Ezgi Başaran
(Radikal, 25 Eylül 2012)
İddianameyi okumadınız. İddianamenin eklerini okumadınız. Plan Semineri ses kayıtlarının tamamını dinlemediniz. CD’leri incelemediniz. Duruşmalara gitmediniz. Savunmaları dinlemediniz. Savunmanın sunduğu lehte delilleri görmediniz. Emniyetin word dosyalarında adı geçen kurumlarla yaptığı ve altı ay boyunca adli emanete saklanan belgelerde ne olduğunu bilmiyorsunuz. Yine de Balyoz davası hakkında fikir yürütüyorsunuz. Hakkınızdır, anladım. Plan semineri ses kaydının iç tehditle ilgili bölümünü dinlediniz ve bu sizin için bir darbe planlandığını gösteren yeterli delildir. Anladım. Plan seminerinin niçin iddianamenin merkezinde olmadığını, niçin o seminere katılan 50 kişinin sanık olduğunu, diğer katılımcıların neye göre sanık olmadığını, geri kalan 280 civarında kişinin neye göre dahil edildiğini şu anda çözemediniz ama mahkemenin gerekçeli kararını okuyunca bileceksiniz. Anladım. İddianamede yer almasa da… Çetin Doğan’ın içinden geçen niyeti, Özden Örnek’in ne gibi günlükler yazdığını, İbrahim Fırtına’nın nasıl biri olduğunu biliyorsunuz. Bu 28 Şubat davası olmasa da, askerlerin o dönemde ne tavırlar takındığını, kimbilir ne görevi kötüye kullanma suçları, ne siyasi hamleler yaptığını kulaklarınızla duydunuz. Anladım. Darbelerle ezilmiş bir ülke olduğumuzu, darbeciliğin Cumhuriyet geleneklerinden sayıldığını ve bunun Balyoz gibi bir planın gerçek olduğuna inanmak için yeter delil sayılabileceğini düşünüyorsunuz. Anladım. Küçük hukuksuzluklar, adil yargılama yapılmadığına dair emareler olduğunu kabul ediyorsunuz ama yani o kadar da olacak diyorsunuz. Hem zaten bu son durak değil ki, Yargıtay diye bir şey var diye, sanık yakınlarını teskin etmeye çalışıyorsunuz. Anladım. Ordu harcamalarını denetleyecek biçimde Sayıştay kanununda gerekli düzenlemenin yapılmamasını, ordunun hala hesap verebilir pozisyonda olmadığını, Roboski katliamının sorumluların 10 aydır ortaya çıkmamasını, darbelere hukuki kılıf hazırlayan iç hizmet kanununda hala değişiklik yapılmamasını bir kenara bıraktınız. Balyoz davasının 20, 18, 16 yıl gibi cezalarla sonuçlanmasının gerçek ordumuza kavuşmamıza yarayacağına, askeri vesayetin kalkıp demokrasinin geldiğinin kanıtı saydınız. Anladım. Balyoz’u böyle anlattınız. Bu anlatımlarınızla yıllar içinde siz baş edersiniz. Ben söylediklerinizin tamamını anladım. Fakat bir tek soruya cevap vermenizi istiyorum. Bir türlü izah edilemeyen bir bölüm var Balyoz davasında. 330 kişinin tutuklanmasına sebep olan dijital word belgelerindeki bilgiler niçin meşum Plan Semineri’nin ve darbenin planlandığı Mart 2003 tarihinden çok sonrasını, örneğin 2009’u gösteriyor? Türkiye’den ve Amerika’dan bilgisayar mühendislerinin bu CD’lerin sonradan hazırlandığını, güncelleme yapılmış olamayacağını belirten raporları size ne diyor? Tamam bu askerler 20 yıl yatsın, 18 yıl yatsın çünkü zaten niyetleri belli. Bu niyetler ve bu kişiler piyasadan çekilince bize demokrasi gelsin. Tamam da… Bana şunun cevabını verin: Bu CD’leri kim, ne zaman hazırlamıştır? Eğer böyle bir takım CD, flashdisk, word dokümanı, hazırlayıcıları varsa ve bunların sahte olduğunu bilimsel açıdan kanıtlamanıza rağmen hapislerde çürümeniz engellenemiyorsa, kendinizi güvende hissediyor musunuz? Hadi bu askerlerden kurtulduk. Şimdi demokratik hukuk devletinde yaşıyor musunuz? Bana bunun cevabını verin, Balyoz’u tam olarak anlatmış olacaksınız. Uzun not: Balyoz davasını ilk araştırmaya başladığım dönemde bir dizi röportaj yapmıştım. Konuya hakim isimlerden biri olan Alper Görmüş’le de görüşmüştüm. Bu röportajdaki bazı soru ve cevapları yeniden burada yayınlamayı uygun buluyorum. (Tamamını okumak isteyenler bu link’ten ulaşabilir: http://goo.gl/3P7NO ) Savcılar, tartışmalı CD’lerin 2003’te oluşturulduğunu ve bir daha da ilave yapılmadığını söylüyorlar. Bu durumda 2002 sonu, 2003 başında var olmadıkları kesin kimi dernek, hastane o CD’lerde ne arıyor? -Ama bir yandan da, bu ‘zamanlama çelişkileri’nin, TSK’nın sürekli güncellediği listeler üzerinden gösterilmesinin üzerinde de durmalıyız. Bu, şöyle bir ihtimale kapı aralıyor: CD’lerdeki bu listeler 2003’ten sonra sürekli olarak güncelleniyordu ve Balyoz belgeleri 2009 ya da 2010’da Birinci Ordu’dan ‘çalındığında’, listelerin bu yeni halleri vardı CD’lerde. Siz CD’lerin güncellendiği fikrine hem yakınsınız hem de değilsiniz… -Buradaki soru şu: Madem güncellendiler, öyleyse neden o dosyaların üstverilerinde ‘update’ edildikleri tarihler değil de 2002-2003 tarihleri vardı? Öyle ya, dosya her yenilendiğinde tarihin de otomatik olarak yenilenmesi gerekirdi. İşin uzmanları, buradaki muammayı açıklayacak yegâne şeyin, o yıllardaki harddiskler olduğunu söylüyorlar. Biliyoruz ki, savcılar bu bilgisayarlara ulaşmak istediler fakat ‘tamamının yenilendiği’ cevabıyla karşılaştılar. Peki eski bilgisayarlar nerede? Bilmiyoruz. Savcılar bunların izini sürüyor olmalılar. Savcılar bu tarih-isim uyuşmazlıklarının farkına varmamış olabilir mi? -Savcıların bazı listeleri valiliklere gönderdiğini ve “Bunlar 2003’teki listelerle uyumludur” cevabı aldıklarını biliyoruz. Gerçekten bir ‘muamma’ var. Balyoz iddianamesine salt hukuk malzemesi olarak mı yaklaşmak yoksa o dönemde Doğan’ın AKP alerjisini, Sarıkız, Ayışığı belgelerini baz alıp bir yargıyla tüme varmak mı lazım? -Mahkeme tabii ki ‘salt hukuk malzemesi’ne yani somut delillere bakarak verecek kararını... Benim kişisel kanaatim ise Çetin Doğan’ın darbeperver bir general olduğu ve bu yönde epeyce gayret gösterdiği yönünde... Yani Çetin Doğan’ın darbe yapmasının çok muhtemel olduğu ön kabulüyle mi iddianameyi yorumlamalı? -Hiç öyle şey olur mu? Bu yolla Çetin Doğan kamuoyu önünde mahkûm edilebilir fakat bir mahkeme böyle bir yöntemle onu mahkûm edemez. Bu sahtecilik iddiaları davanın bundan sonraki sürecini nasıl etkiler? -Ben yine ‘muamma’dan gideceğim... Bu muamma çözülemezse ne olur? Şu andaki kanaatime göre, Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in işaret ettiği zamanlama çelişkileri, mahkemeyi, belgelerin sonradan ‘üretilmiş’ olduğuna karar vermeye sevk edebilecek kadar ciddidir; meğer ki savcılar bunların nereden kaynaklandığını izah edebilsinler...