'Barış' adlı çocuğun doğum sancısı

'Barış' adlı çocuğun doğum sancısı
T24 - Sami Selçuk, son dönemlerde yaşanan olaylara "bu sancının "Barış" adlı çocuğun doğum öncesi sancısı olması" diyerek farklı bir bakış açısı getirdi. Sami Selçuk, bu barış için yıllardır üzerine kitaplar yazan, düşünen, konuşan Yaşar Kemal'le söyleşti.Star gazetesi yazarı Sami Selçuk'un "'Aman dikkat' çağrısı" başlıklı (15.Aralık.2009) yazısı şöyle:Türkiye gündem değiştirdi. Ben de yazımın konusunu.Ülkemiz sancılı günlerden geçiyor.Herkesin dileği, bu sancının “Barış” adlı çocuğun doğum öncesi sancısı olması.“Barış”ın sağlıklı doğması için yıllardır çabalayan Ustaların Ustası Yaşar Kemal’in Beykoz, Vaniköy Caddesindeki evindeyiz.Yaşar Kemal, her gün oturduğu koltuğunda. Ben de karşısındakinde. Değerli eşi Ayşe Hanım ve konukları da öbür koltuklarda.Hava yağmurlu. Bir yandan denizi seyrediyoruz, bir yandan da söyleşiyoruz.Nedense birden bire André Gide’in (1869-1951) yıllar öncesi okuduğum bir denemesi aklıma geldi.Gide, “Ne tuhaf adam şu Mallarmé!” (1842-1898) diye başlıyor, aşağı yukarı şöyle sürdürüyordu denemesini: “Mallarmé ağır ağır konuşuyor. Ama konuşmadan önce de uzun uzun düşünüyor.”Yaşar Kemal Usta ise, daha önceleri uzun uzun düşündüklerini, yazdıklarını anılarının, deneyimlerinin örsünde yeniden biçimlendiriyor, coşkuyla anlatıyor. Kimileyin bir orman gibi uğulduyor, kimileyin de bir aslan gibi kükrüyor.Derken bir türkü söylüyor Kürtçe: “Kemal miriye/Çen hezaran giriye.”Türkçe’ye çeviriyor: “Kemal (Atatürk) ölmüş/Binler ağlamış”.Bir süre denize bakıp susuyor.Japonya’dan, Kore’den Latin Amerika’ya, İsveç’ten Güney Afrika’ya ulaşan sesini Türkiye’nin insanlarına da duyurmak istiyor.“Ben, diyor, yıllardan beri söylüyorum, yazıyorum diyeceklerimi. Bunları “Binbir Çiçekli Bahçe” kitabımda bulabilirsiniz.”  Sonra eşine uzatıyor kitabı aşağıdaki satırları okuması için. Ayşe Hanım ilkin bundan 14 yıl önce yargılandığı Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yaptığı savunma öncesi 9 Şubat 1995 tarihindeki basın açıklamasından bir parça okuyor: “Milattan önce yedinci yüzyılda yaşamış Anadolulu, Milet’te doğmuş bir Yunan filozofu diyor ki: ‘Ülkelerin türkülerini yaratanlar, kanunlarını yaratanlardan daha güçlüdür.’“Bu korkunç, bu pis, bu insanlığı kirleten ve hem de utandıran bu savaş dursun diye herkes elinden geleni gelmeyeni de yapmalı. Bu korkunç savaşı durdurmaya gücümüz yeterse bugün için de yarın için de ülkemizin onurunu kurtaracağız. Bu korkunç, insanlığın vicdanını kirleten savaştan dolayı kıyamete kadar insanlık içinde aşağılanacağız. Böylesine halkı yakan, milyonları sürgün eden, insanlık dışı işkenceler yapan, milyonlarca hektarlık ormanları yakan savaş dünyanın sonuna kadar insanlığın yarası olarak kanayacaktır.”“Savaşı durduracağız. Çocukları ölmüş anaların ağıtları, âşıkların türküleri şimdiden bütün Anadolu köylerini sardı. Ağıtları, türküleri lanetler zincirine halka halka eklenerek yüzyıllar boyu sürecektir. Kanunları yapanların, uygulayanların çocukları bile onları unutacak, savaşı yapanların adları sanları kalmayacak, ama türküler bütün güçleriyle sürecektir. Ben türkülere güveniyorum. Şu bir iki yazımla o türkülere küçücük bir halka olmuşsam ne mutlu bana.” (Sayfa, 43).Sonra da 5 Mayıs 1995’teki aynı Mahkemede yaptığı savunmanın son iki paragrafını okuyor Ayşe Hanım: “Türkiye’deki demokratlar, yazarlar, bilim adamları bu kanlı, utanç verici, Türkiye’ye yakışmayan, ama hiç yakışmayan bu savaşı bitireceklerdir. Bu kanlı, kirli savaşı bitirmeye mecburuz.”“Benim yazılarım halkımıza bir çağrıdır. Öncelikle çocukları savaşta ölmüş Batıdaki, Doğudaki anaları çağırıyorum. Bu savaş en çok sizin yüreğinizi yaktı. Herkesi çağırıyorum. Sayın Yargıçlar, sizleri de bu savaşı durdurmak isteyenlere katılmaya çağırıyorum. Bu ülke hepimizindir ve bu ülke insanlık tarihinde çok uzun yaşamaya layıktır. Hem de onuruyla yaşamaya...Unutmayalım ki, bir ülkenin insanlarının onuru en azından toprağı kadar kutsaldır.” (Sayfa, 49).Büyük Ustaya yerden göğe hak veriyoruz.Ama çağrısını yüksek sesle sürdürmesini istiyoruz.Bir başına kaldığımda kitabındaki ilkin altını çizdiğim şu satırları okuyorum: “Malazgirt’ten bu yana kardeş oldukları, Kurtuluş Savaşında ülkelerinin kurtuluşu için birlikte çarpıştıkları, zaferde birlikte sevindikleri kardeşleri, onları nasıl bir azınlık sayabilirdi? Kürtler kendilerini hiçbir zaman azınlık saymadılar. Hiçbir Kürt hiçbir zaman kendini azınlık saymadı. Sürgüne, aşağılanmaya, dilinin uydurma bir dil, kart-kurt dili olduğunu söyleyenlere bile ‘Biz azınlığız’ demedi. Çünkü onlar azınlık değil kardeştiler. Hiç kimse onları kardeşlikten ayıramaz.” (Sayfa, 16).Benim de katıldığım “Türkiye Barışını Arıyor” toplantısını açarken söylemişti bunları.Tarih, 13 Ocak 2007, Ankara.Sonra derinlere dalıp gidiyorum.Büyük uygarlıkların en eskilerinin beşiği, “iki akarsu arasındaki yer”deki, yani Mezopotamya’daki bu bulaşıcı savaşın neden durmadığını açıklamakta zorlanıyorum.Çünkü buradaki insanların hepsi, tarihin en eski yüzyıllarından bu yana birlikte yaşıyor.Binlerce yıldan bu yana aynı Tanrı’ya tapıyor, yakarıyor.Dinleri, mezhepleri hemen hemen aynı, ama ayrı bile olsa hepsi de insan öldürmeyi, baskıyı lanetliyor.Tanrı’nın Hz Musa’ya ilettiği “On Buyruk”un altıncısı, “Öldürmeyeceksin!”Hz İsa, bırakın öldürmeyi, “Sağ yanağına tokat vurana sol yanağını uzat!” diyor. Tıpkı Âşık Veysel’in karnını yardığı, yüzünü yırttığı halde kendisini güllerle karşılayan “sadık yâri kara toprak” gibi.Ve Türkiye’nin güneydoğusunda savaşanlara şunları anımsatmak istiyorum.Hz Muhammet, MS 632’deki “Ey İnsanlar!” diye başladığı, yer yer, “Ashabım!”, “Ey İnananlar!” diye sürdürdüğü “Veda Konuşması”nda; “Arap’ın Arap olmayana -Allah saygısı ölçütünden başka- bir üstünlüğü yoktur” diyor.Hz Muhammet, yine aynı konuşmasında şöyle diyor: “Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız... Cahiliyet döneminde güdülen kan davaları bütünüyle kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abd-ül Muttalib’in torunu (amcazadem) Rebia’nın kan davasıdır.”Evet, bu sancılar, “BARIŞ”in doğum sancıları.Yeter ki, bu sancılı dönemde artık geçmişi bırakalım, geleceğimizi konuşalım.Geçmişe ders almak, benzer yanlışlıklara düşmemek için başvuralım. Sorumlu, bilinçli, akılcı, sağduyulu, sağgörülü olalım.Birbirimizi incitmeden çözümler peşinde olalım.Eleştirirken suçlayıcı, acımasız olmayalım. Eleştiriden çok soğukkanlı değerlendirmelerle yol alalım. Birbirimize yardımcı, katkı verici olalım.Üslubumuz ılımlı, sözcüklerimiz özenli olsun.Bu yüzden “Dikkat! Dikkat!” uyarısında bulunmuyorum.Sadece “Aman Dikkat!” çağrısında bulunuyorum.Ve “Ey Türkiye’nin güzel insanları! Büyük Usta Yaşar Kemal’in dediklerine kulak verin!” diyorum.Bu bir ölümsüzün ölümsüz uyarısıdır.Hem bütün Türkiye’nin, hem bütün dünyanın insanlarına, hem de gelecek kuşaklara.Barış yolumuz açık olsun!