MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, çözüm sürecine ilişkin, “Allah muhafaza, ihanet süreci amacına ulaşırsa Türkiye çözülür. Yeni Anayasa ısrarındaki maksatlardan birisi Erdoğan'ın Başkanlık hedefi ise diğeri özerkliğin inşasıdır. Davutoğlu, buna memur edilmiştir. Ancak Milliyetçi Hareket bu oldu-bittilere müsaade etmez. Bizim bölünecek vatanımız, peşkeş çekilecek toprağımız, kaybedecek insanımız, heba ve israf edecek kardeşliğimiz yoktur. Bunu herkes bilsin. Milliyetçi Hareket henüz son sözünü söylemedi derken, şaka yapmadım” dedi.
Ortadoğu gazetesinden Orhan Karataş’ın sorularını yanıtlayan Bahçeli çözüm süreci ve IŞİD hakkındaki görüşlerini aktardı. Ortadoğu’da Karataş’ın “Sözde hedef IŞİD, gizli hedef Türkiye'dir” başlığıyla yayımlanan (14 Eylül 2014) röportaj şöyle:
Geçen yıl, 'PKK sınır dışına çıkacak' diyenler, Türk askerinin teröristleri görmeyeceğini, sırtını döneceklerini söylemiyorlar mıydı? TSK'nın, PKK'ya refakat etmesi için birileri el altından tezgah kurmuyor muydu? TSK, Peygamber ocağıdır, ihanete prim vermesin. Omuzları yıldızdan görülmeyen zevat şehitlerin kemiklerini sızlatmasın. Özel görevliler Anayasa gereği Başkomutanlık yapana sevimlilik yarışına girmesin, fazla da güvenmesin.
Allah muhafaza, ihanet süreci amacına ulaşırsa Türkiye çözülür. Yeni Anayasa ısrarındaki maksatlardan birisi Erdoğan'ın Başkanlık hedefi ise diğeri özerkliğin inşasıdır. Davutoğlu, buna memur edilmiştir. Ancak Milliyetçi Hareket bu oldu-bittilere müsaade etmez. Bizim bölünecek vatanımız, peşkeş çekilecek toprağımız, kaybedecek insanımız, heba ve israf edecek kardeşliğimiz yoktur. Bunu herkes bilsin. Milliyetçi Hareket henüz son sözünü söylemedi derken, şaka yapmadım.
Erdoğan'ın Türkiye'ye 10 günde 1,5 milyar liralık bir ek külfet getirdiğini söyleyebiliriz. Biz 'Erdoğan'dan Cumhurbaşkanı olmaz' derken ne kadar haklı olduğumuz, zannediyorum şu kısa zaman zarfında daha iyi anlaşılmıştır. Şikâyeti biriken, üst üste yığılan toplumsal dip dalgası haksızlıklar, adaletsizlikler ve ahlaksızlar karşısında sesini mutlaka duyuracaktır. Erdoğan hiç düşündü mü acaba; insan sefalet içinde bahtiyar, refah içinde bedbaht olur mu? Anadolu'da derler ya; "yakasız gömleğe sarılırsın bir gün, iğneden ipliğe sorulursun bir gün."
NATO, IŞİD'e karşı bu kadar hassas da, niçin PKK'ya karşı pasiftir? IŞİD için toplanan NATO, bir kere olsun PKK karşısında Türkiye'nin arkasında yer aldı mı? Bu nasıl bir müttefikliktir? IŞİD, Barzani'ye gerekli olan sözde kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi için bir bahane mi? Küresel komplo, NATO üzerinden bunu mu sağlamaya çalışıyor? Bugün peşmergeye verilen silahların yarın PKK'ya gitmeyeceğini kimse söyleyemez. Çevremizde olanlar aynı zamanda PKK'ya silah verme kurnazlığını da içeriğinde barındırıyor.
Oyun büyüktür. Tuzak vahşidir. Aktörler çok fazladır. Uyarıyorum, IŞİD'le meşrulaşma koridoruna giren peşmerge ve PKK'ya altın tepsi içinde devlet olma imkanı sunmak için el altından yoğun mesai harcanmaktadır. Bu işin içinde İsrail vardır, ABD vardır, AB ülkeleri vardır. İran ve diğer bölgesel ülkelerin konumu ise şartlara göre olgunlaşacaktır. Ama bize göre açık ve sözde hedef IŞİD; gizli ve örtülü hedef Türkiye'dir.
Pışpışlanan, sırtı sıvazlanan Erdoğan, NATO'nun telkinlerine karşı cemaati koz ve pazarlık konusu olarak kullanmıştır. Bu çok yanlış ve sakat bir tutumdur. Deyim yerindeyse, Erdoğan; 'ABD'ye verin Gülen'i, kullanın Türkiye'yi' demiştir. Obama'yla soğuk ilişkileri düzelten veya düzelttiğini sanan Erdoğan; ABD'nin çıkarları gereğince sıcak yaklaşımını abartmış ve bir kez daha çuvallamıştır.
Genelkurmay Başkanı süreçten haberim yok diyor. 'Kırmızı çizgilerimiz aşılırsa gereğini yaparız' mesajı veriyor. Samimi mi sizce?
Eğer Genelkurmay Başkanı bilmiyorsa felakettir, biliyor da zamana oynuyor, alt kadrolarının gazını alıyorsa daha büyük bir sorundur.
Arınç diyor ki, 'MGK'da her şey konuşuldu, Özel Paşa'nın bilmemesi imkansız.' Atalay diyor ki, 'Henüz yol haritası hazırlanmadı, tamamlanınca herkes bilgilendirilecek.' Erdoğan diyor ki, 'Keşke bize söyleseydi.' Tam bir keşmekeşlik hakim. Geçen yıl, 'PKK sınır dışına çıkacak' diyenler, Türk askerinin teröristleri görmeyeceğini, sırtını döneceklerini söylemiyorlar mıydı? TSK'nın, PKK'ya refakat etmesi için birileri el altından tezgah kurmuyor muydu?
TSK, Peygamber ocağıdır, ihanete prim vermesin. Omuzları yıldızdan görülmeyen zevat şehitlerin kemiklerini sızlatmasın. Özel görevliler Anayasa gereği Başkomutanlık yapana sevimlilik yarışına girmesin, fazla da güvenmesin.
Süreç nereye gider? Türkiye'nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Allah muhafaza, ihanet süreci amacına ulaşırsa Türkiye çözülür.
Eve, siyasete ve hayata dönüş parolasıyla PKK'ya af gelir, İmralı canisi dışarı çıkar.
Türkiye'yi mevcut haliyle bir bütün içinde tutmak imkansızlaşır. Etnik dağılma devasa sorunlara, kayıp ve parçalanmaya ortam açar.
Üniter yapı gevşer ve hatta ortadan kalkar. Yeni Anayasa ısrarındaki maksatlardan birisi Erdoğan'ın Başkanlık hedefi ise diğeri özerkliğin inşasıdır. Davutoğlu buna memur edilmiştir.
Ancak Milliyetçi Hareket bu oldu-bittilere müsaade etmez. Dev gibi, dağ gibi bölünmenin karşısında Ötüken ruhuyla, Söğüt azmiyle, başkent Ankara şuuruyla dikilir.
Bizim bölünecek vatanımız, peşkeş çekilecek toprağımız, kaybedecek insanımız, heba ve israf edecek kardeşliğimiz yoktur. Bunu herkes bilsin.
Gün gelecek, bu devrin karanlık niyetlileri inanın bana köşe-bucak kaçacak ve yaptıklarının bedelini çok ağır ödemek durumuna kalacaklardır.
Mustafa Kemal, "Ben Erzurum'dan İzmir'e sağ elimde tabanca, sol elimde sehpa öyle geldim" diyerek bir mücadele kararlılığı sergilemişti.
'Milliyetçi Hareket henüz son sözünü söylemedi' derken, şaka yapmadım.
Recep Tayyip Erdoğan Çankaya'ya çıktı. Ne diyorsunuz?
Yanlışınız var, Çankaya'ya çıkmadı, yeni yapılan Ak Saray'a çıktı. Erdoğan eski alışkanlıklarından kurtulamıyor. Kurtulmaya da niyetli görülmüyor.
Şu işe bakınız ki, AOÇ'de kaçak ve hukuksuz sözde saraylar yaptırıyor. Çankaya'yı küçümsüyor. Buna da 'teamül değişikliği' diyor. Bunun adına teamül değil korsanlık denir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a özel olarak yapılan ve 150 dönüme kurulu bulunan ve adına da 'Ak Saray' denilen yeni hanedan binası için bugüne kadar 900 milyon lira harcama yapıldığı söyleniyor. Bu rakamın son zamanlarda 1,1 milyar liraya çıktığı konuşuluyor.
Şimdi de Erdoğan ve ailesi için 3 katlı rezidans yapılıyormuş. Keyfe bakar mısınız?
Bu yeni binanın duvar ve tavanlarının Osmanlı ve Selçuklu motifleriyle süslendiği ifade ediliyor. Yani binaya tarihi bir kılıf giydiriliyor. Yazıktır bu millete, yazıktır betonlara gömülen yetim hakkına?
Erdoğan, daha önceden siparişini verdiği geniş gövdeli, uzun menzilli uçağıyla uçmaya başladı. Bu uçağın 120 milyon dolara alındığı da medyaya yansımış durumda.
Cumhurbaşkanlığı için yapılan diğer masraf kalemlerini de kabaca hesaba kattığımızda Erdoğan'ın Türkiye'ye 10 günde 1,5 milyar liralık bir ek külfet getirdiğini söyleyebiliriz. Bu rakamın fazlası vardır, eksiği yoktur.
Bu nasıl bir iştir? Şimdi bunu görmezden mi gelelim? Erdoğan milletin kesesinden geçiniyor. Hazine'yi emiyor, yutuyor. Bu kadar işsizimiz, yoksulumuz, dar gelirlimiz varken, bu kadar garibanımız, evsizimiz ortadayken bu olanlar hak mıdır, helal midir?
Allah için milletim bunları fark etsin.
Cumhurbaşkanı Türkiye'yi tapulu malı gibi görüyor. Her şeyi kendisine reva kabul ediyor.
Yarı aç, yarı tok gezen emeklilerimiz; siftah yapamayan esnafımız, ümitleri tarlasında kalan çiftçilerimiz, sofrası kuruyan asgari ücretlilerimiz, ayın başını getiremeyen memurlarımız, ölüm pahasına çalışan işçilerimiz herhalde Erdoğan'ın lüks düşkünlüğüne itiraz edeceklerdir.
Cumhurbaşkanı yanlış yoldadır. Biz Erdoğan'dan Cumhurbaşkanı olmaz derken ne kadar haklı olduğumuz, zannediyorum şu kısa zaman zarfında daha iyi anlaşılmıştır.
Şikâyeti biriken, üst üste yığılan toplumsal dip dalgası haksızlıklar, adaletsizlikler ve ahlaksızlar karşısında sesini mutlaka duyuracaktır.
Erdoğan hiç düşündü mü acaba; insan sefalet içinde bahtiyar, refah içinde bedbaht olur mu?
Anadolu'da derler ya; "Yakasız gömleğe sarılırsın bir gün, iğneden ipliğe sorulursun bir gün."
Galler'deki NATO Zirvesi'nin kamuoyuna yansıyan sonuçları hakkında yorumunuzu alabilir miyim?
NATO Zirvesi'ne Ukrayna ve IŞİD'le ilgili gelişmelerin damga vurduğu anlaşılıyor. NATO, özellikle IŞİD'e karşı 10 ülkenin katılımıyla çekirdek koalisyon kurmanın peşinde. Tabii bu gönüllü bir oluşum. Çünkü NATO'nun kararları oy birliği ile alınır. Böyle bir mutabakatın olduğu da tam belli değil. Türkiye'nin ne yapacağı, hangi sözlerin verilip karşılığında nelerin alındığı henüz açıklığa kavuşmadı. Ya da biz bilmiyoruz.
ABD, Ortadoğu'da AKP'den marjinal doyum noktasına kadar istifade etmek istiyor, çekim alanında tutmayı amaçlıyor. Kaldı ki bunu da düne kadar iyi yaptı. AKP, BOP kanalı, medeniyetler ittifakı ve dinler arası diyalog derken Batı'nın girdabında eridi gitti.
NATO, IŞİD'e karşı bu kadar hassas da, niçin PKK'ya karşı pasiftir? Doğrudur, IŞİD bölgedeki devletleri, insanları ve inanç gruplarını tehdit etmektedir. Süratle önlem almak zorunludur. Ama aynı şey PKK için de geçerlidir. IŞİD için toplanan NATO, bir kere olsun PKK karşısında Türkiye'nin arkasında yer aldı mı? Bu nasıl bir müttefikliktir?
Türkiye'nin etrafındaki gelişmeleri edilgen ve pasif şekilde izleme şansı kalmadı. NATO şemsiyesi altında bölgede operasyon yapmak veya çekirdek koalisyona katılmak sonuçları itibariyle iyi hesaplanmalı. Ortadoğu'daki her olayın, her anlaşmazlığın, her husumetin ülkemize jeopolitik yansımaları oluyor. Mezhep ve etnik çekişmeler az ya da çok bize sıçrıyor.
IŞİD, aslında Türkiye'ye çevrilmiş bir namludur. Vatandaşlarımızdan bu örgüte katılımlar olduğunu değişik kaynaklardan okuyoruz. Irak'ta kurulan yeni hükümetin IŞİD'e karşı daha etkili mücadele vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte uluslararası toplumun eğilim ve tercihi de bu yöndedir.
Özellikle Sincar ve çevresinden binlerce Ezidi, kafileler halinde Türkiye'ye sığındı. Ağustos itibariyle ülkemize giriş yapan Suriyeli sığınmacı sayısı 1 milyon 370 bini buldu. Türkiye, bölgesel yangından anında etkileniyor. Coğrafyamızın avantajları olduğu gibi, dezavantajları da fazla. İbn-i Haldun asırlar önce boşuna söylemiş, coğrafya kaderdir.
Mazlumlara sahip çıkmak, kucak açmak insanlık vazifesidir. Ne var ki gelenler Türkiye'nin sosyal, kültürel ve ekonomik dokusuna zarar veriyorsa buna da izin vermemek asıldır. Ezidiler insandır, Hıristiyan inancına sahip olanlar insandır. Zorda kalanlara sırt dönmek bizim kültürümüzde yoktur.
Şunu da önemle ifade edeyim, gözyaşı döken, canı alınan, yerinden-yurdundan edilen Türkmen kardeşlerimize gösterilmeyen yakınlığın, değişik inanç gruplarına aşırı şekilde lütfedilmesi hayret edilecek bir çifte standarttır.
Bildiğiniz gibi Ortadoğu'da kan gövdeyi götürmektedir. AB, bölgeyi IŞİD'e karşı silahlandırmak için Fransa'yı görevlendirdi. Almanya ve diğer bazı ülkeler de ABD'yle danışıklı dövüş halinde peşmergeyi silahlandırıyor. IŞİD, bölgesel dinamikleri alt-üst etti. Düşününüz ki, bir terör örgütü NATO gibi bir teşkilatın gündeminde ilk sıralara çıkabiliyor.
Fakat IŞİD militan takviyesini çoğunlukla Batı ülkelerinden sağlıyor.Türkiye de teröristlerin bir geçiş güzergahına döndü.
AKP düne kadar radikal grupların hareketliliğine göz yumuyordu. Ancak zor oyunu bozdu. NATO, artık IŞİD'i hedef yapmış durumda.
IŞİD'i besleyip büyüten küresel güç merkezleridir. Önce bunu görmemiz gerekiyor. Bu terör örgütü bir kurgudur, bir maşadır. Kimlerin kullanım ve emrine kiralandığı da açıktır.
IŞİD terörü, kafa kesiyor, çarmığa geriyor, kitlesel infazlarla korku salıyor. Suriye'den Irak'a kadar terörle, klasik savaş taktikleriyle, devletleşme ve halifelik kurma hevesiyle bölgeyi karanlığa mahkûm ediyor.
Türkiye'nin IŞİD'e karşı oluşturulacak koalisyona gönülsüz yaklaştığı basına sızan haberlerden görülüyor.
Üç aya yaklaşan bir süredir 49 vatandaşımız IŞİD'in elindedir. Bu, hükümet için yüz karası bir ayıptır. AKP, IŞİD'e yakayı kaptırmış, eski ilişkilerinin diyetini ödemektedir.
Anlayamadığım bir şey var: Bilhassa Irak, Suriye, ABD ve peşmerge IŞİD'i bombalıyor ve bu terör örgütüne karşı mücadele veriyorlar. Bu örgüt nasıl bir güce sahiptir ki, kimse başa çıkamıyor?
NATO'nun devreye girmesi, Türkiye'yi de planlanan güce dahil etme niyeti ister istemez aklımıza başka ihtimalleri getiriyor.
Acaba diyorum, Kürdistan'ın pilot uygulaması olan peşmerge yönetimi tam olarak mücadeleyle, rüştünü ispatlayarak Irak'tan koparılmak mı isteniyor?
IŞİD, Barzani'ye gerekli olan sözde kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi için bir bahane mi? Küresel komplo, NATO üzerinden bunu mu sağlamaya çalışıyor?
Bugün peşmergeye verilen silahların yarın PKK'ya gitmeyeceğini kimse söyleyemez. Çevremizde olanlar aynı zamanda PKK'ya silah verme kurnazlığını da içeriğinde barındırıyor.
Bana göre IŞİD'in sahipleri, terör baronları dört parçalı Kürdistan haritası için yol ve alan açıyor. Bu, sürekli konuşulan ve gündemde tutulan yüz yıllık haritaların yeni baştan tanzim teşebbüsüdür.
Gelişmeler, mücadelenin sadece IŞİD terörüyle değil, Ortadoğu'nun tümüyle yapıldığı ve yapılacağı izlenimi veriyor.
AKP, PKK'nın silahlara veda edeceğini söylerken, teröristlere dört bir yandan silah yağmasının da önünü açıyor. Baksanıza, HDP Eşbaşkanı yüzsüzce Türkiye'nin PKK'ya silah yardımı yapmasını öneriyor. Garip ve kuşku verici birçok gelişme hem içimizde hem de dışımızda cereyan ediyor.
Biz bunları dikkatle izliyoruz.
PKK'nın Ezidiler'in ve Hıristiyan unsurların yanında yer aldığı iddiaları da siyasi bir tasarım ve Batı kamuoyunun gözünü boyamak için projelendirilmiş bir kurgudur.
Oyun büyüktür. Tuzak vahşidir. Aktörler çok fazladır.
Uyarıyorum, IŞİD'le meşrulaşma koridoruna giren peşmerge ve PKK'ya altın tepsi içinde devlet olma imkanı sunmak için el altından yoğun mesai harcanmaktadır.
Bu işin içinde İsrail vardır, ABD vardır, AB ülkeleri vardır.
İran ve diğer bölgesel ülkelerin konumu ise şartlara göre olgunlaşacaktır.
Ama bize göre açık ve sözde hedef IŞİD; gizli ve örtülü hedef Türkiye'dir.
NATO Zirvesi'nde Erdoğan'la Obama'nın görüştükleri biliniyor. Bu görüşmede Pensilvanya'da ikamet eden Fethullah Gülen'in iadesi birinci gündem maddesini oluşturmuş. Sizin düşüncelerinizi alabilir miyim?
Cumhurbaşkanı ve yandaş medya Obama'yla yapılan görüşmeyi çok parlattı. Görüşme süresi bile bizzat Erdoğan tarafından gururla açıklandı. Pışpışlanan, sırtı sıvazlanan Erdoğan, NATO'nun telkinlerine karşı cemaati koz ve pazarlık konusu olarak kullanmıştır. Bu çok yanlış ve sakat bir tutumdur.
Deyim yerindeyse, Erdoğan; ABD'ye 'Verin Gülen'i, kullanın Türkiye'yi' demiştir.
Obama'yla soğuk ilişkileri düzelten veya düzelttiğini sanan Erdoğan; ABD'nin çıkarları gereğince sıcak yaklaşımını abartmış ve bir kez daha çuvallamıştır.
Erdoğan, Obama'yla son bir yılı aşan sıkıntılı ilişkilerin seyrini yakın diyaloğa bırakmasını "dün dünle gitti cancazım, şimdi yeni bir şey söylemek lazım" sözüyle müjdelemiş ve Hz. Mevlana'nın ruhunu sızlatmıştır.
31 Mart 2011 tarihinde yazılı bir basın açıklaması yapmış ve bazı dava süreçlerinde Sayın Gülen cemaati etrafında süren tartışmalara değinmiştim.
O tarihlerde bazı uygulamaların kasıtlı ve bilinçli şekilde bir merkezden yönetildiği, Fethullah Gülen Hoca ve cemaatinin bunların arkasında olduğu düşüncesinin yaygınlaştığını vurgulamıştım.
Ve devamla bu gelişmelerin Fethullah Gülen Hocaefendi'yi ve Cemaati'ni zan ve töhmet altında bıraktığını ifade etmiştim.
Süregelen olaylarda Fethullah Gülen cemaatinin rolü olduğu kanaatinin giderek kök salması karşısında bazı değerlendirmelerde bulunmuştum.
Ve demiştim ki, "Eğer bu iddialarda bir hakikat payı varsa, bu durumda şu iki husus akla gelmektedir:
Fethullah Gülen Hocaefendi yurtdışındadır. Türkiye'deki cemaatin bu konuda bir dahli varsa, Hocaefendi'nin cemaat üzerinde tam olarak etki ve kontrol icra edemediği, bilgisi ve iradesi dışında bazı unsurların bu işlere karışmış olacağı bir ihtimal olarak karşımızdadır.
Diğer akla gelen husus ise Türkiye'deki cemaatin başka odaklar tarafından yönlendiriliyor olabileceğidir.
Her iki ihtimal de çok vahimdir.
Bu durum karşısında Türkiye'nin geleceği bakımından ve Fethullah Gülen Hocaefendi ve cemaatinin zan altında kalmaması ve yıpranmaması düşüncesiyle Hocaefendi'nin bu konuda sessiz kalmayarak insiyatif almasının ve net ve kararlı bir tavır koymasının gerekli olacağı düşünülmektedir.
Hocaefendi ve cemaatinin kendilerini ilgilendiren ve hedef alan konularda nasıl hareket edecekleri, neyi yapmayı uygun görecekleri tabiatıyla kendilerinin takdir edecekleri bir husustur.
Bu konuda dışarıdan fikir ve telkine ihtiyaçları bulunmadığı gibi, bizim de resen kendilerine yol gösterme görevi üstlenme durumunda olmadığımız açıktır.
Ancak, bu yöndeki kuşku, tereddüt ve endişelerin derinleşerek sürmesi, hem Türkiye'ye zarar verecek hem de Hocaefendi'yi ve Gülen cemaatini bir tartışma zeminine çekecektir.
Bu durum karşısında, bu tespitlere ve görüşlere katılıyorlarsa, durum bütün unsurlarıyla aydınlanana kadar Hocaefendi'nin, Gülen cemaati mensuplarının bu konularla hiçbir şekilde ilgisi olmadığını göstermek bakımından cemaatin faaliyetlerini durdurduğunu veya askıya aldığını açıklamasının yerinde ve yararlı olabileceği akla gelmektedir."
Bu görüşlerimizden sonra çok ciddi eleştiriler yapıldı. Fakat bugün ne kadar haklı olduğumuz ve isabetli yorumlarda bulunduğumuz belli olmuştur.
Bugün Sayın Gülen büyük bir suçlamayla karşı karşıyadır. Kendisi itibar suikastıyla yüz yüzedir. Biz 2011'de çok samimi bir teklifte bulunmuştuk. Ama sözlerimiz başka yerlere çekildi. Şayet düşüncelerimizin altında bit yeniği aranmamış olsaydı, belki de bugünkü olumsuzlukların hiçbirisi yaşanmayacaktı.
Sayın Gülen'in sınır dışı, yani deport edilme ihtimali çok gerçekçi görünmüyor. Yine de Sayın Gülen'in Türkiye'ye gelip Erdoğan'la yüzleşmesi faydalı olacaktır. O zaman Erdoğan'ın tüm maskesi düşecek, foyası ortaya çıkacaktır.