Baransu'dan gazetecilere mektup: Bin yıl hapsim isteniyor, kaşıksız yemeğe zorlandım, su verilmediği gün oldu, 17 Kasım'da bana güç verir misiniz?

Baransu'dan gazetecilere mektup: Bin yıl hapsim isteniyor, kaşıksız yemeğe zorlandım, su verilmediği gün oldu, 17 Kasım'da bana güç verir misiniz?

1 Mart 2015'te gözaltına alınarak tutuklanan ve başta Balyoz dosyası olmak üzere bazı haberleri nedeniyle "devletin gizli belgelerini temin etme, çalma, örgüt kurma, darbeye teşebbüs" iddialarıyla suçlanan Mehmet Baransu, Slivri Cezaevi'nden gazetecilere mektup yazdı. Savcıların da kabul ettiği suçlamalar, çok sayıda mecrada yayımlanan haberler nedeniyle yargılandığını ve hakkında yaklaşık bin yıl hapis cezası talep edildiğini belirten Baransu, "Sesime ses olur musunuz? Bana güç vermek ister misiniz? Şimdiden küçücük hücremden herkese çok teşekkürler" diyerek gazetecileri 17 Kasım'da İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılacak duruşmasına çağırdı.

Silivri F Tipi Cezaevi'nden yazılan "Mehmet Baransu'dan meslektaşlarına mektup" başlıklı mektup şöyle:

Cezaevinde, bir hücrede ve zor şartlarda bu mektubu sizlere yazıyorum. Gönül isterdi ki her birinize ayrı ayrı mektup kaleme alayım. İnanın buradaki şartlarım o kadar zor ki. Hakkımda açılmış 50’nin üzerinde dava var. Soruşturması devam eden dosyaları saymıyorum bile. Tüm davaların 17-25 Aralık sonrası açılması da manidar. Elle yazıp, duruşmalara hazırlanmak, hapishanede savunma yapmaya çalışmak da zor ve güç.

Bu amaçla istedim ki genel bir mektup yazıp sizlerle duygularımı, düşüncelerimi paylaşayım. Desteklerinizi hissedip, hücremde güç bulayım.

Biliyorsunuz 01 Mart 2015 tarihinde, Balyoz belgelerini savcılığa teslim ettiğim gerekçesiyle “devletin gizli belgelerini temin etme, çalma, tek başıma örgüt kurma" gibi suçlamalarla gözaltına alındım. Savcı ifademe bile başvurmadan beni tutuklamaya sevk etti.  Bir gün sonra da tutuklandım. Daha önce de altı kez gözaltına alınmıştım. Operasyon bana doğru geliyordu ve sadece gazetecilik yaptığım için, hiç kaçmayı düşünmedim. Tutuklanma gerekçelerimden birinin “kaçma şüphesi”  olması ise ironik bir durumdu.

Tam dört ay, 120 gün tek başıma hücrede tutuldum. Tecrit yöntemiyle yalnız bırakıldım. Kaşıksız yemek yemeye zorlandım. Su verilmediği gün oldu. 120 günün ardından kamuoyundan gelen tepki üzerine yanıma bir kişi verdiler.  9 aydır da F tipi bir odada kalıyorum.

Bu süreçte hem ben, hem eşim, hem de ailem zor günler geçirdik. Halen de bu zorluklar devam ediyor.

“Paralelciler”, Balyoz'la orduya kumpas kurdular diyerek, darbe davasını tekrar gördüler. Buna hiçbir itirazım yok. Dava sürecinde yapılan hataları Taraf gazetesinde yazdığım için yeniden görülecek yargılamada “suçlu suçsuz” ayrımının tekrar yapılacak olması önemliydi. Kamuoyunun tamamı, bana muhalif olanlar bile “Balyoz”da suç işleyenlerin olduğunu, suçlu-suçsuz ayırımının ilk mahkemede yapılmadığını söylüyordu. Hükümet üyeleri bile “Milli orduya kumpas” sözüne rağmen, Balyoz'da bir darbe planı yapıldığını ancak masum kişilere de ceza verildiğini söylüyordu. Hatta dönemin Kara Kuvvetleri  Komutanı Aytaç Yalman, hem Hürriyet gazetesine verdiği beyanatta, hem de iki cilt olarak çıkardığı kitabında Balyoz'da birilerinin suç işlediğini, mahkemenin suçlu-suçsuz ayrımı yapması gerektiğini söyledi. Kitabında da yazdı.

İşte bu ortamda tekrar görülen davada, mahkeme tüm sanıkların beraatine karar verdi. Gerekçeli kararı okudum. İnanılmaz hukuki skandallara imza atılmış. Bu şimdilik konumuz değil, ama bunları ilerleyen günlerde yazacağım.

 

Savcının da kabul ettiği planı yazdım diye hapisteyim

 

“Paralel” denen hukukçular adliyelerden, özellikle önemli adliyelerden temizlenmesine rağmen, Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, Balyozcuları aklayan mahkeme kararına itiraz etti. Çetin Doğan dahil 7 kişinin darbeye teşebbüs ettiğini belirtip, cezalandırılmasını istedi. Dosya Yargıtay’a gitti. Hükümetin oluşturduğu yeni HSYK ve onun oluşturduğu savcılık bile Balyoz'un darbe olduğunu düşünüp, karara itiraz ederken, ben bu darbe planını yazdım diye hapisteyim…

Soruşturma, mahkeme, Yargıtay aşamasında bazı hukuksuzluklar yapıldığını kabul ediyorum. Kabul etmek bir yana ilk mahkemenin karar verdiği günlerde bunu Taraf gazetesinde yazdım da. Ancak sanki savcı, hakim, bilirkişi, Yargıtay üyeleri benmişim, bu mahkemedeki tüm yargılamayı ben yapmışım gibi suçlanmama gülümsemekten başka bir şey yapamıyorum.

Ben 2003’te tüm devletin, tüm gazetecilerin bildiği darbe planını Taraf’ta yazdım. Bir gazeteci olarak. Hapishanede yaşadığım bunca şeye rağmen bugün olsa yine yazarım. Hiç tereddüt etmeden.

Dönemin MİT Müsteşarı'ndan tutun Mustafa Balbay’a, Abdullah Gül’den Erdoğan’a kadar herkesin bildiği o günkü darbe toplantısını yazdım. Bir gazeteci olarak da yazmak görevimizdi. Bugün yeni HSYK’nın oluşturduğu yargı sistemine rağmen Balyoz kararına itiraz edilip, burada “darbe var” denilmesine rağmen tutuklanmamı, suçlanmamı da sizlerin takdirine bırakıyorum.

 

Hakkımda bin yıla yakın hapis isteniyor

 

Çok uzatmayacağım. 17-25 Aralık öncesi ve sonrası iktidarı eleştirmem, haberler yapmam dolayısıyla, hakkımda açılmadık dava kalmadı. Sanırım 1000 (Bin) yıla yakın hapis isteniyor hakkımda.

Uludere'de istihbaratı MİT verdi diye haber yaptım, devletin gizli belgesini yayımlamak, tahrif etmek, yalan söylemek gerekçesiyle 30 yıla kadar hapsim isteniyor. Cumhuriyet gazetesinde Genelkurmay'ın “İstihbarat bize MİT’ten geldi” belgesine rağmen Devlet 34 vatandaşını öldürüyor, bombalıyor…  Katliamı yapanlar yargılanmıyor, ama ben bunu ortaya çıkardım diye yargılanıyorum.

Sırf haber yaptım diye, 17-25 Aralık dahil hakkımda 20'ye yakın “gizliliği ihlal” gerekçesiyle dava açıldı. Önceden Ergenekon kapsamında aynı davalar hakkımda açılıyordu, şimdi hükümet açtırıyor. Cumhurbaşkanına hakaret gerekçesiyle hakkımda 7 dava var. Gerekçe 17-25 Aralıkla ilgili paylaştığım twitler. Bana ait olmayan bir tweeti  RT ettiğim için, Cumhurbaşkanına hakaretten 10 ay hapis cezası aldım.

MİT yasadışı fişleme yaptı. CHP ve MHP’lileri fişledi. Bunu yazdım diye 50 yıl hapsim isteniyor.

Hakkımda o kadar dava var ki, inanın hangi birini yazacağım şaşırdım. Beni tek teselli eden ise hepsinin gazetecilik faaliyeti ile ilgili olması.

 

Hatalarım olabilir, ama sadece gazetecilik yaptım

 

Gazetecilik tarzımı birileri eleştirebilir. Bu süreçte üslubum dahil bazı hatalar da yapmış olabilirim. Ama ben sadece gazetecilik yaptım. İnsanlar beni Taraf’ ta tanıdı ama ben 20 yıllık gazeteciyim. Geçmişte yazdığım haberlerim ortada. Ben sadece cesurca haber yaptım. Ve o cesaretimin bedeli de hırsızlar ve cuntacılar tarafından bana ödettirilmeye çalışılıyor. 1995-2002 yılları arasında hangi haberleri yaptığım arşivlerde. O zaman da hırsızlar ve darbecilerle ilgili haber yaptım cesurca…

Dün askerden korkup, bugün hükümetten korkanların bana gazetecilik dersi vermeye kalkışması, “paralel-cemaatçi” iftiralarını atmasına sadece bir dakika derim.

28 Şubat günahları sırtında olanların, Şemdin Sakık ifade yalanını manşet yapanların, bugün bana akıl vermeye kalkmasına, bir dakika derim.

Önce kendinize bakacaksınız, geçmişinize binlerce günahınıza. Keşke Taraf ve Ahmet Altan kadar temiz gazeteciliğe imza atsaydınız.

“Kumpas” diyerek ne darbecilik ne de hırsızlık örtülür.

Bu Ülkeye demokrasi ve hukuk gelmesi için hayatını hiçe sayan bir gazetecinin ülkenin tüm hukuksuzluğunun nedeni olarak gösterilmesi ve suçlanmasına karşılık, 9 aydır hücrede tutulan biri olarak, yukarıdaki serzenişimi anlayışla karşılayacağınız umuyorum.

 

Tek üzüntüm, bazı mağdurların yanında yeterince yer alamamak

 

Bu ülkede hakimleri, polisleri, yargı üyelerini atama görevi bir gazetecide değil. Kimse “bizi kandırdılar” diye de işin içinden sıyrılmaya çalışmamalı.

Kimse de Balyoz darbe değil, kumpastı yalanına sarılmamalı. Kimse de tüm günahlarını bana yüklememeli. Dediğim gibi. Dün yaptığım haberleri bugün yine yaparım. Tek üzüntüm, dün mağdur olan bazı kişilerin yanında gazeteci  olarak yeterince yer alamamak.

Bu süreçte o kadar yalnız bırakılıp, iftiralara maruz kaldım ki. Hücrede beni ayakta tutan ise başta eşimin ve sevdiklerimin desteğiydi.

Bu mektubu neden mi yazıyorum. Haksız açılan davalarla ilgili, bu hukuksuzluğu yapanlarla ilgili sizlerin desteğine, gücüne ihtiyaç hissetmem. Aşağıda sadece iki davamla ilgili  örnek vereceğim.

Ve 17 Kasım 2015’te bir mahkemem var . O gün kelepçelenen elime bakmadan, sizlerin gözlerini görüp güç almak istiyorum.

 

MGK-MİT davası: 54 yıl hapis istemi

 

Taraf gazetesinde MİT’in CHP’li Deniz Baykal, kızı, damadı dahil, CHP’li ve MHP’li iş adamlarını, vatandaşları fişleyip, onlara ihale vermediğiyle ilgili belgeler yayımladım. Aynı haberde fişlenen bürokratların da belgelerini yayımladım.

Haberden sonra bekledim ki MİT bu hukuksuz işlemi yalanlasın. Ama “bu bizim görevimiz” diyerek iddiaları, haberimi kabul ettiler ve hakkımda gizli belge yayımladım diye dava açtılar.

Yine Ağustos 2014 yılında ki Milli Güvenlik Kurulunda alınan kararı da “cemaat-hükümet” kavgasının başladığı günlerde yazdım. MGK da hakkımda suç duyurusunda bulunup, dava açtırdı. Her iki konu da birleştirilip davaya dönüştü.

Davada şöyle sorunlar var:

İddianame (basın suçu olduğu için) dört ay süre içinde tamamlanması gerekirken, beş buçuk ayda tamamlanıyor ve dava açılıyor. Bu konuda Yargıtay’ın sekiz, Anayasa Mahkemesi'nin de iki kararı var. Basın davasını zamanında açmazsanız dava zamanaşımından açılamaz, düşer diye, buna rağmen dava açıldı. İlk duruşmada bunu söyledik ve heyet de şaşırdı. Dosyaya baktılar ve doğru olduğunu gördüler. Karar için ara verdi mahkeme heyeti. Ancak, hukuken görülemeyecek olan bu davayla ilgili şu kararı verdiler. Yargılamayı yapalım yargılama sonunda bunu dikkate alalım. Değerlendirelim. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay üst kurulunun kararlarına rağmen, siyasi baskıdan dolayı “bu dava zamanaşımı olduğu için hukuken görülemez” kararı alamadılar ve yargılama sonunda bunu değerlendirelim dediler.

- Ben bir belge yayımladım. MGK Genel Sekreterliği, önce savcılığa diyor ki, bu belge bize ait değil. Savcılık da bu belge MGK belgesi değilse dava açamam diyor. Onun üzerine de belge bizdekine benziyor diyorlar.

- İşin ilginç bir yanı da gizli denilen bir belgedeki tüm bilgiler 2004'te Hürriyet’te, Özden Örnek’in günlüklerinde, Alper Görmüş’ ün kitabında ve internet andıcı davasında kamuoyuna yansımış. Ben sadece belgesini gazetede yayımladım. 10 yıldır kamuoyunun bildiği kamuoyuna yansıyan bilgilere gizli diyerek dava açtılar.

MGK belgesi ve MİT fişlemeleriyle ilgili 54 yıl hapsimi istiyorlar.

Bu davam 17 Kasım 2015’te saat 14:00'te Anadolu Adliyesi 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek. Bu davadaki hukuksuzluğu görmek ve destekleriniz için sizleri o gün duruşmada yanımda görmek istiyorum. Şimdiden çok teşekkürler.

Orada olmanız, hukuksuzluğu yerinde görmeniz, savunmamda bana güç verecektir.

GDO davası

2013 yılı Temmuz ayında kansere neden olan GDO’lu pirinçle ilgili iki haber yaptım. Mersin’de, Nisan 2013’te gümrüklerde GDO’lu pirinç yakalanmış. Hürriyet ve Vatan gazeteleri günlerce konuyu haberleştirmişti. O operasyonla ilgili üç bine yakın haber, basında ve internet sitelerinde yer almış. İşte bu operasyondan 4 ay sonra, soruşturmanın “AKP’li bir iş adamına dayandığı için” kapatılacağını yazdım. 4 bakan konuyu kapatmak istiyordu. Bunlardan biri de eski bakan Hüseyin Çelik’ti. Çelik’le de görüştüm ve Çelik operasyon sürerken Adalet ve Tarım bakanını aradığını itiraf etti. Bunu da haberime yazdım.

17-25 Aralık’tan sonra Mersin’deki bu soruşturmayla ilgili bir “darbe” soruşturması açılmış. Kanserli pirinçleri yakaladı diye polislerin “silahlı terör örgütü kurup hükümeti devirmeye teşebbüs ettikleri” iddiasıyla dava açıldı. Benim iki haberim de soruşturmaya eklendi ve “silahlı terör örgütü üyeliği, hükümeti devirmeye teşebbüs” suçlamasıyla yargılanıyorum.

İşin enteresan tarafı, yeni HSYK, hükümetin mahkemeleri dizayn etmesine rağmen Mersin 5. Ağır Ceza Mahkemesi, kanserli pirinçleri ülkeye sokan o kişilerden bazılarına 7 yıl hapis cezası verdi. Birkaç ay önce deliller o kadar netmiş ki mahkeme oybirliğiyle bu hapis cezasını verdi. Çok tartışılan “paralel hakimler” değil hükümetin atadığı yeni HSYK’nın oluşturduğu mahkeme bu kararı verdi. Gerçi bazı AKP’li iş adamlarını kurtardı mahkeme, ama hakkında çok sağlam belge ve bilgi olan kişilere 7 yıl hapis cezası verdi.

Hürriyet ve Vatan gazeteleri başta olmak üzere üç bine yakın site bu soruşturmayı haber yapmasına rağmen, üstelik benden dört ay önce, ben dört ay sonra iki haber yaptım diye hakkımda “darbe” iddiasıyla dava açıldı. Kanserli pirinç yolsuzluğundan darbe çıkarıldı. Sanıklar iki-üç ay önce bu pirinçler dolayısıyla yedi yıl hapse mahkum oldular.

Bu komik davamın ikinci duruşması 13-30 Ocak 2016 arasında üç hafta boyunca Mersin’de devam edecek.

Kanserli pirinçle ilgili darbeye şöyle teşebbüs etmişim. Savcının iddiası, iddianamede var; “Baransu kanserli GDO’lu pirinç haberini yazdı, dünya basını bu haberi alacaktı, kullanacaktı. Hükümet kendine yakın iş adamlarını koruyor imajını dünya basını kullanacaktı. Baskıdan bunalan hükümet istifa edecekti ve darbe gerçekleşecekti.”

İddianamede aynen bu suçlama bana yöneltiliyor. İddianamedeki daha büyük skandalları şimdilik yazmıyorum. Duruşma gününe bekletiyorum.

Sesime ses istiyor, gücüme güç katacak dostları bekliyorum

Dediğim gibi hakkımda açılan davalardaki skandallar, hukuksuzluklar o kadar çok ki.

Basın özgürlüğünün bitirildiği, muhalif seslerin kesildiği, gazete, televizyonlara el konulan bugünlerde, hücrede bu hukuksuzlukların çığlığını duyurmak isteyen bir gazeteci, sizlerden sesi soluğu olunmasını talep ediyor.

Umarım sesim olup, bu çığlığı dünyaya duyurabiliriz. Yarınlarımız, çocuklarımız, geleceğimiz için.

Ne hırsızlara, ne sivil- askeri darbecilere bu ülkeyi bırakmayacağız diyorum. Hücrede olsam bile. Bin yılla yargılansam bile.

Sadece sesime, ses istiyorum. Gücüme güç katacak dostları bekliyorum.

17 Kasım 2015 günü, saat 14:00'te İstanbul Anadolu Adliyesi 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde sesime ses olur musunuz? Bana güç vermek ister misiniz?

Şimdiden küçücük hücremden herkese çok teşekkürler.

Mehmet Baransu

Silivri Yüksek Güvenlikli denilen F Tipi Cezaevi