkadaşı babamın sildiği odaya giriyor camın yanında temizlik malzemeleri var ama babam yok! Babama sesleniyor, camdan aşağıya bakıyor babam aşağıda kanlar içinde. Karşı odadaki arkadaşına sesleniyor Murat abi düştü diye. İlk yardım eğitimi aldığı söylenen idare amiri geliyor, babam koma pozisyonundaymış, koma pozisyonundan çıkarmaya çalışıyor. Ağzındaki kanları boşaltmaya çalışıyor. 112’ye haber verip hastaneye götürdükten sonra bana telefon açılıyor. Telefondan Maslak Acıbadem’e gel. Baban 2. kattan düştü diyorlar. 

Murat Danacı ve diğer işçiler cam silmek için pencereden kedi yolu denilen yere atlayarak geçmek zorunda kalıyordu. Pencere ile kedi yolu arasında 70 cm’lik boşluk bulunuyor. Danacı bu boşluktan düşerek can verdi. 

"Çok uğraştık ama vefat etti"

Haberi alınca, “Babama ne oldu, öldü mü kaldı mı?” diye düşünmüş, hayatı gözünün önüne gelmiş. Doktor, “Düşerken çok şiddetli düşmüş, beyni hasar görmüş. Çok uğraştık ama vefat etti” demiş. “Aileme telefon açtım, yalan söylemek zorunda kalıyorsun. Yoğun bakımda dedim herkese. Herkes hastaneye geldi ve zaten kıyamet koptu. İTÜ’den geldiler, “Buyurun telefon numaramız budur. İhtiyaç olursa” dediler. Biz acısıyla dakikalar olmuş ben senin telefonunu ne yapayım? Kendinin gelip beni bulman gerekiyor sonraki süreçte. Annenin yanında ağlayamıyorsun, başkasıyla konuştuğunda ağlayamıyorsun. Ne kadar da yetişkin olsan bir şekilde bunu dışarıya atman gerekiyor. Mutlu, güler yüzlü bir hayat yok Mayıs ayından bu yana. Her şeyi ortada yapmaya çalışıyorum. Mutlu etmeye çalışıyorum. Psikolojik deformasyonumuzu standartlara indirmeye çalışıyorum bir şekilde ama olmuyor tabii. Dedem hayatta. O da 80’li yaşlarda. Bu yaşlardaki bir insanın başına gelebilecek belki en kötü, en vahim olayı yaşadı. Bu olaydan önce babaannemi kaybettik, ardından babamı kaybettik. Dünyası başına yıkıldı. Çünkü babam kardeşleri içinde en büyüğüydü. Çocuklarıma son görevimi yapayım, gözüm açık gitmesin derken çocuğunu kaybediyor.” 

Peki ya adalet? Ülkemizde ortalama günde 4 kişi iş cinayetinde hayatını kaybediyor. Murat için, tazminatkan parası hiçbir şey ifade etmiyor. “Benim için önemli olan” diyor, “İş kazalarının meydana gelmemesi. Bundan önceki çalışma bakanının sözlerini dinlemiştim, ‘Yeni çalışmalarımız var, sıfır kaza, iş kazalarını düşürüyoruz’ diye. Böyle bir projeden sonra vefat etmesi acı gerçek.”

Ve bir de ‘yetkililere’ sesleniyor: 

“Röportajın ana amacı şu belki bu düşüncelerimi belki gören duyan yetkililer kim varsa, ölümden sonra hemen tazminat konuşuluyor. Bunun asıl amacı şu, konu yaşam üzerinde para pul değil. İnsanlar ileriye dönük bir plan yapıyor. Tedbirlerini almazsan başına gelecek şeylerden sonra insanların hayatları yıkılıyor. Hiç insanların aklından geçmeyen bir şey iş cinayeti. Bunu yetkililerin duyması gerekiyor. İş kazasından sonra vefat edenlerin ailelerini anlaması gerekiyor. Kan parasını verelim sussunlar değil. Bundan sonra ben hayatıma babasız bir şekilde devam edeceğim. Bir insanın yaşayacağı en kötü şeylerden biri bu.”

Ozan’a soruyorum “Babanla unutamadığın bir anın var mı?” Yanıtı uzun oluyor ama anısı çok kısa: “Son bir ayda şoku atlatmaya başladım. Aileyi toplamayı çalışayım derken kendimi unutmuşum. Yavaş yavaş kendimi boşlukta hissetmeye başladım. Kendim şoktan ağlayamıyorum, ruh gibi ne gülüyor ne gülmüyor pozisyonda duruyorsun. Daha yavaş yavaş iş kazasından dolayı ölmüş diyorsun. Ev içinde de sessizlik-sakinlik oluşuyor. Sessizlikten de kendine pay biçiyorsun. İşçi aile hiçbir zaman çocuklarıyla güzel bir iletişim sağlayamıyor. Bu insanın yaradılışından ötürü değil, bu zamanla ilgili bir şey. Cumartesi de çalışıyordu, Pazar da çalışıyordu. Dolayısıyla zaman bulamıyordu. Bulduğu zamanı kendine ayırıyor, vücudun dinlenmesi gerekiyor. Benim bu konuda babamla sürekli bir iletişim halinde olduğum bir pozisyon yok. Onlar çalışıyor ben okumaya çalışıyorum derken zaman geçti. Babam aklıma geldiğinde tek anım bana bir kere bile vurmamıştır, alttan alarak konuşmuştur ve adlarını bilmese bile çaldığım enstrümanları oturur dinlerdi. Onun dışında da başka da bir şey yok.”

Önlem ve İTÜ

Baba asgari ücretle de olsa İTÜ’de çalışıyor, kütüphanenin camlarını siliyor, o kütüphaneye doçentler, profesörler giriyor. “Dolayısıyla güvenli, hiçbir şey olmazsa onlar kötü çalıştırtmazlar” diye düşünmüş Ozan. Taşeron firma aklında yok. “Profesörlerin, doçentlerin yanında bu insanlar sayfalarca tez yazmış, iş güvenliğine önem verir önlemleri alırlar diyordum” diyor.

- Alınmış önlem var mı, halat vs. bağlı mıymış?

- İfadelerde şöyle şeyler var. Taşeron firma önlemlerin alındığını iddia ediyor tabii. Başkası da yok diyor. Kamera da yok. Bilmiyorsun. Maddi ve manevi dava açmaya hazırlanıyoruz. Şu an adli tıptan gelecek sonuçları bekliyoruz.

-  İTÜ yönetimi sonrasında ne yaptı?

- Numara vermeye çalıştılar. Hastanede ama numarayı aldım mı almadım mı onu da hatırlamıyorum. Konuştuklarını hatırlıyorum “Elimizden ne geliyorsa yanınızdayız” dediler. Zaten elinden geleni babam ölmeden yapman gerekiyordu. Ben üniversite okumasaydım başka psikolojide olabilirdim. Benim kimsenin numarasına ihtiyacım yok. Önemli bir üniversitede iş cinayeti olmuş ve bunun ardından bir telefon bile açılmamış. Rektör de aramadı, kimse gelmedi, gitmedi. O anlardan sonra insan kendine gelip bir boşluk hissetmeye başlıyor. Sana değer veren insanlardan görmen gerekiyor. İTÜ hocalarından, yetkililerinden beklerdim. Rektördür önemli bir makam büyük bir insan gibi düşünüyorsun. Ama öyle değil. Firmadan ilk haftada geldi. Babamı Sivas’a defnettik. Köyden geldik. İkinci hafta da ben sorumluyum, şirket yetkilisiyim diye geldi.