Dr. BURAK ÇELİKGalatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK), ‘Bağımsız Adayların Başvurularında Kullanılacak Usullerle İlgili Kararı’ 17 Mart 2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlandı. Bu kararda, bağımsız olarak seçime katılabilmek için yatırılması gereken ücret 7 bin 734 lira olarak belirlendi. Özellikle 2007 seçimlerinde söz konusu bedelin 446 lira olarak saptanmış olması karşısında, bu tutar basında YSK’nın bağımsız aday başvurusu ücretlerine zam yaptığı biçiminde yorumlandı ve haklı olarak tepki topladı. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA.DER), kararın Anayasanın 10. ve 13. maddelerine aykırı olduğunu ve YSK tarafından geri alınması gerektiği görüşünü dile getirdi. Anayasanın 10. ve 13. maddeleri Gerçekten de söz konusu kararın Anayasanın anılan maddelerine uygun göründüğünü söylemek kolay değil. Bir siyasal parti listesinden aday olmak için siyasal partilerin talep ettiği adaylık ücretinin en fazla 3 bin lira olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bağımsız adaylardan 7 bin liranın üzerinde bir bedel talep edilmesi, partili adaylar ile bağımsız adaylar arasında açık bir eşitsizlik yaratıyor. Dolayısıyla bu durum Anayasanın eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesine aykırı görünüyor. Temel hak ve özgürlüklerin nasıl ve hangi ölçütlere göre sınırlanabileceğini düzenleyen 13. madde açısından bakıldığında ise, bu sınırlamanın hem ‘hakkın özüne dokunma yasağı’na hem de ‘ölçülülük ilkesi’ne aykırı göründüğünü söylemek olanaklı. Anılan maddeye göre ‘temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın, yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.’ Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre, ‘temel hak ve özgürlüklerin amacına uygun biçimde kullanılmasını son derece zorlaştıran’, bunları ‘örtülü bir biçimde kullanılamaz hale koyan’, ‘ciddi surette güçleştiren’, ‘amacına ulaşmasını önleyen’, ‘etkisini ortadan kaldıran’ sınırlamaların hakkın özüne dokunur nitelikte görüldüğü de burada belirtilmeli.İHAS’a aykırılık Söz konusu sınırlama, yalnızca Anayasaya değil, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine de (İHAS) aykırı görünüyor. İHAS’a Ek 1 Numaralı Protokolün 3. maddesi serbest seçim hakkını düzenliyor. İnsan Hakları Mahkemesi, yasama organı seçimlerinde aday olmanın bu Protokolle güvence altına alınan bireysel bir hak olduğunu kabul ediyor. Bu hakkın, hukukun üstünlüğüne dayalı gerçek bir demokrasinin kurulup geliştirilebilmesi için temel ve yaşamsal bir öneminin bulunduğunu belirtiyor. Üstelik, seçimler konusunda taraf devletlere belli bir takdir alanı bırakmakla birlikte, seçme ve seçilme haklarının yerine getirilmesi bakımından devletlerin olumlu edim yükümlülüğünün bulunduğunu vurguluyor. Bir başka deyişle, devlete bu hakların en uygun biçimde kullanılabilmesi için harekete geçme ödevi yüklüyor (Örn. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Yumak ve Sadak/Türkiye, Petkov vd./Bulgaristan kararları). Bu noktada, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla yasaların çatışması durumunda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı yönündeki Anayasa hükmü de ayrıca anımsatılmalı. Ne yapılabilir? Anayasaya göre (md. 79/2), YSK kararları kesin nitelikte. Yani bunlara karşı yargı yoluna gidilemiyor. Bununla birlikte, bu kararlara karşı, yine Yüksek Seçim Kuruluna itiraz etme olanağı bulunuyor. Öte yandan olası bir itirazda, yukarıda dile getirilen hususların yanında bir başka noktaya daha dikkat çekilebilir. YSK’nin söz konusu kararının dayanağı, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun 21. maddesi. Anılan maddenin son fıkrasında, bağımsız adaylık için başvuranların ‘en yüksek derecedeki devlet memuruna mali haklar kapsamında yapılmakta olan her türlü ödemelerin bir aylık brüt tutarı kadar parayı ilgili mal sandığına emaneten yatırmaları’ gerektiği öngörülmüş durumda. Söz konusu düzenlemenin 8 Nisan 2010 tarihli ve 5980 sayılı yasayla değiştirildiği belirtilmeli (RG. 10.04.2010). Maddenin değişiklik öncesi biçiminde bu tutarın ‘en yüksek derecedeki devlet memurunun brüt aylığı kadar para’ biçiminde düzenlenmiş olduğu da. ‘Devlet Memurları Aylık Katsayı Oranları’na göre, bu tutarın 2007 yılında 446 liraya, 2011’de ise yaklaşık 590 liraya denk geldiğinin altı da önemle çizilmeli. Yüksek Seçim Kurulu önünde ileri sürülecek bir itirazın temel dayanak noktalarından birini, 2839 sayılı yasanın 21. maddesinde yapılan değişikliğin Haziran 2011 seçimlerinde uygulanamayacağı savı oluşturabilir. Çünkü, Anayasanın 67. maddesinin son fıkrasına göre, ‘seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.’ Bu noktada, seçimlerin 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacağı; anılan yasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihin ise söz konusu düzenlemenin Resmi Gazetede yayımlandığı tarih olan 10 Nisan 2010 olduğu; dolayısıyla bir yıllık sürenin geçmiş olduğu düşünülebilir. Ne var ki, 12 Haziran 2011, aslında oy verme günüdür. ‘Seçim’ ise, yalnızca oy vermeden ibaret bir süreç değildir; seçmen listelerinin oluşturulması, adayların belirlenmesi, seçim kurullarının oluşturulması gibi oy verme öncesi işleri de kapsar. Bu açıdan bakıldığında, TBMM’nin seçim kararını 3 Mart 2011 tarihinde aldığı, YSK’nin ise seçimin başlangıç tarihini 14 Mart 2011 olarak belirlediği vurgulanmalı. YSK’nin, seçim takvimine ilişkin söz konusu kararında (RG. 09.03.2011), ‘Yüksek Seçim Kurulunun yerleşmiş uygulamalarına göre, seçim işlemlerinin ve seçim sürecinin işlemeye başladığı tarihin, aynı zamanda seçimin başlangıç tarihi olarak kabul edildiği’ni belirttiği de göz önüne alındığında, Kurula bu gerekçelerle itiraz edilmesi en azından denenmeye değer bir yol gibi görünüyor.