28 Ağustos'ta kurulan seçim hükümetine HDP kontenjanından giren Müslüm Doğan ve Ali Haydar Konca istifa etti. Kalkınma Bakanlığı ve AB Bakanlığı koltuklarında 26 gün oturan Doğan ve Konca, istifa kararlarını Bakanlar Kurulu devam ederken açıklayarak Başbakanlık binasından ayrıldılar. Parti kararı olarak verilen istifalarının gerekçelerini açıklamak üzere düzenledikleri basın toplantısında Konca konuştu.
HDP'li Konca, "Ülkemiz ve halklarımız polis, asker, gerilla, sivil, kadın, genç, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın her gün onlarca yurttaşımızın yaşamını yitirdiği kanlı bir girdaba Saray ve AKP eliyle itilmiştir" dedi.
İstifalarını verirken Bakanlar Kurulu'nda olanları da anlatan Konca, "Cizre'den başlayarak dördüğümüz muameleyi anlattık" dedi. Konca, Davutoğlu'nun istifalarının karşısında verdiği tepkiyi "Muhatap olmadı, hendeklerden falan söz etti" sözleriyle aktardı. Konca, kurulda Başbakan Ahmet Davutoğlu ve kendileri dışında kimsenin konuşmadığını aktardı.
Konuşmasında "Sıkıyönetim günlerini bile aratan bir savaş konseptinin devreye konduğunu" savunan Konca, "Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fiili olarak rejimi değiştirdiğini ifade etmesi, anayasal düzenleme istemesi bile darbe konseptini açık bir şekilde ele vermiştir" dedi.
"Bu koşullarda seçim güvenliğinin olmadığını" söyleyen Konca, "(Erdoğan'ı) 7 Haziran’da başkan yaptırmadığımız gibi 1 Kasım’da tekrar başkan yaptırmayacağız. AKP zihniyetini 1 Kasım’da iktidardan alacağız" dedi.
HDP’li bakanların istifa ettiği Bakanlar Kurulu toplantısında neler yaşandı?
Ali Haydar Konca'nın açıklamasının tam metni şöyle:
Bilindiği gibi, 13 yıldır tek başına ülkeyi yöneten AKP iktidarı 7 Haziran 2015’te yapılan Genel Seçimlerde Türkiye’nin tüm sandıklarında, tüm halklarımızdan tarihi bir ders almıştır. 7 Haziran seçimlerinin bütün stratejisini HDP’yi baraj altında bırakarak, gasp edilmiş sandalyelerle Anayasal çoğunluğu elde edip tek başına iktidar olarak belirleyen Saray ve AKP, ortaya çıkan seçim sonuçlarıyla birlikte unutamayacakları bir hezimetle karşılaşmışlardır. Seçimlerde HDP’nin %10 barajını yerle bir edecek şekilde %13 oy ile tarihi bir başarı kazanması, önlerine hedef koydukları 400 Milletvekilinden yola çıkarak tek başına bile iktidar olamayacakları 258 sandalye ile karşılaşmaları Türkiye siyasi tarihinde yeni bir kapının aralandığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu yönüyle 7 Haziran seçimlerinde halklarımız, tüm sorunların çözümü için siyasi partilere müzakere, uzlaşma, toplumsal barış ve TBMM çatısı altında tüm sorunların çözülmesi görev ve sorumluluğunu tanımlamıştır. Kuşkusuz hem bu mesajların hayata geçmesi hem de yeni dönemde bir Koalisyon hükümetinin kurulması, 7 Haziran seçimleri ile birlikte zorunlu bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır.
Ne yazık ki, bugüne kadar demokrasiyi sandık olarak tanımlayan, tüm anti demokratik uygulamalarını da millet iradesine dayayan Saray ve talimatlandırdığı AKP, 8 Haziran’dan itibaren 7 Haziran seçim sonuçlarına karşı tüm kamuoyunun gözleri önünde bir savaş ve darbe konseptini devreye koymuşlardır.
Seçim öncesinde Saray tarafından tekmelenen çözüm masası seçimden sonra tamamen devrilmiş, 90’lı yılları aşan, OHAL-sıkıyönetim dönemlerini bile aratan bir Savaş konsepti maalesef devreye konmuştur. Dolmabahçe Mutabakatı ile aralanan Barış Kapısı, Sarayın ve AKP’nin iktidar hesaplarıyla tamamen kapatılmış, Kürt illeri başta olmak üzere tüm Türkiye adeta bir cehennem yerine pervasızca çevrilmiştir. Ülkemiz ve halklarımız polis, asker, gerilla, sivil, kadın, genç, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın her gün onlarca yurttaşımızın yaşamını yitirdiği kanlı bir girdaba Saray ve AKP eliyle itilmiştir. Bu süreç tüm yakıcılığıyla maalesef hala devam etmekte, savaşın daha çok boyutlandırılarak sürdürüleceği mesajı Saray ve AKP yetkilileri tarafından ifade edilmektedir.
Diğer taraftan hükümet kurma sürecinde kurulan koalisyon masası da Saray tarafından talimatlandırılmış Başbakan ve AKP eliyle, oyalama-zamana yayma zemini olarak kullanılmış, yıkıcı sorunlara çözüm arayacak tüm formülasyonlar kamuoyu algısını yönetecek bir teatral sahnenin ötesine geçememiştir. Nitekim 38 gün boyunca koalisyon görüşmelerinin yürütüldüğü CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu bile, koalisyon masası devrildikten sonra, AKP’nin bir koalisyon arayışıyla kendilerine gelmediğini açık bir şekilde tüm kamuoyuna deklare etmiştir. Yine MHP ve HDP’li hükümet formüllerine saray ve AKP’nin yaklaşımı da tüm kamuoyunun bilgisi dâhilindedir. Yani, özet olarak saray ve talimatlandırılmış Başbakan eliyle çözüm masasından sonra, koalisyon masası da deyim yerindeyse yerle bir edilmiştir.
Öte yandan seçim öncesinden başlayarak mevcut yasaları ve anayasayı tamamen rafa kaldıran saray ve talimatlandırılmış AKP, seçim sonrasında da açık bir şekilde Anayasal ihlaller yaparak, defalarca suç işlemişlerdir. Hükümet kurma sürecinde yasal sürenin bitimine bir hafta kalmasına rağmen, CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’na hükümet kurma görevi verilmemesi, seçim hükümeti kurulurken de anayasal olarak tanımlanan tarafsızlık ve bağımsızlık ilkelerinin hiçe sayılması burada ifade edebileceğimiz sadece iki örnek olarak gösterilebilinir. Tüm bu yasal ve anayasal suçları tek tek detaylandırmaya gerek görmüyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘fiili olarak rejimi değiştirdiğini ifade etmesi, bunu meşrulaştıracak yeni bir anayasal düzenleme istemesi bile çok tanıdık olan Darbe konseptinin geldiği aşamayı açık bir şekilde ele vermiştir. Bu darbe ve savaş konseptinin tüm ülkede neler yaptığını Lice, Silvan, Diyarbakır, Sur, Şemdinli, Yüksekova, Hakkâri, Silopi, Cizre, Şırnak, Varto, Dersim başta olmak üzere tüm halklarımız ve dünya kamuoyu yakından görmüştür.
Saray ve talimatlandırılmış AKP hükümetinin tüm bu uygulamalarına, içeriden ve dışarıdan güçlü itirazlar yükselmiş, darbe ve savaş konseptinin uygulamalarına tepkiler Türkiye siyasi tarihinde görülmemiş düzeyde polis ve asker cenazelerine kadar haklı ve güçlü bir şekilde yansımıştır. Saraylarda, köşklerde zevk ve sefa içinde oturup devletin kaynaklarını yağmalayanlar, kendi çocuklarına, yakınlarına çürük raporları alanlar ve bedelli askerlikler yaptıranlar, iktidar savaşının cephelerine yoksul emekçi halk çocuklarını gönderme ahlaksızlığını da pervasızca bugüne kadar sürdürmüşlerdir.
Sayısız demokrasi ihlalleri ve suç pratiğinin sahibi olan saray ve AKP, buna rağmen emrindeki yandaş basın ve susturulmuş yaygın basın aracılığıyla bu tablonun müsebbibi pozisyonundan kaçmak istemiş, ağır tarihi faturayı diğer siyasi partilere havale etmenin gayretine girmiştir. Öyle ki devrilen çözüm ve koalisyon masalarının sorumluluğu tüm halklarımız ve kamuoyu tarafından bilinmesine rağmen, muhatap olan HDP ve diğer muhalefet partilerine mal edilmek istenmiştir.
Bu konuda HDP dışındaki diğer siyasi partilerin bu durumu teşhir etme, bu tabloyu doğru bir şekilde tüm halklarımıza gösterme pratiği de ulusal ve bölgesel barışa en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde TBMM’ye getirilen savaş tezkeresine karşı gösterilen tavırda da açık bir şekilde görülebilir. Açıkçası AKP’nin darbe ve savaş pratiğine karşı çıktığını söyleyip, TBMM’ye getirilen savaş tezkeresine onay vermenin hiçbir mantıklı izahı olamaz. Diğer taraftan AKP’nin bu uygulamalarına karşı çıkarken, seçim hükümetinde meydanı AKP’ye bırakmak, darbe ve savaş konseptinin teşhiri konusunda pasif edilgen bir pozisyona düşmek de HDP dışındaki diğer muhalefet partilerinin tarihe geçen sorumsuzluk örneği olarak ifade edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Bizler daha önce seçim hükümetine neden dâhil olduğumuzu kamuoyuna defalarca ifade etmiştik.
Bugün tüm bu gerekçeleri tekrar sıralamaya gerek yoktur. Ancak çok kısaca seçim hükümetine dahiliyetimizi AKP’nin tüm bu darbeci savaş uygulamalarına karşı Kabinede mücadele ve teşhir etme amacımızı, halkımızdan aldığımız %13,1’lik oy ve anayasal gereklilik olarak bugün bir kez daha hatırlatmak isteriz. Bugüne kadar kabinede AKP hükümetinin tüm darbe ve savaş pratiğine karşı, parti ilkelerimiz ve halkımızın değerleri doğrultusunda karşı koyduk. Müstafi bir hükümetin, seçim kabinesinin iradesini gasp eden savaş tezkeresini gayri hukuki olarak TBMM’ye sevk edilmesine karşı çıktık. Türkiye siyasi tarihinde ilk kez müstafi hükümetin savaş tezkeresine karşı Kabine sıralarından red oyu çıkardık. Saray’ın ve talimatlı Başbakan'ın Kürt illerinde yürüttüğü savaşı, Türkiye’nin her tarafına düşen büyük acıyı kabine üyeleri olarak mahkûm ettik. Barışın sesini hem kabinede, hem de kabine üyesi olarak dünya kamuoyunda duyurmanın gayreti içerisinde olduk.
Gever’de, Lice’de, Silvan’da, Sur’da, Silopi’de katliam girişimleri yapılırken, sorumlu siyasileri ve bürokratları yılmadan, üşenmeden uyardık, hukukun baskısı altına almaya çalıştık. Cizre’de sekiz günlük sokağa çıkma yasağı ile, 24 yurttaşımızı katleden anlayışa karşı, katliamcıların yanında değil, ablukayı kırmaya çalışan halkımızın yanında yer aldık. 35 günlük bebeğin derin dondurucuda tutulan cenazesini de, 10 yaşındaki çocuğun keskin nişancılar tarafından katledilmesini de, 7 çocuklu 70 yaşındaki bir ananın devlet kurşunuyla öldürülmesini de hiçbir tereddüte kapılmadan, Kabine üyeleri olarak ülke ve dünya kamuoyuna duyurduk.
Atanmış bir polisin İçişleri Bakanlığı, seçilmiş iradeyi tanımayan bir bürokratın da Şırnak Valiliği yaptığını tüm halklarımıza açık şekilde gösterdik. Yaşanan çatışmalı süreçten dolayı Parti Genel Merkezi'mize, il-ilçe binalarımıza, halkımızın ev ve işyerlerine karşı yapılan faşist linç saldırılara karşı açık ve net bir tutum sergiledik. Basın kuruluşlarına yapılan baskılara karşı basın özgürlüğünün yanında durduk. Parti çalışanlarımız, il-ilçe eş başkanlarımız ve belediye eş başkanlarımıza yönelik yürütülen siyasi soykırım operasyonlarına karşı durduk ve bu siyasi soykırım operasyonlarını teşhir etmeye çalıştık. Burada daha fazla detaylandıramayacağımız konularda AKP’li Bakanları ilk kez yanı başlarında en güçlü Barış ve Kardeşlik sesini duymak zorunda bıraktık. Kabinenin ülkemizi ve halklarımızı uçuruma sürükleyen politikalarını açık ve net şekilde tüm dünya kamuoyunda teşhir ettik.
Başından beri AKP’nin halkta yaratmaya çalıştığı ‘sandıkla da olsa bunlar gitmez’ algısını Kabine içerisindeki varlığımızla yerle bir ettik. AKP’siz kabine sıralarının mümkün olduğunun umudunu tüm halklarımız nezdinde yeniden yeşerttik. Savaş ve darbe politikalarını muhalefete yüklemek isteyen AKP anlayışı ve Saray zihniyetini hemen yanı başlarında gözlemleyerek, sorumluluğun kimde olduğunu açık bir şekilde teşhir ettik. Açık ve net şekilde ortaya koyuyoruz ki, savaşı uygulamaya koyan da siyasete darbe yapan da AKP hükümetinin kendisidir. Tüm baskı ve zor politikalarına katliam uygulamalarına rağmen en büyük korkuyu yaşayan da yine Saray ve AKP’nin kendisidir.
Tüm halklarımızın belirttiğimiz hususlarda karamsarlığa kapılmasına gerek olmadığını, umudu büyüterek AKP’den kurtulma dışında başka bir seçeneğin olmadığını da birebir yaptığımız çalışmalar ve gözlemlerden yola çıkarak tekrar belirtiyoruz. Biz AKP’yi teşhir ettik, AKP’siz seçeneğin yakın olduğunu tüm halklarımıza gösterdik. 90 yıllık inkârcı, imhacı, asimilasyoncu bir anlayışın, büyük bedeller ve tarihi badireler neticesinde yerle bir olduğunu, Kürdün, Alevinin, sosyalistin şahsında tüm ezilen halkların, inançların, kimliklerin ülkenin yönetim süreçlerine kendi kimliğini inkâr etmeden katılabileceğini gösterdik. Bu vesileyle en önemli gündemlerimizden biri olarak tartışılan katı merkeziyetçi bir idari sistemin ülkemizin en temel sorunlarına çözüm üretemediğini, yönetim ve karar süreçlerinde yerel demokrasiyi geliştirecek adem-i merkeziyetçi bir yönetim anlayışının geliştirilmesi gerektiğini bizzat Bakanlar Kurulu’nun içerisinde yer alarak gözlemledik.
Bizler barış, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesinin bir parçası olarak, partimizin verdiği görev doğrultusunda bakanlık görevini bugüne kadar ifa ettik. Geldiğimiz aşamada teşhir olmuş, maskesi düşmüş, gerçek yüzü tüm halklarımız tarafından görülmüş savaştan beslenen, bırakın insan yaşamını Varto örneğinde olduğu gibi mezarlıkları, camii ve cemevlerini harabeye çeviren, bebek ve çocuk katlinibile meşrulaştırmaya çalışan taraflı, bağımlı ve Saray güdümlü AKP’nin seçim hükümetinden çekiliyoruz. İki bakan olarak partimizin yetkili organlarıyla yürüttüğümüz istişare doğrultusunda istifa ettik.
AKP’nin sonunun yaklaştığı bugünlerde halkımızla birlikte yürüttüğümüz mücadele saflarında 1 Kasım seçimlerine hazırlanıyoruz. 7 Haziran’da başkan yaptırmadığımızı, 1 Kasım’da tekrar başkan yaptırmayacağız. 7 Haziran’da iktidarını sarstığımız AKP zihniyetini 1 Kasım’da iktidardan alacağız. Tüm halkımızı ve demokratik kamuoyunu barışın etrafında kenetlenmeye, demokrasi ve özgürlük mücadelesini yükseltmeye çağırıyoruz.
Konca, basın açıklamasının soru cevap bölümünde şu ifadeleri kullandı:
"Bakanlar Kurulu’nda biz istifa gerekçelerimizi çok özet olarak anlattık. O da kendi görüşlerini dile getirdi, teşekkür ettik, ayrıldık. Gerekçelerimizi çok net koyduk, tartışma yaşanmadı. Ben Vartoluyum, bu kabinede yer aldığım için Varto’dan lanetleyen telefonlar aldım. Bu koşullarda seçim güvenliğinin kesinlikle olmadığı gününde beyanlarımız oldu. Cizre’de İçişleri Bakanlığı ve valinin krizi yönetemediğini, benim ulaşmak istemememe rağmen ulaşamadığımı söylemedim. Davutoğlu benle muhatap olmadı, hendeklerden falan söz etti."