Stern dergisinin kurucusu ve eski Genel Yayın Yönetmeni Henri Nannen (1913-1996) adına 2005 yılından beri verilen ödüller Almanya'da gazetecilik alanındaki saygın ödüller arasında yer alıyor.
Ödüller araştırmacı gazetecilik, röportaj ve fotoğrafın da bulunduğu toplam altı kategoride veriliyor. Stern Genel Yayın Yönetmeni Christian Krug, yaptığı açıklamada, Banu Güven’in Türkiye’de basın özgürlüğü için verdiği mücadeleden ötürü Henri Nannen Özel Ödül'üne layık görüldüğünü söyledi.
Açıklamada Güven’in çalıştığı İMC televizyonu kapatılmasına rağmen hazırladığı video mesajlarını sosyal medyada paylaşmaya devam ettiği belirtilerek "Tehditlere, göz dağına rağmen susmadı" ifadesine yer verildi.
Ödüller sahiplerine 27 Nisan'da Hamburg'da düzenlenecek törenle takdim edilecek. 2006 yılında dönemin Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, 2007 yılında öldürülen gazeteci Hrant Dink bu ödüle layık görülmüştü.
DW Türkçe: Bu ödül sizin için ne ifade ediyor?
Banu Güven: Henri Nannen ödülü bizim Türkiye'de uzun zamandan beri mücadelesini verdiğimiz basın özgürlüğü için cesaret veren, dayanışmayı simgeleyen bir ödül. Bu bana verilmiş bir ödül ama ben bunu mücadele eden bütün arkadaşlarımla paylaşıyorum. Çünkü gazeteciler olarak bir arada durmak zorundayız.
DW Türkçe: Son çalıştığınız İMC TV geçen yıl kapatıldığından bu yana Türkiye'de işsiz kalan çok sayıda gazeteciden birisiniz. Ama hem sosyal medya üzerinden gazeteciliğe devam ediyorsunuz, hem de Batı Alman Radyo-Tv'nun (WDR) "Sansürsüz Türkiye" projesi çerçevesinde Türkiye'deki gelişmelere dair haber ve izlenimlerinizi paylaşıyorsunuz. Gazetecilik hayatınızın bu dönemi nasıl geçiyor?
Banu Güven: Kolay geçmiyor ama gazetecilik sınırları aşan bir meslek. Dolayısıyla sınırları aşan bir dayanışma ortaya çıktığında, bu insana güç veriyor. İMC TV ve diğer muhalif kanallar kapatıldıktan sonra şöyle bir soruyla karşı karşıya kaldık: Bundan sonra nasıl çalışmaya devam edilebilir? Kanal “milli güvenliği tehlikeye attığı” gerekçesiyle kapatıldı. Bu, orada çalışan gazetecilere şu mesajı vermek demek: Artık işinizi yapmanıza izin yok. Bunu böyle kabul etmek zor. Dolayısıyla hepimiz işimizi yapmaya devam etmek istedik. Türkiye'de şu an, bir anda bir yayın kararı alıp, Periscope, Facebook live gibi farklı mecralarda yayın yapan “haberSİZsiniz” adlı bir girişim devam etmekte. Hepimiz bunun içine girip bir parçası oluyoruz. Ama tabii ki “hayat nasıl kazanılacak?” sorusu da var. Bizim mesleğimiz gazetecilik iken, mesleğimizi yaparak para kazanmamız gerekiyor. Bu anlamda da dayanışma çok önemli işte. “Sansürsüz Türkiye” adlı WDR'in açtığı alan (proje), nefes almama yardımcı olan bir alan oldu. Bu nedenle kendimi daha iyi hissettim, çalışmaya devam edebildim. Onunla birlikte 'taz.gazete' birçok meslektaşımıza ve bana sayfalarını açtı. İsviçre'de bir radyodan "dosya yapar mısın?” teklifi geldi. Keşke sınırların içinde de çalışma imkânımız olsa. Böyle sıkıntılı bir tarafı var durumun. Ama şu an önemli olan bütün meslektaşlarımızla birlikte sınırları aşan, mesleğe yaraşır bir şekilde, bir arada durabilmemiz. Türkiye'de zaten genel olarak herkesin üzerinde bir baskı var. Sosyal medyada yaptığınız işi paylaşırken de bir trol ordusunun üzerinize nasıl gelebileceğini biliyorsunuz ama biz özgür gazeteciler, çok kararlıyız, işimizi öyle ya da böyle yapmaya devam edeceğiz.
DW Türkçe: Uzun yıllar ana akım medyada çalıştınız. NTV'nin en beğenilen yüzlerinden biriydiniz. Ana akımdan muhalif basına geçtiğinizden beri ise özellikle sosyal medyada hedef alınıyorsunuz. Medyada sevilen bir yüzken, hedef gösterilen bir gazeteci haline gelmek nasıl bir duygu?
Banu Güven: Aslında ben NTV'deyken de yaptığım bir takım yayınlarla ilgili garip, yani demokratik olmayan tepkiler gelebiliyordu. Sosyal medya manzarası, topografya diyelim, 2013'den sonra çok değişti. İktidar önce sürekli karaladığı sosyal medyayı etkin artık kullanmak istedi. Troller ordusunu hepimiz tanıyoruz. Sonra "yandaş” olarak tabir edilen medya kuruluşlarının siteleri de var. Çok çirkin haberler yapıyorlar. Aynı zamanda seksistler yani cinsiyetçi. Biz kadın gazetecilerin bir sorunu da bu. Bunlara rağmen bir arada durmak bize iyi geliyor. Onlara böyle saldırılar yapma fırsatını vermemek için söyleyeceğimiz söylemek, ama onlara fırsat vermemek de önemli. Bunun için hep beraber çalışıyoruz. Benim için önemli olan şey şu: Ben işimi yapmaya layığıyla devam etmek istiyorum. Bunun için de gayret gösteriyorum.
DW: Türkiye'de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ve bu çerçevede çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle çok sayıda akademisyen, gazeteci gözaltına alındı, tutuklandı ya da işten çıkarıldı. Bazı akademisyen ya da gazeteciler Almanya ya da başka ülkelere yerleşti. Sizin Türkiye'den ayrılma, örneğin Almanya’ya yerleşme ve gazeteciliğe burada devam etme planınız var mı?
Banu Güven: Gazeteciliğin Almanya'da nasıl yapıldığını görünce, içimde böyle bir özlem duygusu, bir heyecan, oluşmuyor değil. O özgürlüğü hepimiz istiyoruz. Ben de, arkadaşlarım da yeniden bir haber merkezinde buluşup, oturup, üretmeyi özlüyoruz. Bu tarafları ile bazen böyle bir özgür ortamda çalışma düşüncesi cazip geliyor ama şu var: Ben sonuna kadar memlekette kalıp, gittiği yere kadar devam etmek istiyorum. Çünkü oradan olan biteni takip edebilmek, orada bir takım süreçleri zorlayabilmek, çözüm yolları üretebilmek, bunları zorlamak da önemli. Yani burada olan ve işini özgürce yapmaya devam edenlerin, içeride olan meslektaşlarımıza alan açması da çok mühim. Memlekette kalıp varlığı sürdürmek de...
DW Türkçe: 16 Nisan referandumunun ardından Türkiye'de medyanın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Banu Güven: Türkiye'de sadece medya olarak değil, üniversiteler, başka bütün sosyal yapılar, kuruluşlar, kurumlar olarak aynı gerçeği yaşıyoruz. Biat etmeyene oralarda yaşam alanı tanınmıyor. Dolayısıyla bizler alternatif bir takım yöntemlerle yaşam alanını kurmalı, yaratmalıyız. Örneğini verdiğim “haberSİZsiniz” yayınları da buna örnek belki. Hayatı sürdürmek için de bir şeyler yapmak gerekiyor. Böyle bir köşeye sıkıştırılmışlık durumu var. Ama alternatif olan, konvansiyonel olmayan düşünce şekilleriyle ben eminim bazı yolları açabileceğimize. Her şeyden önce habere, haber yapma, haber alma, ve yurtdışında haber olma hakkına hep beraber sahip çıkmak zorundayız. Ben bu mücadelenin büyüyebileceğini düşünüyorum. Avrupa'da olduğu gibi, ABD'de olduğu gibi popülist politikalar prim yapıyor. Biz burada iktidarın nasıl şekillendiğine, nasıl bir alanı kapladığına baktığımızda bunun sonuçlarını görüyoruz. Ve bunun devamı gelecek. Cumhurbaşkanı (Erdoğan) hemen referandumdan sonraki ilk konuşmasında bunun sinyalini verdi. Umarım biz yarın, öbür gün idam cezasını oylamak durumunda kalmayız memlekette. Bunun olmaması için de konvansiyonal olmayan yollarla bütün bu haber alma, yapma hakkını koruyabilmemiz, ayakta tutabilmemiz çok önemli. Bunun için mücadele edeceğiz.
© Deutsche Welle Türkçe
Hülya Topcu