MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş'ın, 9 Kasım'da, "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen Kadir Mısıroğlu'nu ziyaret etmesini sert sözlerle eleştirdi. "Fesliyi ziyaret etmek için bula bula 9 Kasım'ı mı buldun" diyen Bahçeli, Erbaş'a istifa çağrısında bulundu, "Gereğini yap" dedi.
Bahçeli ayrıca, 7 askerin şehit olduğu Hakkari Şemdinli'deki askeri üs bölgesinde yaşanan patlamaya ilişkin de konuştu. Bahçeli, "Süngü Tepe’deki patlamanın makul ve mantıklı izahatını sabırla bekliyoruz. Patlamada herhangi bir ihmal, gevşeklik varsa sorumlular ağır şekilde cezalandırılmalıdır" dedi.
TIKLAYIN - Milli Savunma Bakanı Akar'dan Hakkâri'deki mühimmat patlamasıyla ilgili açıklama
Devlet ve hükümet başkanlarının Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinin 100. yıl dönümü için bir araya geldiği toplantılarda milliyetçiliğin öcü gibi gösterildiğini ifade eden Bahçeli, Merkel ve Mavron'a tepki gösterdi. Bahçeli, "Milliyetçilik neredeyse nefret objesi olarka gösterilmiştir" ifadesini kullandı. Bahçeli, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın da gittiği Fransa'daki 100. yıl anması için, "Neyini anacağız; neyine saygı duyacağız" ifadesini kullandı.
Danıştay Sekizinci Dairesi’nin Öğrenci Andı ile ilgili aldığı kararı temyize götüren Milli Eğitim Bakanlığı’nın dilekçesinde tarihi ve sosyolojik olarak örtülemez yanlışlıklar olduğunu ifade eden Bahçeli, "Milli Eğitim Bakanımızın temyiz dilekçesini görmediğine veya yoğunluktan dolayı dikkatle bakmadığına inanmak istiyor, bunu ümit ediyoruz" diye konuştu.
Bahçeli, dilekçede geçen "Türklerin millet bilincine en geç ulaşan topluluk olduğu" ifadelerini yazan kişiye seslenerek, "Bunu nasıl yazdın, nasıl iddia ettin, hangi çevrenin mahsulü, nerenin piyonusun?" diye sordu.
Öte yandan Bahçeli, ABD'nin başlarına milyonlarca dolar ödül koyduğu PKK yöneticilerine ilişkin olarak da, "Delikli kuruş kadar değerleri yok" sözlerini sarf etti.
Grup toplantısında konuşan Bahçeli'nin açıklamaları şöyle:
"Hakkari'deki mühimmat patlaması milletimizi acıya boğdu. 5 Eylül 2012'de Afyonkarahisar'da bulunan kışlada patlama yaşanmış, 25 evladımız şehit düşerken üçü sivil olmak üzere 11 evladımız da yaralanmıştır.
Süngü Tepe’deki patlamanın makul ve mantıklı izahatını sabırla bekliyoruz. En ufak dikkatsizlik, en ufak ihmal vahim sonuçlara kapı aralayacaktır. Mehmetlerin canı devlete emanettir. Vatan görevini yapan her evladımız bizim için paha biçilemez önemdedir. Patlamada herhangi bir ihmal, gevşeklik varsa sorumlular ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Kaldı ki Afyonkarahisar'daki patlamanın müsebbipleri bu yıl cezalarını almışlardır.
"Parçalanmamızı kurguladılar devleşen mücadelemize engel olduk. Bir öldüysek bin dirildik. Ancak hala durmuyorlar hala vazgeçmiyorlar hala pes etmiyorlar. Ülkemizi teslim almak için bu tahrikten istifadenin peşindeler. Türk milletini tanımayanlar asaletini anlamayanlar mutlaka rezilliklerinin içinde boğulup gideceklerdir. Türkiye'ye kafa tutan kim olursa olsun hakkından gelmemek doğduğunun doğacağına pişman etmek tarihi görevimizdir.
Türkiye'nin hayat damarlarını kesmek istiyorlar. Bitmek bilmeyen akınlarla oyun kuruyorlar. Özellikle ABD terör örgütleri ile aynı hizaya girmekten rahatsız olmuyorlar. Teröristlerin başına ödül koyulması oldukça kuşku vericidir. ABD'nin Suriye özel temsilcisi YPG'yi terör örgütü olarak görmediklerini söylemiştir.
ABD'nin YPG'yi kollayıp PKK'yı hedef alması yeni bir aldatmacadır. ABD ile YPG arasından Irak ve Suriye'nin paylaşımı konusunda derin bir anlaşma vardır. Tüm yönleriyle meydandadır. Ederi 12 milyon dolar olan canilerin bizim için delikli kuruş kadar değeri yoktur.
ABD bölgemizde karıncayı bile izlerken üç PKK'lının yerini mi bilmeyecektir. YPG'yi saklayıp PKK'yı sobelemekle milletimizi kandıracağını zannetmesin. PKK demek YPG demektir. PKK'nın yuları Kandil'in elindedir. YPG teröristtir PKK'da teröristtir. Türkiye'ye silah doğrultmuş hangi örgüt varsa düşmandır yok edilmesi sonuna kadar mübahtır.
"YPG-PKK nasıl ayrılacak' diye sorduk; ABD'nin YPG'yi kollayıp PKK'yı hedef haline getirmesi tamamen kandırmacadır.
"Acaba ödül avcıları bundan sonra ne yapacaklar teröristleri ne zaman derdest edip parayı alacaktır. Delikli kuruş kadar değerleri yok.
"Önümüzde başka seçenek kalmamıştır. 6 Kasım'dan sonra Trump yönetiminin soğukkanlı şekilde karşılıklı egemenlik haklarına saygı gösteren görüşe dönmesi gerekmektedir.
"Dünya soğuk savaş dönemindne çıksa da sıcak çatışma hesaplarının kucağına çoktan düşmüştür. Paylaşım kavvgaları, hakimiyet mücadeleleri ağırlaşarak, şiddetlenerek devam etmektedir. Burada asıl mesela Türkiye'nin çözülüp çözülmeyeceğidir.
"Topraklarımızı işgal etmişlerdi savaş meydanlarında esarete itiraz ettik, çok güçlü şekilde 'Hayır' dedik. Türkiye'de hiçbir emperyalist senaryo bugünkü şartlarda hayata geçemeyecektir. Türkiye'nin siyasi, eknoomik, poitik kanallardan önüne geçmek, irade ve istikrarına ipotek koymak için her yerden medet umuyorlar. Güvence büyük Türk millet, yegane güç Türkiye Cumhuriyeti'dir.
"Terör örgütleriyle amansız mücadele edilerek Fırat'ın doğusu ve batısı tertemiz yapılmalıdır. Medeniyetle rve milletler mücadelesinde yenilşmeyeceğiz, eğilemeyeceğiz, mahçup düşmeyeceğiz. Zalimlere karşı dimdik duracağız.
"Bir milletin fertleri tarihleri hakkında bilgisi varsa tarih şuuru tezahür etmiş demektir. Tarih şuuru varsa, huzur vardır. Tarih şuuru, anlam bunalımına çözümdür, köksüzlüğe reçetedir. 11 Kasım 2018 tarihinde, Birinci Dünya Savaşı'nın sonlanmasının100'üncü yılı Paris'te kutlanmıştır. Paris'te toplananların alayı 100 yıl öncesi için sahte üzüntüsünü paylaşırken, Ortadoğu'da yaptıklarına ne diyeceklerdir. Milliyetçilik adeta öcü gibi anlatılmıştır. Madem milliyetçilik vatanseverliğe ihanet ise, Fransa'nın deniz aşırı yerlerde sömürgecilik yaparak, insanların haklarını ihlal etmesine ne denecektir. Sömürgecilik başkadır, milliyetçilik başkadır.
Birinci Dünya Savaşı'nda 20 milyon kişi hayatını kaybetmişti. Tahribat korkunç boyutlara ulaşmıştı. 100'üncü yılı anılan bu ateşkes anlaşması, Osmanlı'nın ölüm fermanı olmuştu. Savaşı keyiflerince başlattılar, bölüşünce bitirdiler. En çok acıyı biz çektik, en çok külfete biz katlandık. Osmanlı Beyliği, 1299'da Söğüt ve çevresinde kurulmuştu. Beylik aşamasından, devlet aşamasına geçince 95 bin kilometrekareye ulaştı. En geniş sınırlara ise 24 milyon metrekarede hüküm sürerek ulaştı. Karlofça Antlaşması'na kadar 400 yılda 24 milyon toprak kazanılmıştı. Her gün 164 kilometre toprak denetimimize geçmişti. Bugün 64 ülke ve özerk bölgelerin olduğu düşünülürse coğrafyanın büyüklüğü anlaşılmaktadır.
"Bir başka ifade ile 215 yılda Osmanlı İmparatorluğu her gün 255 kilometre karelik toprağı yitirmiştir. 12 Ağustos 1914’ten 30 Ekim 1918 Mondros hezimetine kadar geçen 4 yıllık süre zarfında ise, yani 1461 günde, toplam 3 milyon 214 bin 200 kilometre karelik toprak elimizden kayıp gitmiştir.
Bu 1461 günlük süreç içerisinde her gün 2 bin 200 kilometre kare toprak kaybedilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminde günde yaklaşık 255 kilometre karelik bir alan kaybına karşı, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı yılları arasında günlük toprak kaybımız bunun yaklaşık 9 katına ulaşmıştır.
Yani tam bir felakettir. Her beş ayda bir Almanya, Her dört buçuk ayda bir İtalya, Her üç buçuk ayda bir İngiltere, Her iki ayda bir Yunanistan, Her on dokuz günde bir Hollanda/İsviçre, Her on dört günde bir Belçika, Her beş günde bir Lübnan kadar büyüklükteki toprak parçası hâkimiyetimizden çıkıp gitmiştir.
Üstelik, Allah muhafaza, Sevr Antlaşması sonuç verseydi; Batı Anadolu, İzmir ve havalisi dahil, Trakya’nın bir bölümü Yunanlılara, Rodos, 12 Adalar, Akdeniz ve Ege bölgelerinin büyük bir kısmı ile Konya yöresi İtalyanlara, Sivas, Malatya, Adana, Mardin, Urfa, Maraş, Antep ve Suriye Fransızlara, Musul, Kerkük dahil Irak ve Arabistan yarım adası İngiltere’ye verilecek, Doğubayazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine alan bir Ermenistan tesis edilecek, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacak, Türklere de kala kala, Orta Anadolu Bölgesi ile Karedeniz Bölgesi’nin bir kısmından ibaret yaklaşık 200 bin kilometre karelik bir alan kalacaktı. Hesap buydu, plan buydu, hedef buydu.
Bu durum karşısında yaşa yaşayabilirsen, kırk satır mı kırk katır mı? Fakat Türk milleti enkazın içinde doğrulmayı bildi, bağımsızlığı namus belledi, Türkiye Cumhuriyeti devletini eşsiz cesaretiyle, engin ve inanmış mücadelesiyle kurmayı başardı. Biz 1.Dünya Savaşı’nı bitiren makus antlaşmanın nesini ve neyini anacağız? Kaybettiğimiz İmparatorluğumuzun ardından oh iyi oldu mu diyeceğiz? Neresini tutup neyine saygı duyacağız?
Osmanlı’nın cellatlarından ne duyacağız, neyi öğreneceğiz?
Türk milletine hayat hakkı tanımayan, Türklüğü Anadolu’dan çıkarmak için el ovuşturan, ecdadımıza haysiyetsizce hücum eden müstevliler, acaba yaptıkları kötülüklerden, döktükleri kanlardan, çaldıkları topraklardan hiç pişmanlık duymuşlar mıdır?
Bize Macron ne söylüyor? Merkel ve diğerleri ne anlatıyor? Söyleseler bile inandırıcılıkları ve itibarları olacak mı?
Türkiye’yi siyasi oyunlar oynamakla itham eden Fransız zihniyeti asıl oyunları, asıl içten pazarlıkları, asıl ikiyüzlülükleri kendilerinin sahnelediğini ne zaman görüp kabullenecek?
1.Dünya Savaşı’nın mirası üzerine utanmadan kapaklanıp konan bu sömürgeciler, bize hangi demokrasiden, hangi barıştan, hangi insanlık ve huzurdan bahsediyorlar? Az evvel de ifade ettiğim gibi, 1.Dünya Savaşı bitmiş falan değildir. Kanlı sayfa açıktır, çatışmalar ve çekişmeler sadece bünye değiştirmiştir. Bir damla petrol için devasa medeniyet ve tarihi birikimlere savaş açanlar bu dünyada değilse, mahşerde yaptıklarının bedelini mutlaka ödeyeceklerdir.
Allah’ın sopası yoktur ve adaleti tartışmasızdır. Çekildiğimiz hiçbir toprak parçasında, hiçbir coğrafyada huzur yoktur, umut yoktur, adalet yoktur, barış yoktur, saadet ve selamet yoktur. Ahımızı alanlar bu dünyada gün yüzü görememişler, ilelebet de göremeyeceklerdir.
Bu nedenle, Paris’te yüzüncü yıldönümü anılan ve infazımızın ilanı demek olan malum ateşkes antlaşması bizim ayaklarımızın altındadır, hiçbir ahlaki, vicdani ve manevi hüküm ihtiva etmemektedir.
"Atatürk de bizimdir, Ankara’da bizimdir, Cami de bizimdir, Cemevi de bizimdir"
Hassasiyetlerimiz kaşınıyor, değerlerimiz aşındırılıyor. Toplumsal gerginlikler, fikri ayrılıklar, ideolojik farklılıklar kamçılanıyor, devamlı kanatılıyor. Laik-anti laik, inanan-inanmayan- Sünni-Alevi, Türk-Kürt ayrımı körükleniyor, milli ve tarihi değerlerimiz üzerinden kutuplaşmalar alçakça kışkırtılıyor. Atatürk’ü sevenler-sevmeyenler cepheleşmesi tehlikeli şekilde tırmandırılıyor.
Anıtkabir ile Kocatepe arasında aşılmaz bariyerler dikilip, çift taraflı nifak kazıları yapılıyor. Bu yanlıştır, vahimdir, art niyetliliktir, cepheleşme tetikçiliğidir. 5 Şubat 2008 tarihli Meclis Grup Toplantımızda şöyle haykırmıştım:
“Milliyetçi Hareket Partisi, kimseyi asla bir tercihe ve taraf olmaya zorlamadan, her ikisini de en yüksek seviyede benimseyen ve temsil eden, bu değerler arasındaki rabıta ve bağın kopartılmasına asla izin vermeyen duruşu ile Anıttepe ile Kocatepe arasına çekilmiş çelikten bir halattır.”
Hiç kimse karanlıktan göz kırpmasın, istismardan çıkar elde etmeye kalkışmasın. Hiç kimse ne tarihi kazanımlardan ne de inançlarımızdan husumet türetmeye cüret etmesin, bunu aklından dahi geçirmesin. Atatürk de bizimdir, Ankara’da bizimdir, Cami de bizimdir, Cemevi de bizimdir, doğulusu da biziz, batılısı da biziz, güneylisi de bizden, kuzeylisi de bizim ayrılmaz bir parçamızdır.
Biz, kuvveden fiile geçeli asırlar olmuş büyük Türk milletiyiz.
Türkiye’yi tehlikeli bir girdaba çekmek için pusuya yatanlar Anıtkabir ile Kocatepe arasında fitne hatları oluşturmaya, bozgunculuk yapmaya, milli duyguları ve manevi duyarlılıkları pis oyunlarına alet etmeye asla kalkışmasınlar.
Çünkü bedeli çok ağır olacaktır, bunun altından da kalkamayacaklardır. Maalesef gelişmeler ve gidişat hayra alamet değildir. İç bunalıma yatırım yapan, birlik ve beraberliğimizi çürütmeye çalışan bir dip akıntı gün geçtikçe hız ve yaygınlık kazanmaktadır. Atatürk üzerinden Cumhuriyetle hesaplaşılmaktadır. Atatürk bahanesiyle mukaddesatımıza tahammülsüzlük sergilenmektedir.
İki ayrı kampa ayrılanlar gittikçe azgınlaşmaktadır. Türklük üzerinden milletle hesap görülmektedir. Bitmiş ve kapanmış Türkçe ezan tartışmalarıyla maneviyatımız sömürülmekte, milli ve manevi değerlerimiz örselenmektedir. Bir grup kiralık ve görevli siyasetçi, sözde uzman, yarım aydın zehir saçmakta, milletimizi tahrik etmektedir. Türkiye üzerinde kumar oynanmaktadır.
Bir yanda bunlar oluyorken, diğer yanda Diyanet İşleri Başkanı’nın geçen hafta gerçekleştirdiği esef verici bir ziyareti tartışmaların odağına oturmuştur. Diyanet İşleri Başkanı, 9 Kasım saat 14.30’da cüppesini giyip, eline de vereceği hediyesini alarak Atatürk’e hakaret eden, Yunan tezlerine methiyeler düzen fesli Türk düşmanını ziyarete gitmiştir. Bunun tamamen insani duygularla yapılan hasta ziyareti olduğu bizzat Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açıklanmıştır.
Kimin nereye gideceği, kimin kiminle görüşeceği veya düşüp kalkacağı, hangi maksatla buluşacağı bizim meselemiz ve ilgi alanımız değildir. Herkes beşeri münasebetlerinde toplumsal adap ve ahlaki ölçülere uyduğu sürece özgürdür.
Anlayamadığımız, tuhafımıza giden, garipsediğimiz husus, Diyanet İşleri Başkanı’nın, fesli provokatörü ziyaret tarihindeki manidarlıktır. Diyanet İşleri’nin Sayın Başkanı, sorarım sana, meczubu ziyaret tarihi olarak bula bula 9 Kasımı mı buldun? Yılın diğer günlerinin suyu mu çıktı? Diğer tarihler torbaya mı girdi? Durdun durdun da 10 Kasım’dan bir gün önce mi hasta ziyaretini hatırına getirdin?
Mustafa Kemal’e ne inançlarımıza ne de kültürümüze uymayacak şekilde bühtanla saldıran şahsı 10 Kasım’ın arifesinde ziyaret etmek nasıl bir aklın, nasıl bir çarpıklığın mahsulüdür? 10 Kasım saat 9’u 5 geçe kenefe gidin diyen, Yunan galibiyetine özlem çeken bir çukur şahsiyete geçmiş olsun demek, bunu da milletimize kafa tutar gibi uluorta yapmak fesli münafığı manen onaylamak, yanında olmak, arka çıkmak değil midir?
Ne istiyorsunuz Cumhuriyet’ten? Atatürk düşmanlarına zırh olmak gayeniz nedir?
Diyanet İşleri Başkanlığı görevi Türkiye Cumhuriyeti’ne söven, kurucu değerlere ihanet eden, kurucu şahsiyetlere galiz ifadelerle yüklenen vatansızları aklama, anma ve alkışlama görevi değildir. Aksi tavır ayıptır, günahtır. Türk milletinin ortak değerlerine saldıranlara maneviyatımızda cevaz yoktur, yer yoktur, hoşgörü olamayacaktır.
Hangi kurumuş vicdan, hangi satılmış ruh, hangi işgal artığı varsa duysun ve bilsin ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk milletimizin ortak değeridir. Bu gerçek değişmeyecektir. Ancak, Atatürk üzerinden, Anıtkabir’e gelen kalabalıklar gerekçesiyle yeni bir karşıtlık oluşturmaya, yeni bir güç devşirmeye de hiç kimse heves etmemelidir.
Bu yolun sonu karanlıktır, çıkmazdır, hüsrandır, buhrandır. Tartışmaların göbeğindeki Diyanet İşleri Başkanı’nın kendi durumunu gözden geçirip erdemli davranış içinde hareket etmesi ve gereğini derhal yapması samimi tavsiyem ve temennimdir.
Son olarak, Danıştay Sekizinci Dairesi’nin Andımızla ilgili aldığı kararı temyize götüren Milli Eğitim Bakanlığı’nın dilekçesinde tarihi ve sosyolojik olarak örtülemez yanlışlıklar vardır.
Bakanlık diyor ki; “Türkler kendi çağdaşı unsurlara göre ulus bilincine en geç ulaşan topluluktur. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadro zaten gecikmiş olan süreci hızlandırmak için yoğun çaba harcamıştır.”
Türkleri millet bilincine en geç ulaşan topluluk olarak değerlendirmek tarih inkarı, tarih ihmali, tarih ihanetidir. Unutmayınız ki, tarihimiz mührü sökülmemiş bir hazinedir. Bu hazinenin talanına müsaade etmeyeceğiz, bu hazinenin karalanmasına onay vermeyeceğiz.
Milli Eğitim Bakanımızın temyiz dilekçesini görmediğine veya yoğunluktan dolayı dikkatle bakmadığına inanmak istiyor, bunu ümit ediyoruz.
Türk milletine kara çalan zihniyet Orhun Yazıtlarını nereye koyacak? Tarihte kurulan 16 Türk devletini nasıl izah edecek?
Türklerin millet bilincine en geç ulaşan topluluk olduğunu söyleyen şahıs direkt sana soruyorum, bunu nasıl yazdın, nasıl iddia ettin, hangi çevrenin mahsulü, nerenin piyonusun? Bu yanlı ve maksatlı değerlendirmelere imza atanlara diyorum ki, asıl sizin sabah akşam Andımızı okumaya ihtiyacınız vardır ve Türk milletinin kim olduğunu, Türklüğün nasıl bir tarih ve sosyolojik derinlikten süzülüp geldiğini öğrenmeniz şarttır, önünüzdeki asıl ödevdir.
Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, yüksek heyetinizi bir kez daha hürmetle, muhabbetle selamlıyor, değerli milletvekillerimize Meclis çalışmalarında muvaffakiyetler diliyorum.