Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, yerli otomobil üretimi konusunda özel sektörle görüşmelerin sürdüğünü dile getirirken "Yerli oto milli ve manevi bir görevdir" dedi. Bakan Ergün, Türkiye’nin Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi Cern’e tam üyelikten vazgeçmesi ile ilgili olarak, “Cern ile ilişkimizde 50 yıldır değişen pek birşey yok. Tam üyeliğin ya da gözlemciliğin hiçbir artısı eksisi yok. Mesele 70 milyon TL’lik aidat değil, verimlilik. Bundan sonra Cern’e asil üyelik en fazla hava katar” dedi.
Bakan Nihat Ergün, Skyturk360’ta Murat Sabuncu ve Aram Ekin Duran’ın sorularını yanıtdı.
Nihat Ergün Türkiye’nin Cern yerine, ABD’nin öncülüğünde yeni kurulan “ITER” (uluslararası termonükleer deneysel reaktör) çalışmasının içinde olmak için çaba harcayacağını söyledi.
Yerli otomobil üretimi konusunda özel sektörle görüşmelerin sürdüğünü dile getiren Bakan Ergün, “Yerli oto milli ve manevi bir görevdir” dedi. Ergün, kriz kahini Roubini’nin yerli oto konusunda söylediği “zorlamayın kaybedersiniz” sözüne karşılık ise, “Roubini’ye baksaydık, dünyanın şimdiye kadar yıkılması lazımdı” diye konuştu. Ergün, bu konuda proje üreten şirketlere markalaşma konusunda ilave teşvikler vereceklerini de sözlerine ekledi.
Bakan Ergün, ayrıca, Tayvanlı dev teknoloji şirketi Teco’nun Türkiye’de yatırım yapmak için kendisi ile görüştüğünü, yakın zamanda şirketin bölgesel lojistik üssünü Türkiye’ye kurabileceğini söyledi.
İşte Nihat Ergün’ün konuşmasından satır başları:
*1950’li yıllarda başlayan çalışmalara, Türkiye 1960’lı yıllarda gözlemci üye olarak katıldı ve o zamandan bugüne kadar katılım bu şekilde devam ediyor, asıl üye olmadı. 2009’da asosiye üyelik, yani asil üyeliğe adım niteliğindeki bir asosiye üyelik kararı alındı. O tarihten bu yana da çalışmalar devam ediyor ve gözlemler yapılıyor. Bugün 2012 yılı itibariyle, 2013’ten itibaren tablo nedir? Bilim adamları açısından çok fazla değişen bir tablo yok ortada. Çünkü bilim adamlarının oradaki bilimsel çalışmalara katılımı için üyeliğin gözlemci olmasının, asosiye olmasının veya asil olmasının hiçbir artısı, eksisi bulunmuyor.
* Bilim adamlarının araştırmacılığı açısından biz şu anda 3,5 milyon İsviçre Frangı ödeyerek bilim adamına, 125 kadar bilim adamı şu anda Cern’de 9 tane projede çalışmalarını sürdürüyorlar. Proje sayısını üniversitelerimizin kapasitesine göre, üniversitelerimizdeki araştırma laboratuvarlarının kapasitesine göre, bilim adamlarının fazlalığına göre artırabiliriz. Çünkü her projeye katılım için ayrıca bir organizasyon yapmak, bir takım bedeller de ödemek gerekiyor.
* Bundan sonrası, araştırmacıların daha çok projenin içerisinde yer almasıyla ilgili, hani işin müteahhitlik kısmı diye bakacak olursak müteahhitler biz Cern’den ihale alamayız diye düşünebilirler. Zaten Cern’den ihale almak oraya ödediğiniz katkıyla sınırlı. Yani 35 milyon İsviçre Frangı katkı ödemiş olsak, en fazla 35 milyon İsviçre Frangı değerinde bir ihale alabilirsiniz, bunun da garantisi yok, kimse size bu garantiyi vermiyor yani, ki öyle bir ihale olacak mı olmayacak mı onlar da meçhul. Çünkü mesele o tarafı değil, para meselesi değil yani. 70 milyon meselesi değil, etkinlik, verimlilik meselesi.
* Şu anda kurulmakta olan başka bir organizasyon var. esas bunu bizim iyi değerlendirmemiz gerekiyor, üzere ITER (uluslararası termonükleer deneysel reaktör) diye bir organizasyon var, bu da füzyon yoluyla enerji elde edilmesi ve uranyum, plütonyum gibi radyoaktif maddeler içermeden bir nükleer yapı oluşturmak ve füzyon yoluyla enerji elde etmek. muhtemelen 2070’lerin, 80’lerin dünyası enerjisini ağırlıklı olarak buradan elde edecek ve şu anda bu çalışmalar başlatılmış durumda. Bu çalışmaların içinde Amerika Birleşik Devletleri var, Avrupa birliği bir bütün olarak var, Rusya var, Çin var, Japonya var ve Fransa’da şu anda bu merkez kurulma noktasında üzere ıter diye bir merkez ve bizim esas bunu kaçırmamamız lazım. Bunun içerisinde daha başlangıçta aktif olarak yer alabilecek bir çalışmayı yapmamız lazım. Şu anda bunu arkadaşlarımızla biz çalışıyoruz. Bu bize daha çok bilim adamının, daha çok fizikçinin, daha çok enerji konusunda yoğunlaşan araştırmacıların ağırlıklı olarak çalışabilecekleri ve her üyenin kendi füzyon enerji santrallerini kurabilecekleri bir bilgi birikimini bize sağlayacak.
* Türkiye’nin aleyhine bir durum var mı burada diye bir baktığımda ben şahsen bir aleyhinde durum görmedim. Türkiye’de Cern’deki çalışmalardan, araştırmalardan kendi imkan ve kabiliyetleri ölçüsünde maksimum düzeyde yararlanabilir. Bunu bu statüyle de sağlayabilir, öteki statüyle de sağlayabilir. Belki Cern’e asil üyelik bize biraz daha hava katabilir diyelim.
"Yerli oto konusunda tabi herkes fikrini beyan edecek. nihayetinde bu tartışmasız mutlak yanlış ya da mutlak doğru diye ifade edilebilecek bir konu değil. Bunların hepsi tartışılabilecek konular. İşte tekstilci olan Remzi Bey de görüşlerini bildirecek, kahin olan Roubini de görüşlerini bildirecek ya da sektör de görüşlerini bildirecek. Ama eğer Roubini merkezli olaylara bakacak olursak dünya şimdi yıkılmış olması lazımdı, kıyametin çoktan kopmuş olması lazımdı. Yani ülkelerin hiçbir tanesi ayakta duramıyor olması lazımdı, Türkiye de bunlardan bir tanesi, Türkiye’ye dair de Roubini’nin neler söylediğini geçmişte biliyoruz. Yani Roubini merkezli bakamayız bu olaya, eğer onun zaviyesinden bakarsak, sektör de onun zaviyesinden bakarsa ya Roubini böyle demiş acaba böyle mi yapsak derse bence büyük yanlış yapar.”
Yerli oto konusunda sektörün biraz daha zamana ihtiyacı var. Bu tartışmalar da konuların karar alma süreçlerini biraz olumsuz etkiliyor bence yani. Biraz da zamana ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum, ama diyaloğumuz onlarla kopmadı yani. Hatta ben şu şeyi açık söylüyorum, yani bu bir markalaşma sürecidir. Yatırım teşvikleri dışında markalaşmayla ilgili özel destek mekanizmaları gerekebilir bu konuyla ilgili ona da hazırız. Yani markalaşma konusunda özel birtakım destek mekanizmaları oluşturma imkanını da sahibiz.
“Elektrikli araç platformunda da sektörle birlikte bazı temel teknolojilerin geliştirilmesi çalışmasını, mesela Tübitak’tan kaynak ayıracağız şimdi bu araştırmalar için. önümüzdeki 3 yıl boyunca bir araştırma ekibi sektörle birlikte o kaynakları kullanarak bazı pil teknolojileri, şarj teknolojileri vesaire motor teknolojileri, elektrik motoru teknolojileri gibi teknolojileri burada bizim kendimize özgü şartlarda geliştirilmesi çalışmasını da yürütecekler.”
"Teco’nun başkanı ve yöneticileri, Avrupa başkanıyla işte Tayvan’daki ana grubun başkanı geldiler, onlarla görüştük. Enteresan bir şey oldu. yani, Türkiye’yi ilginç bir şekilde şimdiye kadar fark edemediklerini, Türkiye’nin kendileri için ne kadar önemli bir yer olduğunu, dikkatlerinden kaçtığını, başka yerlere yöneldiği, mesela Amerika’da Westinghouse’un falan yarısını almış bir grup teco grubu. çok değişik alanlarda çalışmalar yapan bir grup ve Türkiye’yi bu açıdan son yıllardaki başarısı da dikkat çekici bir ülke olması açısından bir şey altına aldıklarını, yani yatırım yapılabilir bir ülke olarak değerlendirdiklerini ve samimiyetle bu konu üzerinde çalıştıklarını ifade ettiler. Lojistik de bunlardan bir tanesi olabilir. Yani, bu firmanın Türkiye’ye yatırımlarının gelebileceğini düşünüyorum. Biz de onlara yardımcı olacağız tabii ki.”
“Bu tek tip kıyafet, mevcut durum iyi değilse neden iyi değil, yani mevcut durumun neden iyi olmadığını analiz ettiğimizde yani bugünkü çağa uymuyor tek tipçilik anlayışı. bugün bizim geldiğimiz seviye bunun ötesinde bir seviye, bunun ötesine geçmemiz lazım, nasıl geçebiliriz? O zaman serbest bırakalım mesela. serbest bırakırsak ne olur? Şimdi başka bir etki analizine geçmemiz gerekiyor. İşte öteki diyor ki, bizim elimizde stoklar var, bunları ne yapacağız diyor. Kimse 3-5 yıllık birden önlük dikip de koymaz yani kenara, öyle bir şey yok. Zaten dönemin başındayız, daha birinci dönemdeyiz satacağını sattın. Elde kalan miktar varsa bile bu da çok azdır, ama geçen gün dinledim, ihraç edebiliriz diyor birçoğu. Çünkü bu uygulamaları devam ettiren, benzer uygulamaları devam ettiren ülkeler var, biz onları ihraç ederiz ürünlerimizi, fazla bir problem olmaz diyor, bir yönü bu.
"Eğer bizim temel amacımız çocukları özgürleştirmek, rahat olmalarını sağlamaksa bu rahatlık belki onlara fikirlerini ifade etme rahatlığı da verecektir, analiz kabiliyetlerini de belki artıracaktır, birçok yerde daha girişken olmalarına katkı sağlayacaktır, öyle bir haleti ruhiyenin içine de bu serbestlik onları sokabilir, soksun, böyle olsun yani bu sonuçları elde edelim. Ama bu komplikasyonlar doğacaksa mesela, doğabilirse o zaman sosyal politikaları devreye sokmak lazım. Bu sosyal ve ekonomik farklardan doğacak komplikasyonları önleyebiliriz diye, önlenebilir. Hem de senede birkaç defa alabilecekleri, yani birtakım yenilikleri, değişimleri de yapabilecekleri bir destek verilebilir. Yani sırf elbise için mesela kuponlar oluşturulabilir, işte ilkokuldaki çocukların aileleri, lisedeki çocukların kendileri gitsinler seçsinler, anlaşmalı mağazalar olabilir mesela, kendileri seçebilirler. illa da al şunu, sen bunu falan şeklinde değil.
"Yalnız şu bana sorarsanız: Türk Ceza Kanunu 301. maddesinde Adalet Bakanlığı izni vardı 2005’ten önce. biz Türkiye’deki demokratikleşme, insan hakları, özgürlükler alanındaki ilerleme sürecini dikkate alarak dedik ki; artık hakimlerimiz, savcılarımız düşünceyi açıklama hürriyetinin sınırlarının genişlediğini değerlendirerek bu tür davaları açmazlar insanlara. Görüşünü belirten adam, görüşünü belirtti diye yargılanmamalı. Türklüğe hakaret dediler, şu dediler bu dediler. Biz kaldırdık, hakim ve savcılara bıraktık konuyu. Adalet Bakanlığı izni vardı o zaman. Zannettik ki özgürlükçü bir düşünce hakim olur, ama öyle olmadı. Patır patır birçok insana 301’den dava açtılar, Hrant Dink de bunlardan bir tanesi.”
Bakan Ergün, Mehmet Nihat Ömeroğlu’nun Hrant Dink davasında mahkumiyet yönünde oy kullanması ile ilgili olarak, "Bundan dolayı şimdi adam ombudsmanlık görevi yapamaz demek haklı bir yaklaşım değil ki, neden yapamasın. Adam bir ombudsmanlık yapsın bakalım, daha yapmadı, bir şey yok. Yargıtay üyesi olarak bir kurulda, geniş bir kurulda önlerine gelen bir davayı onamışlar. Önlerine bir sürü dava geliyor, onuyorlar, reddediyorlar. Bu Hrant Dink’e karşı onun suçlu olduğunu, onun kötü bir adam olduğunu, kendisinin de zaten o fikirde olduğunu ifade eden bir değerlendirme bence haksız bir değerlendirme" dedi.
"Burada parlamentonun, genel kurulun vereceği karar da hukuki bir karar değildir, siyasi bir karardır. Siyaseten ne yapmak lazım böyle durumlarda diye parlamentoya bırakmıştır, genel kurula; dokunulmazlıklarını kaldırmak mı lazım, kaldırmamak mı lazım. Eğer böyle bir siyasi karar ihtiyaç olmasaydı zaten parlamentonun böyle bir yetkisi olmazdı. Hakimler, savcılar gerekeni kendi şartları içerisinde yaparlardı. Çünkü, komplikasyonları doğabilecektir. Hukuken bunlar her şeyi hak ediyor olabilirler, az bile düşünülüyor olabilir. Siyaset yapmaya hukuken ehliyetlerini kaybetmiş olabilirler. Ama bir de siyaseten ne yapmak lazım, komplikasyonları neler olacak, parlamento bunu düşünecek. Bu komplikasyonlara göre hareket edecektir. Yani, siyasetin buradaki rolünü önümüzdeki dönem eğer biz dokunulmazlıklarını kaldırırsak bunun etkileri ne olur, kaldırmazsak bunun etkileri ne olur, bir fayda-maliyet analizi yapma imkanı siyasete veren bir müessesedir bu. parlamento gündemine geldiğinde bu yönleriyle tartışılacaktır bu konu."