T24- Yeni Şafak gazetesi yazarı Fatma K. Barbarosoğlu, "Endişeli modern"liğiyle tartışılan Prof .Dr. Binnaz Toprak'ı "'ucuzcu' pazarlarındaki boy boy plastik çam alan başörtülü kadınları gözlemlemeye" davet etti. Barbarosoğlu, "modern ya da muhafazakar fark etmez, içi boş insanlar kümesi" diyerek kendi gördüklerinden "kahrolduğunu" söyledi.
Fatma K. Barbarosoğlu'nun köşesinde yayımlanan yazısı (27 Aralık 2010) şöyle:
"Endişeli Modern"lerin endişelerine, çam ağacı süsleyen türbanlı kadınlar iyi gelir mi?Prof. Dr Binnaz Toprak her vesile ile "endişeli modern" Anadolu şehirleri üzerinden "oku"maya açıyor
Kendi çocukluğu ile şimdiki şehirleri mukayese edip, endişesi için bir tutam korku topluyor. "Korku"sunu şık bir imaj eşliğinde tescilletmeyi başardı nitekim: Endişeli modern.
Şu konuda anlaşalım: Hepimiz moderniz. Ve evet hepimizin endişeleri ve kaygıları var. Modern hayat; zamanı, kaygısız yaşama hürriyetini aldı elimizden.
Hepimiz modern olduğumuza göre neyi paylaşamıyoruz? Hayat tarzı kavgalarının sebebi ne?
Hepimiz moderniz ama hepimiz modernist değiliz.
Modernsitler çağın gereklerine, seküler yapısına kayıtsız şartsız teslimiyeti savunurken, modernler çağın gerçeklerine, "maruz kalmak" psikolojisi açısından yaklaşarak eleştirel mesafeyi korumaya çalışır.
Modernlerin içinde sosyalistler ve dindarlar olduğuna göre bu iki farklı yapıyı tekrar ayırt etmemiz gerektiğinde; dindarların modern hayatın icapları ile imanın esasları karşı karşıya geldiğinde, tercihini "zaruret miktarı" ölçüsü üzerinden yaptığını söylememiz gerekiyor.
Üst kimliğini dindar olarak açıklayan herkesin, modern hayatın kodlarına "zaruret miktarı" bir mesafe üzerinden yaklaştığını söyleyebilir miyiz? Hayır.
İşte modernistlerle, dindar modernleri karşı karşıya getiren kıvılcım tam da buradan başlıyor.
Mesela Binnaz Toprak'ın gençliğinin güzel günleri ile birlikte özlediği Anadolu şehirlerinin 1960'lardaki görüntüsü ile 2010'lardaki görüntüsü üzerinden gidelim.
İyi bildiğim bir örnek olduğu için Afyonkarahisar üzerinden meramımı anlatmayı deneyeyim.
1980 öncesinde Afyonkarahisar'da saat dokuzdan sonra sokakta pek kimseye rastlanmazdı. Orta sınıf erkekler kahvelerde, üst sınıf erkekler de şehir kulübünde olurdu. Şehrin tek yüksek okulu Mali Muhasebe Yüksek Okulu; erkek öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir okul olduğu için, şehre kimliğini veren bir "üniversiteli gençlik" anlayışından ziyade ideolojik bir durumu imlerdi.
Şehrin çarşı-pazarında civar köylerden düğün alış-verişi için gelen şalvarlı, yaşmaklı otantik kıyafetleri içinde kadınlar ve erkekler olurdu.
Orta sınıflara ya da alt orta sınıflara mensup kadınların, bazen bisikletin arkasına iki bacağını aynı yana sarkıtarak nasıl öyle oturabildiklerine anlayamadığım hanım hanımcık bir duruş ile şehrin sokaklarından geçişine tanık olurdum.
Üst sınıfa mensup kadınlar giyim kuşamları için şehirden alış-veriş yapmazlar ya Eskişehir'e ya da Ankara'ya giderlerdi. Yani ikamet ettikleri şehirde "yaşamamaya" azami derecede dikkat ederlerdi.
Üst tabaka, Şeker Fabrikası gibi kurumlarda olanca debdebesi içinde yılbaşı partisine hazırlanırken, çocukları yılbaşını Ankara ya da Eskişehir'de geçirmenin planını yapardı.
Orta tabaka halk yeni yıla; gece yarısına kadar siyah beyaz ekran üzerinden sürecek eğlenceyle, sobalı evin içinde iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık ile girmeyi tercih ederdi.
"Vatandaş" her yıl değişik bir yılbaşı partisi için hazırlanırken; halk yılbaşını bir Hıristiyan âdeti olarak kabul eder, ama geceyarısı ekrana çıkacak dansözü günlük konuşmaların içine dahil eder, 1 Ocak tarihinin tatil olmasını da ayrıca memnuniyetle karşılardı.
Vatandaş; "şehir kulübü" orduevi, devlet sermayesi ile ayakta duran şeker fabrikası, kâğıt fabrikası gibi kurumlarda çam ağacının gölgesinde dilek tutarken; halk için çam ağacı süslemek "Aman yarabbi zinhar yapılmayacak" işlerdendi.
Afyonkarahisar'ın çehresi açılan üniversite, her yıl yapılan caz festivali, kaplıca turizmi ile alış-veriş merkezleri ile iyice değişti. Şehir devasa bir şekilde büyüdü.
Sokaklarda "türbanlı" kadınların sayısı bir hayli fazla. 1960'lı, 70'li hatta 80'li yıllarla mukayese edilmeyecek kadar fazla. Bunun iki sebebi var: Birincisi otantik köylü kıyafeti yerine başörtülü şehirli kıyafeti tercih ediliyor. İkincisi başörtülü kadınlar otuz yıl öncesi ile mukayese edilmeyecek kadar fazla "dışarıda" yaşıyor.
"Türbanlı" kadın sayısı artarken otuz yıl önce başı açık kadınların asla giymeye cesaret edemeyecekleri kıyafetler şehrin sokaklarında resmigeçit yapıyor. Kısanın kısası etekler, dar kelimesini kullanamayacak kadar dar ötesi pantolonlar, dekolte bluzlar.
Evler hızla çoğalıyor ama evinde vakit geçirenlerin sayısı da hızla düşüyor. Sosyologlar bu yeni zaman-mekân anlayışını gözlemlemekte yetersiz kalıyor.
Prof.Dr.Binnaz Toprak belli ki kendi gençliğine duyduğu özlem ile yanlış gözlemlerde bulunuyor.
Nereden nereye geldik sorusuna doğru cevap verebilmek için bazı sembollerin geçirmiş olduğu reddedilme ve kabul edilme sürecini iyi analiz etmek gerekiyor. Mesela çam ağacı.
Prof.Dr. Binnaz Toprak'ın mahalle aralarında dolaşması gerekiyor. Kendisini Üsküdar'ın, Ümraniye'nin, Maltepe'nin mahallelerine, sokaklarına davet ediyorum. "Ucuzcu" pazarlarındaki boy boy plastik çamları gözlemlemeye davet ediyorum. Plastik çamların nesini mi gözlemleyeceğiz? Plastik çamları, plastik çamlara elindeki üç kuruşu hesap ede ede süs alan başörtülü/türbanlı kadınları gözlemleyeceğiz.
Türkiye nereden nereye geldi?
Geldiği yer "burası" işte.
Kabuğu kavi, içi boş insanlar kümesi. Modern ya da muhafazakâr fark eder mi?
Oruç bizi kardeş edememişti öyle ya. Her Ramazan oruç yiyenlerin aynı zamanda dayak yediğini manşet yapa yapa bitirememiştiniz.
Çam ağacı kardeşliği başlamış.
Size uyuyor mu?
Bana uymuyor şahsen. Plastik çam ağacı alan başörtülü kadınları göre göre kahroldum son on gündür.