'Jîn' filminin yönetmeni Erdem: Bana en çok umut veren Kürt kadınları

'Jîn' filminin yönetmeni Erdem: Bana en çok umut veren Kürt kadınları

Sinema yönetmeni Reha Erdem, geçtiğimiz hafta gösterime giren yeni filmi "Jîn" hakkında sorulara yanıt verdi. İlk gösterimi Berlinale'de yapılan film, 17 yaşındaki bir gerillanın, örgütten kaçıp şehre ulaşma hikayesini anlatıyor.

Reha Erdem, Milliyet gazetesinden Zeynep Miraç'a verdiği söyleşide, "Kürt kadınları çok büyük adımlar attılar. sadece Kürt meselesi için değil, Türkiye için bir umut oldular" dedi.

Reha Erdem'in Milliyet gazetesinde yayımlanan (22 Mart 2013) söyleşisi şöyle:

“Jîn”den edindiğim izlenim doğru mu? Siz bu meselenin silahlar bırakıldığı anda çözülemeyeceğini mi düşünüyorsunuz?

Mesele silah değil. Ne sonuç ne de amaç. Bir kere çok büyük bir aşama, en azından insanlar ölmeyecek. O ölülere bile alıştığımız bir hal olmuştu, en korkuncu da bu. Silah bırakmak çok büyük bir adım. Filmle ilgili konuşuyorsak, lafa “Jîn... kadın...” diye başlıyoruz... Kürt kadınları bu anlamda çok büyük adımlar attılar. Sadece Kürt meselesi için değil, Türkiye için umut oldular. Benim şu anda en çok umut duyduğum yapı, Kürt kadınları. Dağdaki, ovadaki, şehirdeki, meclisteki kadınlar. Çok hakikiler. Muhalefetten öte el koyma, artık dur deme durumu var. Ve bu inşallah sadece Kürt meselesini halletmeyecek Türkiye’de de birtakım meseleleri halledecek.

“Jîn”in hikayesi, bir dağdan iniş yolculuğu... Ortaya şu çıkıyor: Dağdan inmek sanıldığı kadar kolay değil. Anlatmak istediğiniz bu muydu?

Benim böyle cevaplarım yok. Cevapları olan insanlarla buralara kadar geldik. Bir insan birkaç cevapta çözülemez ki. Elinize cetvel alıp insan boyunu posunu ölçersiniz, ama ruhu, zaafları, zayıflıkları ölçülecek gibi değil. Jîn figürü ise bende dağdan inmek yerine üniformasızlaşma arzusu demek. Üniforma herkesi aynı hizaya getiriyor. Oysa her üniformanın altında ayrı bir kalp var. Beni bu çok ilgilendiriyor. Yapılacak olanları o ayrı ayrı kalpler yapıyor. Jîn’e tek başına bir hareket içinde bakmak yerine o özlemeleri, acıları, kadınlığı, büyümeyi, Kürtlüğü, gerillalığıyla bakmak gerek.

Çözümün miladı olarak Başbakan dağdan inişi gösterdi. Sizce bu başlangıç mı, final mi?

Bu bir final değil. Dağdan öyle ha deyince inilecek bir durum da yok. Hadi dağdan inelim, her şey bitti, Kürtçe konuşmaya başladık gibi olmayacak bu meseleler. 30 küsur yıldır süren bir savaş var. O mevziyi neye güvenerek bırakacaksınız? Bugüne kadar hep güvensizlik üzerine kuruldu bu süreç.

Filmi Türkiye’nin hangi döneminde çektiniz?

1,5 yıl önce. Yer yerinden oynuyordu, çok gerilimliydi. İlk haftanın sonunda Kaz Dağları civarındaydık, felaketti. Akşam otele geliyorduk, gündüz yaptıklarımızın hakikileri korkunç bir şekilde önümüzdeydi. Ben gerçekçi sinema gerçeği öldürür derken, bunun nasıl olduğunu gözümle gördüm. Biz oradan yalandan savaşlar icat ediyorsak, ne kadar aşağılık bir durum! O hakikate de büyük saygısızlık. Ancak buradan bir tavır çıkartmak mümkündü.

Film zihninizde oluşmaya başladığında Türkiye Kürt sorununun neresindeydi?

Ben bu meselelerin hep içindeyim. Ben de Jîn’in yaşından beri bu işlerin içindeyim. O figür kadar angajeydim. Sonra başka türlü devam etti, ama bu var. Gerilla olmak için hayal kurmak lazım. Romantik, melankolikler. Bana çok çekici geliyor. Biz de bazı şeyleri hayal kurdurup anlatmaya çalışıyoruz. O anlamda gerilla hayal kuran bir figür benim için. Sinema da hayalin peşinde... 17 yaşından beri ben de Jin gibi birtakım hayaller kuruyorum. O zamanlar devrim hayalleri kuruyordum. Onlar değişiyor zamanla. Hayal kurmayan insan dağa da çıkamaz, film de çekemez. Ortak noktamız orada.

Karşılaştığı insanları düşünürsek, Jîn dağda daha mı özgür?

Bana sorarsanız öyle. O korkunç gibi gözüken vahşi doğanın dışı onun için daha zor.

 

‘Beni sadece  tarafsız demeleri üzer’

Basında şöyle cümlelerle anıldı filminiz: “Açılım beyazperdede”. Bu sizin filminizi ne kadar anlatıyor? Açılım o kadar karanlık ve bilinmedik bir laf ki, arkasından ne çıkacak bilmiyoruz. Arkasından kilitler çıktı, herkese korku ve endişe bıraktı. Ben filmlerim hiçbir şeyin filmi değil. Ne açılımın ne kapanmanın. Böyle bire bir fonksiyonel olabileceğini düşünmüyorum sinemanın. Ne yapabilir ki bir film? Konuşmamıza, içimizde bir heyecan büyütmemize yarayabilir. Bu da az buz bir şey değil.  

Eski arkadaşınız Ruşen Çakır filmi seyrettikten sonra “Sana çok kızacaklar” dediğini yazdı. Kızdılar mı?

Ruşen benim bu meselelere nasıl yaklaşacağımı biliyor. Bundan 7-8 sene önce Erdal Eren’le ilgili bir film düşüncem vardı. O zaman bana dedi ki, “Yapma. Nasıl yaklaşacağını çok iyi biliyorum. Bazı figürlerin çok sahibi var, baş edemezsin”. Onun için “Jîn”i çekerken söylemedim ona, yine vazgeçirecek, şevkim kırılacak diye. Cevaplarla dolaşan kafalardan laf yiyeceğimi biliyorum. Bir taraf için “PKK’den kaçtı”yla iş bitiyor, diğer taraf için üniformayla bitiyor. Bu filmde benim canımı sıkacak olan bana liberal, satılmış falan filan demeleri değil. Tarafsız demeleri. Beni üzen bu olur. Bu filmin tavrı belli. Jîn’e bir güzelleme yapıyor.

Bir gerillanın hikayesini anlattığınız bir filmi vizyona sokarken sorun yaşadınız mı?

Hayır. Mars grubu dağıtıyor filmi, yapımında da varlar. Şunu da söyleyeyim. “Jîn”i daha kötü zamanlarda vizyona çıkaracağımızı düşündüğümüz için yabancı fonlara başvurmadık, ki “Yabancılar vermiş parayı” demesinler.