T24 Haber Merkezi
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, HDP İzmir binasında yapılan saldırıya ilişkin olarak, "Katilin bozkurt işareti yapan ve silah tutan halini resmeden fotoğrafları sanki bir yerlerde hazırda bekletiliyormuş gibi anında servis edilmiştir. Biz bu cinayeti reddediyoruz. Katilin ve işbirlikçilerinin en ağır cezaya çarptırılmasını istiyoruz" dedi. Bahçeli, parti çalışanı Deniz Poyraz'ın öldürülmesine ilişkin olarak da "Öldürülen Deniz Poyraz’ın kim olduğunu ben size söyleyeyim, PKK’nın kırsal katılım sorumlusu, şehirden dağa çıkmak isteyen PKK sempatizanlarını terör kamplarına sevk eden halkanın içinde yer alan milis işbirlikçidir. Milis işbirlikçi, köy, kasaba ve şehirlerde yalnız ve sahipsiz görülen kişileri terör örgütüne devşirmek için çalışan, örgütün hain eylemlerine yardım ve yataklık yapan terörist demektir" ifadelerini kullandı.
MHP lideri Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, muhalefeti hedef aldı. Bahçeli, HDP binasına yapılan saldırıyla ilgili olarak, "CHP, HDP, İP, Halk Tv, yazı ve haberleriyle tahrik kampanyasının medya ayağını teşkil eden kiralık yazar ve gazeteciler hem soruşturma hem de kovuşturma süreçlerine alacakları özel bir izinle müdahil olmalı, olayın iç yüzünün aydınlığa kavuşmasına cesaretleri varsa hizmet etmelidirler" dedi.
Bahçeli, AYM'nin HDP'ye yönelik kapatma iddianamesini kabul etmesiyle ilgili olarak, "Hayırlı bir gelişme, adaletin tecelli açısından ümit verici bir tesellidir. Hukuk varsa, adalet hakimse, Türkiye tarihi haklarından ve milli bekasını savunmaktan vazgeçmemişse, terörizmin siyaset ayağı, hiçbir ad altında açılmamak üzere kapatılmalıdır" yorumunu yaptı.
Bahçeli, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ülke nüfusunun yüzde 54'ünün CHP'li belediyeler tarafından yönetildiğini vurgulamasına tepki gösterirken, ''CHP'li belediyeler özerk bir yönetim değildir. Bu bize göre potansiyel bir ayrımcılığın, devlet içinde başka devlet varmış gibi değerlendirme yapmanın bir diğer şeklidir'' dedi.
Bahçeli'nin açıklamasından satır başları şöyle:
"Nükseden bunalımların kökeninde sağlıklı ve dengeli bir iktidar muhalefet ilişkilerinin kurumsallaşmaması yatmaktadır. Böylesi bir ortamın yokluğu bir yandan siyasi sistemin çözüm ve değer üretme kabiliyetini ortadan kaldırırken öte yandan meşruluk ve çoğulculuk tartışmalarını da ister istemez beraberinde getirmektedir. Ülkemizde demokrasinin temel zafiyetlerinden birini teşkil eden demokratik uzlaşma kültüründen mahrumiyet hedeflenen siyasi istikrarın tesisi önünde ciddi bir engel olarak var ola gelmiştir.
CHP'nin 18-20 Haziran 2021'de düzenlenen belediye başkanları çalıştayının açılışında konuşan Kılıçdaroğlu, geçmiş beyanlarıyla ters düşmüş, baltayı taşa vurmuştur. Siyasi hıncına yenilen, akli melekeleri mefhuç hali gelen bu zatın ne sözü sözdür ne siyaset anlayışı ülke ve millet yararınadır. Kılıçdaroğlu nüfusun yüzde 54'ünün CHP'li belediyeler tarafından yönetildiğini dillendirmiştir. CHP'li belediyeler devletin hükmü şahsiyetinden bağımsız ya da özerk bir yönetim değildir. Bu belediyeler gökten zembille inmemiş, Kılıçdaroğlu'nun terekesinden çıkmamıştır. Nüfusun yüzde 54'ünün CHP'li belediyeler tarafından yönetildiğini vurgulamak, devlet içinde başka bir devlet varmış gibi değerlendirme yapmanın diğer bir şeklidir. Kılıçdaroğlu'nun ağsındaki bakla zehirlidir. Belediye yönetimleri millete hizmetin ilk halkasıdır. Belediye başkanları da seçildikleri ilk andan itibaren parti aidiyeti ne olursa olsun yörelerindekileri kucaklamakla mükelleftir. Kılıçdaroğlu bildiğimiz kadarıyla hazine bulmadı, kendi adına darphane kurmadı, faturayı da cebinden ödemedi. İhtiyaç sahibi vatandaşlarımıza ne yapıldıysa helali hoş olsun. Devletimizin imkanlarıyla, vergilerle muhtaçlara ulaşıldı. Her belediye başkanı görevinin gereğini yapmış, Kılıçdaroğlu da böbürlenerek istismara yakayı kaptırmıştır. Bu ayıplı bir siyaset. Biz hangi Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarına inanalım? Covid salgını boyunca bir yandan gece yatağa aç girenlerden şikayet eden, yoksulluğun artışından bahseden Kılıçdaroğlu'na mı kulak verelim yoksa 5 milyona yakın aileye yardım yaptıklarını kasılarak anlatan Kılıçdaroğlu'nu mu ciddiye alalım? Bu Kılıçdaroğlu'nun kaç yüzü vardır?
Biz demiyoruz ki hiç sorun yoktur, her şey güllük gülistanlıktır, bir elimiz yağda bir elimiz baldadır. Fakat CHP yönetiminin anlattığı gibi kötümser bir Türkiye tablosu söz konusu değlidir. Meseleleri kavrayan, vatandaşlarımızla bir arada olan bir Türkiye gerçeği vardır. Kıskananların çatlaması da beklenmelidir.
Askıda ekmek kampanyamızı tenkit edenler, askıda fatura kampanyasına geçtiler. Yapanı alkışlarız. Mağduriyetin giderilmesinden memnun oluruz.
Kılıçdaroğlu 5 CHP'li belediyelinin 13 bin 338 sanatçıya yardım yaptığını söylemiş. Bunlar kimlerdir? Sanatçı kisvesine bürünmüş bölücülere, Türkiye muhaliflerine belediye imkanları peşkeş çekilmiş midir? Kılıçdaroğlu'nun dost katalogunda isimleri yazılı mıdır? Kılıçdaroğlu'nun birlikte iktidar olmayı hedeflediği dostları arasında PKK'nın FETÖ'nün DHKPC'nin dış güçlerin Türk düşmanlarının sıralamadaki yeri neresidir? Demokraside iktidara dostlarla değil milletle ulaşılır. Dostlarla güvenen, şartlar değiştiğinde postuna dolacak samanı da öngörmelidir. Terörist Demirtaş, Kılıçdaroğlu'nun dostu mudur? Muharrem İnce de hala dost mu görülmektedir? Kılıçdaroğlu'na tavsiyem akşamları video çekip paylaşmak yerine Zeki Müren'in Eski Dostlar şarkısını dinleyerek kendisini avutmasıdır.
Biz zillete düşenleri, Kılıçdaroğlu'nu ve sabıkalı dostlarını çok iyi biliriz. Varsın onlar ne idüğü belirsiz dostlarıyla kucaklaşsın, biz milletle kucaklayacağız.
Kılıçdaroğlu dost desin kıvransın, biz Türkiye diyeceğiz, Türklüğün onurunu yaşayacağız. Onlar dostlarıyla iktidar olacağız ezberine takılsalar ne yazar, biz cumhurun muhteşem iradesiyle Türkiye'yi geleceğin süper gücü yapacağız. Erken seçimi daha çok biz iktidara gelmek için değil, bu millet beladan kurtulsun diye istiyoruz diyen Kılıçdaroğlu, belanın iptiladan, iptilanın müpteladan geldiğini unutmasın. Türk milletinin dost diye düşmana ganimet olmayacağını, zilletle pekişmiş kafasına soksun.
Harcı adalet olmayan bir toplum veya devletin binası çürüktür. Kuvvetsiz adalet ve adaletsiz kuvvet iki büyük felakettir. Türk milleti adaletiyle sivrilmiş, adından gururla bahsettirmiştir. Hz. Mevlana'nın dediği gibi, 'adalet ağaçları sulamak, zulüm ise dikene su vermektir.' Biz dikene su verenlerden olmayacağız, bizi bilen bilir, bilmeyen de kendi gibi bilir.
Devlet duyguyla değil, akılla yönetilir, devlet kin ve nefretle değil adaletle muamele eder. Tehdit ne denli çetin, ne kadar derin olsa da devlet yönetimi adalet ve hukukun çizdiği sınırlardan taviz vermez, vermemelidir.
Terörle ve bölücülükle mücadele de aynen böyle olmalıdır. Bu mücadelede başarının önündeki engellerden en önemlisi terörizm ile bölücük arasındaki ilişkiyi algılamakta sorun yaşayan çevrelerin varlığıdır. MHP yıllardır terörü ve terör örgütünü yalnızca kanlı eylemlerinden ibaret görmekten uzak bir anlayışla, daha yukarıdan yorumlama ve değerlendirme çabasında olmuştur.
37 yıldır kanlı eylemleriyle ülkemizin ilk gündemi haline gelen PKK terörünün bir amaç değil araç olduğu ortadadır. Kurulduğu ilk yıllardan itibaren PKK'nın Türkiye üzerinde emelleri olan her devletin kullandığı uluslarüstü bir baskı ve pazarlık mekanizması olarak şiddete ve teröre başvurduğu bir gerçektir. Millet varlığına kast eden PKK terörü ile mücadele ve teröristlerin imhası yıllardır en üst seviyede büyük bir fedakarlıkla sürdürülmüştür. Çok sayıda şehir verilmiş, çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır. Ülkemiz başka sahalara ayırması gereken maddi imkanlarını haklı olarak terörle mücadeleye aktarmış, bu konuda da kayıplar yaşanmıştır.
PKK terörünü silahsız bölücülükten, bölücü faaliyetleri de bölgemizdeki küresel projelerden bağımsız düşünmek ve birbirinin içinden çıktığını görmeden tek tek ele almak hepimizi yanlış sonuçlara ve sebeplere götürecektir.
Yalnızca son 20 yılın Irak ve Suriye coğrafyalarındaki gelişmelerini incelediğimizde, PKK, YPG ve PYD terörünün arkasında Türkiye üzerinde hesabı olanların tamamının hüvviyetlerini görmek mümkündür. Devletin terörle mücadeleden sorumlu veya yetki verilmiş resmi makamlarının zaman zaman bunları dile getirdiği, şikayetçi olduğu malumunuzdur.
Türkiye, PKK'nın ve bölücülüğün arkasındaki küresel aktörleri her platformda, muhataplarının yüzüne vurmuştur. NATO Zirvesi'nde Sayın Cumhurbaşkanı'nın ABD Başkanı'na yaptığı da budur. Bakü'de gazetecilere verdiği beyanatı ile ABD'nin müttefik olarak PKK/YPG'yi mi yoksa Türkiye'yi mi gördüğünü açık yüreklilikle sormuştur.
Özellikle ABD'nin son 30 yılda komşumuz Irak'a yönelik 2 ayrı savaşının siyasi sonuçlarını sebepleriyle değerlendirdiğimizde, Türkiye'yi kıvama getirmek için kullanılan bölücülük ve bölücü terör oyununu her yönüyle berraklaştıracaktır.
HDP bu oyunda asal bir figüran, asıl bir faildir. Parti görünümlü bu bölücü odağın kumanda odası, zalimlerin denetim ve kontrolündedir. PKK, silahlı saldırı konusunda kışkırtçılık tembihlenirken, HDP silahsız bölücülüğün maşası olarak görevlendirilmiştir. Türkiye üzerinden oyun kuranların tıpkı bir asır önce olduğu gibi yine bölücülük üzerinden yürüdükleri net olarak görülmüştür. Otu çekip köküne bakıldığında HDP'nin PKK'dan, PKK'nın HDP'den farklı olmadığı gerçeği ortaya çıkacaktır.
Konu sıradan bir asayişsizlik veya organize suç şebekesi konusu değil, Türkiye'nin var oluş ve yok oluş davasıdır. Buna tarafsız ve tepkisiz kalanların ihanete ortaklıkları tartışmasızdır.
AYM Genel Kurulu'nun HDP'nin kapatılması istemiyle açılan davanın ilkini reddedip ikincisini kabul etmesi bize göre hayırlı bir gelişme, adaletin tecelli açısından ümit verici bir tesellidir. Hukuk varsa, adalet hakimse, Türkiye tarihi haklarından ve milli bekasını savunmaktan vazgeçmemişse, terörizmin siyaset ayağı, hiçbir ad altında açılmamak üzere kapatılmalıdır.
Kılıçdaroğlu eline vicdanına koyup söylesin, kimin yanındadır? Bölcülüğü ve şiddeti, terörü mü destekliyor? Yoksa Türkiye'nin ve şühedanın safında mı duruyor? Bu meselenin arası, ortası, kıyısı, köşesi, şurası, burası yoktur. Artık seçenek kalmamıştır. Ya ihanet kazanacak ya da millet iradesi ihaneti kazıya kazıya temelinden söküp atacaktır.
Kılıçdaroğlu 'demokrasilerde parti kapatmak yanlıştır' diyor, halt ediyor. HDP'yi savunuyor, bölücülüğün avukatlığına utanmadan soyunuyor. O dediği meşruiyet ve hukuk sınırları içinde faliyet gösteren partiler için geçerlidir. HDP bunun dışındadır ve parti marti de değildir. Adalet ve vicdan terazisi bu rezalete onay veremez. Cinayetleri normal göremez. HDP'nin pek çok vahim özelliğinin yanında Türk demokrasisine biçilmiş kefen, doğrultulmuş silah, tuzaklanmış patlayıcı, döşenmiş mayındır. HDP kapatılmalıdır, bu örgütün bölücü yöneticileri hakkında hukuk ve adalet tesirini mutlak sürette göstermelidir.
Boğaza nazır şatafatlı mekânlarda, sıcak kumların üzerinde, magazinleşmiş hayatlarının derinlerine sinmiş aşağılık kompleksleri eşliğinde, demlene demlene demokrasi edebiyatı yapanlara hayat çok parlak, dünya bunlara çok güzeldir.
Lüks otellerin lobilerinde “bu kadar oy alan bir parti kapatılır mı, Türkiye’nin çivisi çıktı, bu ülke nereye gidiyor” ahkamı kesenlerin yedikleri önünde yemedikleri arkalarındadır.
İnsanın haya perdesi yırtıldı mı, kalbi taşlaştı mı olması beklenen tamamıyla bu kokuşmuşluktur.
Meseleyi demokrasiyle telif ve tercüme etmeye çalışanlar, bir saatliğine de olsa bu vatanın yalçın kayalarında, karlı ovalarında, buz kesmiş gecelerinde ellerine silah alıp nöbete girsinler de görelim adamlıklarını?
Bu vatanı korumak yalnızca ve yalnızca Anadolu’nun kavruk yüzlü yiğitlerinin mi sorumluluğu altındadır?
Nerede bu yüz karası televoleciler, nerede bu eğlence dolu gecelere akan kimliksizler, ne yapıyor bohem hayatın lekeli müdavimleri?
Millet salgınla boğuşurken İzmir Alaçatı’da, Bodrum Yalıkavak’ta, İstanbul Nişantaşı’nda nasıl caka satıyorlarsa, buyursunlar saltanat sürdükleri bu vatanın külfetine de bir zahmet katlanmayı denesinler.
Dilemem ama, ailelerinden birisi teröre kurban gitseydi, yine böyle abuk sabuk konuşmaya yürekleri elverecek miydi?
HDP’nin hukuk konusu olduğu bir dönemde, şu tuhaf zamanlamaya bakınız ki, İzmir HDP il binasına yapılan hunhar saldırı ve suikast elbette şiddetli bir provokasyon, alçak bir komplo olarak değerlendirilmelidir.
Son dönemlerde yaşanan iç ve dış gelişmelerin şifreleri çözüldüğünde karşımıza manidar ve üzerinde dikkatle durulması lazım gelen irtibat ve ilişki ağları çıkmaktadır.
10 Haziran 2021’de, Birleşik Krallık Başbakanı’yla ABD Başkanı arasında “Yeni Atlantik Şartı” imzalanmıştır.
Bu çerçevede, demokrasi kurumuyla açık toplumun savunulması, şeffaflık, hukukun üstünlüğü, sivil toplumun ve bağımsız medyanın desteklenmesi, adaletsizlik ve eşitsizlikle mücadele ön plana çıkmıştır.
Müteakiben 11-13 Haziran 2021 tarihlerinde G-7 Liderler Zirvesi toplanmış, demokrasi, özgürlük, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı vurgusu yapılmıştır.
14 Haziran 2021’de NATO Liderler Zirvesi, 15 Haziran 2021’de de AB-ABD Zirvesi gerçekleştirilmiştir.
Bilhassa NATO’nun 2030 Vizyon Belgesi’ne yapılan atıf kapsamında, ittifakın siyasi boyutunun önümüzdeki süreçte güçlendirileceği, yolsuzlukla mücadelenin NATO için önem taşıdığı ifade edilmiş, nihayetinde demokrasinin destekleneceği kayıt altına alınmıştır.
AB-ABD Zirvesi’nde ise, yine demokrasinin sahiplenileceği, otoriterliğin her türlü şeklinin reddedileceği hususuna temas edilmiştir.
Hiç kimse ne var bunlarda demesin, zarfa değil mazrufa bakmak, söylenenden ziyade maskeli küresel senaryonun devreye alınma niyetine odaklanmak, ayrıntıya istiflenmiş sinsi hedefleri tefrik etmek sorumlu ve milli bir siyaset marifetidir.
Bu gelişmeler yaşandıktan sonra TÜSİAD Başkanı hemen pozisyon almış, kulağına üflenen yalan yanlış bilgilerle hükümeti, ekonomiyi, hukuk ve demokrasi konularındaki eleştirilerini sıralamıştır.
Bize göre zamanlama ilginçtir.
TÜSİAD, son dönemlerde hukuk devletiyle hiçbir şekilde bağdaşmayacak karanlık ve karmaşık ilişki ağlarından muzdarip olduğunu ileri sürmüştür.
Türkiye bir hukuk devletidir, hukukun üstünlüğü de egemendir.
TÜSİAD’ın dış tazyiklere, dış telkinlere değil, milletimizin gerçeklerine, milli güvenliğimizin haysiyetine saygı ve riayeti paradan daha önemli olan bir şeref meselesidir.
Ve İzmir HDP il binasına yapılan saldırı da süreci başka bir noktaya taşımıştır.
Saldırganın ifade tutanağı uyanık bir şuurla analiz edildiğinde, meczup olmadığı, tek başına hareket etmediği, bilinçli bir eylem içinde eyleme geçtiği hemen fark edilecektir.
Lütfen dikkat buyurunuz, öyle bir gün seçilmiştir ki, binada tek bir HDP’li yönetici yoktur, hatta planlı bir toplantı da iptal edilmiştir.
Tıpkı Ankara Gar patlamasında, tıpkı Suruç katliamında olduğu gibi, HDP’liler araziye uymuşlar, birden bire kayıplara karışmışlardır.
Olayın vuku bulduğu gün, ne hikmetse, çay servisi yapan asıl şahsın yerine yardım amacıyla kızı binaya gelmiştir.
Cinayete kurban giden Deniz Poyraz’ın masada yarım bıraktığı kağıt bardaktan içtiği çay ile yediği domates ve zeytin, kısa süre içinde Türkiye aleyhtarlarının propaganda görseli olarak kullanılmıştır.
Katilin ise bozkurt işareti yapan ve silah tutan halini resmeden fotoğrafları sanki bir yerlerde hazırda bekletiliyormuş gibi anında servis edilmiştir.
Yani bir taşla daldaki birden fazla kuşun vurulması hedeflenmiştir.
Altını kalın bir şekilde çizerek soruyorum; bu katil gerçekte kimdir?
HTS kayıtları çıkarılmış mıdır? Bağ ve bağlantıları kimleri ve nereleri işaret etmektedir?
Provokasyonun içinde derin PKK’nın, yabancı istihbarat örgütlerinin, kiralık taşeronların parmağı var mıdır?
HDP’yi masumlaştırıp partimizi, Cumhur İttifakı’nı ve Türk devletini suçlamak üzerine bina edilen bu cinayetin önü arkası, sağı solu, altı üstü sonuna kadar araştırılmalıdır.
Kim ne biliyorsa, kimin elinde ne belge, ne bilgi varsa emniyet güçlerine ve adli makamlara teslim etmek durumundadır.
CHP, HDP, İP, Halk Tv, yazı ve haberleriyle tahrik kampanyasının medya ayağını teşkil eden kiralık yazar ve gazeteciler hem soruşturma hem de kovuşturma süreçlerine alacakları özel bir izinle müdahil olmalı, olayın iç yüzünün aydınlığa kavuşmasına cesaretleri varsa hizmet etmelidirler.
Biz bu cinayeti reddediyoruz. Katilin ve işbirlikçilerinin en ağır cezaya çarptırılmasını istiyoruz.
Kılıçdaroğlu, “Deniz’i öldürdüler, istiyorlar ki, bu ülkede hiçbir genç mutlu olmasın” sözlerini neye dayanarak, hangi delile güvenerek söyleyebilmiştir?
Bu olayın sonucunda, Türkiye’yi haydut devlet durumuna düşürmek isteyenler olduğunu açıklayan Kılıçdaroğlu, ne dediğinin şuurunda mıdır? Aklı başında mıdır?
Haydut devlet nedir? Uluslararası hukukun tek bir sayfasını okumadan kulaktan dolma ifadelerle nasıl ve hangi hakla, hangi cüretle, hangi tespitle böyle konuşabilmiştir?
Son yıllarda uluslararası literatüre giren başarısız devlet, rantiye devlet, düşmüş devlet, haydut devlet gibi kavramlar genellikle hedef ülkeleri yalnızlaştırmak için kullanılmaktadır.
Haydut devlet, küresel kapitalist sisteme uyum sağlamaya direnen, nükleer silah kapasitesini geliştirmeye çalışan, uluslararası terörizme destek veren ve ABD’nin hayati çıkarlarını tehdit eden devletler için söz konusudur.
Genellikle diğer ülkelerle diplomatik ilişki kurmaktan kaçınan bu devletler, politik veya ekonomik yaptırımlara, hatta askeri müdahalelere uğrama potansiyeline sahiptirler.
İzmir’deki cinayetin ardından Türkiye’ye pusu kurmak isteyen gerçek haydut devletler yok mudur?
Kılıçdaroğlu, kime hizmetle memur edilmiş, akıl hocalığını kimler devralmıştır?
Partiler üstü bir anlayışla tesis edilen, milletimizin özlemlerini ve devletimizin dik duruşunu teyit eden dış politikayı 180 derece değiştireceklerini söyleyen bu gafilin ağzından çıkanı kulağı duymuş mudur?
Hepsini geçtik de, HDP eşbaşkanları tahrip edici konuşmalarını yaparken katil devlet sloganları atan alçakları kimler doldurmuş, bu karanlık güruh kimlerin dolduruşuna gelmiştir?
Kılıçdaroğlu’na haydut devlet kavramını söyletenler bu işin neresindedir?
Açık seçik söylüyorum, Türk devleti egemen ve haysiyet sahibi bir devlettir, katil ithamları ise soysuzluktur.
Öldürülen Deniz Poyraz’ın kim olduğunu ben size söyleyeyim, PKK’nın kırsal katılım sorumlusu, şehirden dağa çıkmak isteyen PKK sempatizanlarını terör kamplarına sevk eden halkanın içinde yer alan milis işbirlikçidir.
Milis işbirlikçi, köy, kasaba ve şehirlerde yalnız ve sahipsiz görülen kişileri terör örgütüne devşirmek için çalışan, örgütün hain eylemlerine yardım ve yataklık yapan terörist demektir.
Bu milis işbirlikçinin babası ise duyan herkesi şok eden açıklamalarda bulunmuş, bir nevi canlı bomba gibi patlamıştır.
“Deniz benim Deniz’im değil, Kürdistan’ın Denizi’dir. Biz dağlarda direnen aslanlara borçluyuz. Şu anda düşmanın tank ve toplarının önünde direniyorlar. Biz ne kadar bedel de versek halen onlara borçluyuz. Allah gerillaya güç kuvvet versin, mertebelerini yükseltsin.”
Herkesi ikaz ediyorum, hiç kimse, “ne yapsın acısı var, ne dediğini bilmiyor,” saptırmasına heves etmesin.
Böylesi bir bahaneye de sarılmasın. İzmir’in göbeğinde bir PKK’lı arayıp da bulamayacağı bir propaganda imkanı yakalamış, bunu da şerefsizce kullanmıştır.
Dağda bir aslan biliriz, o da şerefli Türk askerimiz, şerefli Türk polisimiz, şerefli güvenlik korucularımızdır.
Diğer eli silahlı vaziyette dağlarda gezenler de görüldüğü yerde indirilecek açık hedeflerdir ve çakalın insan suretleridir.
PKK’lı milis işbirlikçilere hakkı yenmiş garip gureba, mağdur ve mazlum muamelesi yapan köksüzlere soruyorum, suçsuz günahsız, güzeller güzeli Aybüke öğretmenimiz şehit edilirken nerelerdeydiniz? Nereye sinmiştiniz? Hiç sesiniz çıkmış mıydı?
Annesi Nurcan Karakaya ile 10 aylık Bedirhan bebek barbarca şehit edilirken ne yapıyordunuz? Kalbinizde hiçbir sızı duydunuz mu?
Ya Eren Bülbül, ya Necmettin öğretmenimiz, ya ana kuzuları, ya emzikli bebekler, bileniniz, hatırlayanınız kaldı mı?
Şerefiniz kadar konuşun desem, bunların hiçbirisinin ağzını bıçak dahi açmaz, açamaz.
Sol örgütler, emek ve meslek örgütleri, barolar, CHP, HDP, TKP, TİP, EMEP, KESK, DİSK, Halkevleri, alayınıza milletim adına soruyorum, Deniz Poyraz’a sahip çıktığınız kadar bu milletin çocuklarına, bu vatanın onurlu evlatlarına sahip çıkabildiniz mi?
Müşfik bir seslenişiniz, sevgi dolu bir dokunuşunuz görüldü mü?
Aziz şehitlerimize rahmet dilemenizi bıraktık da, terörü kınayacak tek bir kelam edebilecek insaf ve iffeti sergileyebildiniz mi?
Hz.Ömer’in şu duası duamdır: Allah’ım! Günahkârın kuvvetini ve iyinin acizliğini sana şikayet ediyorum.
Kürt kökenli kardeşlerim, biz sizi Allah için seviyoruz, bağrımıza basıyoruz.
Aramızda hiçbir fark yok, inancımız bir, irademiz bir, istikbalimiz bir, geçmişimiz bir, bayrağımız bir, devletimiz bir, milletimiz bir, mukaddesatımız bir, acımız bir, anımız bir.
Kan içen vampirlere sırtınızı dönün, bu teröristlere şamarı indirin, birliğimizi ve dirliğimizi bozmak isteyen iç ve dış mihraklara millet sevdasıyla özdeşleşmiş tarihi gücünüzü gösterin.
Şayet birileri Türk-Kürt çatışmasının düşünü kuruyorsa, gök girsin kızıl çıksın ki, bu düşten kabusla uyandırmak bizim için hayat memat konusu olacaktır.
Kılıçdaroğlu’na diyorum, yabancı dostlarının tuzağına düşme, zira başaramayacaksın.
HDP’nin eşbaşkanlarına sesleniyorum, emperyalist efendilerinize aldanmayın, zira başaramayacaksınız.
İP’in ve diğer marjinal partilerin başkanlarını uyarıyorum, ona buna ümit bağlamayın, melun amaçlarınıza kesinlikle ulaşamayacaksınız.
Set olacağız, bariyer olacağız, baraj olacağız, kale olacağız, sur olacağız, duvar olacağız, Plevne’deki direniş, Kocatepe’deki dirayet, Çanakkale’deki şehadet olacağız, zilletin önünü keseceğiz, oyunlarını bozacağız.
Bayrak olacağız, sancak olacağız, vatan olacağız, düşmeyeceğiz, Türkiye’yi kesinlikle düşürmeyeceğiz.
Bir olacağız, kardeş olacağız, büyük bir aile olacağız, Türk milletinim kahramanca duruşuyla ayrık otlarını kurutup bölünme umudu taşıyanları hayal kırıklığına uğratacağız.
Mert olacağız, ahlaklı olacağız, erdemli olacağız, tavizsiz olacağız, adam gibi adam olacağız, serdengeçti bir yürekle Türkiye’yi sonuna kadar muhafaza ve müdafaa edeceğiz."