"Babam parkta mendil satmak yerine oyun oynadığımı görünce beni döverek bu durağa getirdi"

"Babam parkta mendil satmak yerine oyun oynadığımı görünce beni döverek bu durağa getirdi"

Otobüs duraklarında ya da üstgeçitlerde mendil ve su satan çocuklar neler yaşadıklarını anlattı. Konuşmamaları için sıkı sıkı tembihlenen çocuklardan biri "Babam önceleri mendillerimi satmam için beni parka bırakıp akşam da alıyordu. Orada hep oyun oynuyordum. Ama babam oyun oynadığımı görünce beni döverek parktan götürdü. Bu durağa getirdi. Bir daha o parka hiç gidemedim" dedi. 

Cumhuriyet gazetesinden Demet Yalçın Güneş'in haberi şöyle:

Her gün gelip geçtiğimiz otobüs duraklarında, bir kaldırım kenarında ya da bir hastane çıkışında görüyoruz onları. Kiminin elinde, karşılaştıkları yaşlı teyzeye satmaya çalıştıkları bir mendil ya da su... Kimi de ezberletilmiş birkaç tümceyle dilenerek kazanıyor parasını. Çelimsiz bedenleriyle, yılgın bir o kadar da hırçın olarak çıkıyorlar karşımıza. Kim mi bunlar? Küçük bedenleriyle, anne-babaları ya da kirli eller tarafından sokaklara salınarak çalıştırılan, mendilci, dilenci çocuklar.

Kimi Suriyeli, kimi de Anadolu’nun birçok köyünden İstanbul’un göbeğine getirilmiş küçük bedenler... Adları Murat, Sinem, Veysel, Mukaddes, Fatma... Hepsinin yazgısı ortak. Gelecekte toplumun emanet edildiği aydın bir nesil olarak yetiştirilmesi gerekirken karanlık siluetler tarafından tehlikeli sokaklara gönderilen körpeler...

Abla sana su aldım

Mecidiyeköy’de bir haziran öğleni çıktı karşıma küçük Fatma. Saçları adeta dünyanın tüm güzelliklerinden kopartılmışçasına, özensiz ve kısacık kesilmiş, kızdan çok bir erkek çocuğunu anımsatan küçük satıcının yanına geldiğimde, bedeninin bakımsızlık ve yorgunluktan ne kadar yıprandığını düşünerek titrek sesimle, “Bir su alabilir miyim” dedim. Sorumun karşılığını, “Ben mendil satıyorum. Bende su yok abla”, diyen ürkek bir sesle verdi. “Olsun o halde ben de bir mendil alayım” diyerek cebimdeki bozuk parayı minik kızın avcuna bıraktım. Ardından yarım saat sonra yeniden gelecek olan otobüsüme binmek için duraktaki banka geçip beklemeye koyuldum. Elimdeki kitabın sayfalarını çevirirken, “Abla ben Fatma. Az önce bana verdiğin parayla sana su aldım” diyen dünyanın en menfaatsiz ve en mahsum sesiyle, sessizliğim birdenbire bozuldu. Kapağını açtığı suyu bana uzatarak “Haydi iç” dedi. Çocuk bana sattığı mendilin parasıyla su almış demek. Minik bir jest ve nezaketle bana verilen bu insanlık dersi karşısında ağlamamak için kendimi zor tuttum.

Bisiklet hayali

İlerleyen günlerde de bu duraktaki en iyi arkadaşım oldu küçük Fatma. Öyle ki gazeteden erken çıktığım günlerde onu görmeden eve gitmiyordum. Birileri tarafından korkutulduğu ve sıkı sıkı tembihlendiği o kadar belliydi ki... Minik kalbini ve hayallerini bana açtığı günlerde ise Fatma, dilinin döndüğünce anlattı: Yedi kardeşim var. Beş yaşındayım ve hep mendil satıyorum. Oyun oynamama kızıyorlar. Bisiklete binmeyi çok istiyorum. Ben mendil satmak yerine parka gitmek istiyorum. Babam önceleri mendillerimi satmam için beni parka bırakıp akşam da alıyordu. Orada hep oyun oynuyordum. Ama babam oyun oynadığımı görünce beni döverek parktan götürdü. Bu durağa getirdi. Bir daha o parka hiç gidemedim. Mendil ve su satan çocukların her biri öyle bir tembihlenmiş ki ağızlarını bıçak açmıyor. Ağızlarından zorla laf aldıklarımız ise bakın neler anlatıyor medim. Ne bisikletli çocukları görebildim ne de oynayabildim.

Zaman hızla akıp gidiyor. Küçük Fatma’yı tanıyalı tam dört ay olmuş. En son buluşmamızda beni hayalindeki bisikleti çizdiği bir resimle karşılıyor Fatma. “İşte böyle bisiklette dolaşmak isterdim” diyor. Beş on dakika sonra aklıma bir fikir geliyor ve yakındaki bir parka atıyorum kendimi. Karşıma Deniz adında bir üniversite öğrencisi çıkıyor. Soluğu Fatma’nın bulunduğu otobüs durağında alıyoruz. Minik Fatma yaşına uygun olmayan bisikletin üzerinde sevinç çığlıkları, şen kahkahalar atıyor. Yüreği çocuk, hayalleri çocuk, umutları çocuk ama sırtına yüklenen yükler büyük. İşte onu son gördüğüm yer o otobüs durağı... Bir daha da bu durağa gelmedi o. Acaba onu bir ağaç gölgesinde gizlice gözetleyen ve kazandığı paraları elinden alan babası mı görüp kızmıştı? Şimdi neredeydi minik Fatma?

Aç uyuyorum

Esenyurt’un ara sokaklarında kaldırım kenarında dilenen annesinin yanında oturan yeşil gözlü kız çocuğu, sert bir bakışın gizlediği acılı bir öyküyü de saklıyor gibiydi gözlerinin içinde... Annesi dinlenirken kardeşiyle oyun oynayan bu küçük kızın hüzünlü yeşilgözlerini yakından görmek için oturduğu kaldırıma çömeliyorum. Biraz sohbet ettikten sonra da çoğu geceler aç uyuduğunu, annesi dilenirken oturduğu kaldırımlarda çok üşüdüğünü ve sevgisiz bırakılan kalbinin hayata nasıl yenik başladığını öğreniyorum.

Dilenmeyince evden atıldım

Uykusuzluktan bitkin düşmüş Ferda’yı görünce dayanamayıp soruyorum: Gün yeni ağardı. Annen baban yok mu senin? Haydi evine.... Karşıdan gelen “Babam da dilenmeyi kabul etmeyince evden kovdu beni” cevabı boğazıma düğüm gibi saplanıyor.

Zaten evde babam dövecek bir de sen dövme

Avcılar metrobüs durağında altı-yedi kişilik bir akraba grubu mendil satan ve dilenen Suriyeli çocuklar onlar. Adları Yusuf, Muhammed, Ayşe, Emine, Ümmühan, Eflin... Sevgisizliğin ve terk edildikleri kaderin acısını çıkarırcasına hırçın ve doyasıya yaşayamadıkları çocuklukları için de bir o kadar endişeliler. Topladıkları para yetersiz olduğu için kardeşinin boğazına sarılan Muhammed’i fark eden küçük kardeş Emine kulaklarını, Ayşe ise yüzünü kapatıyor. İki çocukta ardından, “Bizi dövme. Zaten eve gidince babam dövecek” diyerek, dayak zoruyla kendilerine diretilen bu hayata göz yumduklarını kanıtlıyorlar.

Müzik öğretmeni olacağım

Beylikdüzü’nün nemli bir sabahında, merdivenlerini çıktığım üstgeçitte çalan melodika sesiyle, az önce uyanmışlığın verdiği mayhoşluğu üzerimden atarak adeta kendime geliyorum. Geçidin tam orta yerinden gelen, kulak verdiğim sese doğru ilerlediğimde, karşıma güneşin esmer tenini daha da kavruk hale getirdiği Tuba adlı kız çocuğu çıkıyor.

- Tuba’cığım okula gitmek yerine neden burada çalışıyorsun? Seni kim çalıştırıyor?

Her sabah annem ya da babam beni buraya getiriyor. Geçidin altında yengem çocuğuyla dileniyor.

- Günlük ne kadar kazanıyorsun ve bu paraları ne yapıyorsun?

30 Tl. Her akşam evin salonunda bekleyen babama veriyoruz. O da bizden aldığı tüm paraları akşam eve gelen bir adama veriyor. Bence babam bizi çalıştırıyor. O adam da babamı.

- Yeterli para kazanamayınca şiddet görüyor musun?

Hayır. Çünkü ben hep babama para götürünce kafamı okşuyor. Ancak dilenen annem ve abim, istediği parayı getiremeyince hep dövüyor.

- Geleceğe dair hayallerin yok mu?

Hem de çok. Biz dinlenirken ya da ben melodikamı çalarken hep bizi gözetleyen bir akrabamız oluyor. Eğer kazandığımız paradan bir kuruş bile alsak hemen gelip dövüyor. Ama ben yine de arada kazancımdan gizli alıp biriktiriyorum. Çünkü ne olursa olsun okuyup bu hayattan kurtulacağım.

- Okuyup ne olacaksın?

Müzik öğretmeni elbette.