Barış Yarkadaş'tan gazetecilere cevap

Barış Yarkadaş'tan gazetecilere cevap

Gazeteci Barış Yarkadaş, Fethullah Gülen'le görüşen gazetecilere tepki gösterdiği yazısının ardından başlayan tartışmalara "Çırpındıkça batıyorsunuz" diye cevap verdi. Yarkadaş yazısında, "Eğer korkacak iseniz, bu mesleği yapmayın, köşeleri boşuna işgal etmeyin... Bizim de beynimizi boş laflarla şişirmeyin..." dedi.

Barış Yarkadaş'ın Gerçek Gündem'de "Çırpındıkça batıyorsunuz" başlığıyla yayımlanan (10 Mayıs 2013) yazısı şöyle:

 

Çırpındıkça batıyorsunuz!

 

Fethullah Gülen Hareketi'nin önemli kurumlarından biri olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın daveti üzerine ABD'ye giden yedi gazeteciye ilişkin yazdıklarım büyük bir tartışma yarattı. Bu tartışma sürüyor; sürecek de... Zira; o yazıda kaleme aldığım gerçekler; saklanmaya, ört bas edilmeye çalışılan bir "siyasi kırılma''yı deşifre etti. Gülen Hareketi'nin lideri Fethullah Gülen'in yedi gazeteciye yaptığı konuşmada dile getirdiği ifadeler, iktidar partisi AKP ile aralarındaki temel görüş ayrılıklarını da ortaya çıkardı. 

 

O dönem de yalanlamaya çalıştılar

 

2011 yılının son günlerinde, yine bu köşede "AKP'de garip bir şeyler oluyor'' başlığıyla yazdığım yazıda Gülen ile Erdoğan arasındaki gerilimi somut örneklerle anlatmıştım. O dönem de tıpkı bugünkü gibi tepkilerle karşılaşmıştım. AKP'ciler ve Gülenciler "Bunların hepsi yalan'' demişti.  Çok değil; o yazıdan iki ay sonra "7 Şubat MİT krizi'' patlak verdi. Gülen ile Erdoğan arasındaki iktidar kavgasının hangi boyutlara ulaştığı açık ve net bir biçimde görüldü. Tarih; beni bir kez daha haklı çıkardı. Tarihin usta elleri; o gerilimi bildiği halde yazmayan gazetecileri ise çöp sepetine attı. Tarih; bildiği halde yazmayanları, ''gerçekleri saklayan, korkak, zavallı ve mesleğine ihanet eden kişiler'' olarak kayda geçti. 

 

Değişen bir şey yok!

 

O günden bugüne mesleki açıdan bir adım yol alabildik mi? Tek görevleri halka ''gizlenen - saklanan - gösterilmek istenmeyen''leri anlatmak olan gazeteciler o süreçten ders çıkardı mı? Yaşadığımız son süreci masaya yatırdığımızda; AKP'ci ve Gülenci gazetecilerin, büyük bir mesleki deformasyona uğradığını görüyoruz. Esas görevleri halka gerçekleri anlatmakken, hepsinin gerçekleri saklama misyonunu yüklendiklerine şahit oluyoruz.  Somut örnekler üzerinden gitmek gerekirse; meseleyi daha da açıklığa kavuştururuz: 

 

Ben kamudan özür diledim, ya siz?

 

Bu köşede dört gün önce kaleme aldığım yazıda, "teknik bir hata'' yaptım ve Mehmet Altan'ın Fethullah Gülen'in elini öptüğünü yazdım. Hemen ardından ise bunun doğru olmadığını,kaynağımın bana verdiği bilgiyi yanlış aktardığımı söyledim. Kamudan ve okurlarımdan özür diledim. Kompleks yapmadım; hatamı savunmadım. Meslek ilkelerinin gereğini yerine getirerek, özeleştiri verdim. Toplantıya çağrıldıkları halde gidemeyen iki kişiye ilişkin maddi bir hatamın olduğunu da kabul ettim. Ki; o iki kişi de çağrıldıkları halde gidemediklerini açıkladılar. Gülen'e yakın bir isim, ABD'den vize alamadığı için bu toplantıya gidememiş. Bunu da açıkça yazdım. 

 

Haberi gizleyenler ne zaman özür dileyecek?

 

Peki, benim bu hatam üzerinden, aklınca bana gazetecilik dersi vermeye kalkışanlar ne yaptı? Meseleyi, el öpme - öpmemenoktasına çekmeye çalışarak, o toplantı sonrası içine düştükleri aciz durumu ört bas etmeye çalıştı. "Gazetecilik dersi"vermeye kalkışanlar, Fethullah Gülen gibi ''sosyal ve siyasal etkisi'' olan bir kişinin sözlerini kamudan saklamaya, mesleki deyimle ''misenformasyon'' yapmaya devam etti. Bunun adı bizim mesleğin literatüründe "etik dışı davranmak''tır. 

 

Kirli ilişki arayanlar, hemen aynaya baksın

 

Şimdi bazı aklı evveller, kirli ilişkiler içine girdikleri için ayaklarından vurulanlar, banka hortumlayan patronlarının cezaevine girmemesi için Adalet Bakanlığı'nın kapısını aşındıranlar, bu çabaları karşılığında köşe sahibi olanlar; Öcalan'a "Gerçek Gandi sensin, Kılıçdaroğlu çakma''diyenler, bir anda malk - mülk sahibi olanlar, servetlerini açıklayamayanlar, bana gazetecilik dersi vermeye çalışıyor. Başbakan'ın Danışmanı Akif Beki'yi arayıp "Maaşıma zam yaptırın'' diyenler, zammı aldıktan sonra iktidara yüklenmeyi bırakanlar, utanmazca konuşuyor.

 

Siz temel kavramları dahi bilmiyorsunuz!

 

Ve bu kişiler, ağızlarına verilen sakızı çiğneyip duruyor! Efendim neymiş; bu görüşme ''off the record''muş! Yazılmama kaydıyla o toplantıya gidilmiş! Bu saçma yalanlarla kendinizi kandırabilirsiniz; ama beni ve okurlarımı kandıramazsınız! Köşe sahibi olmuşsunuz ama belli ki mesleğe ilişkin hiçbir formasyona sahip olamamışsınız.  O halde; gelin size ''off the record'' nedir, hangi koşullarda uygulanır bunları öğreteyim. Bakalım, sizin yaptığınız gazetecilik miymiş, yoksa ''Gülen Hareketi'nin Halkla İlişkiler Personeli'' olmak mı? 

 

Mızrağınız çuvala sığmıyor

 

Küfür ve hakaret ederek, alçakça yazılar yazarak, alçakça iftiralar atarak gerçeği örtemezsiniz. Biraz sonra, ''neden gazeteci olamayacağınız ve neden kimseye etik dersi veremeyeceğiniz''i herkes görecek. 

 

Soruyorum!

 

Siz, ABD'ye neden gittiniz? Kim davet etti? Fethullah Gülen'i ziyaret etme sebebiniz neydi? Bu ziyaretin masrafları kim tarafından ödendi? Çalıştığınız kurumlar mı, kendiniz mi yoksaGazeteciler ve Yazarlar Vakfı mı? Eğer bu gezinin masrafları Gülen Hareketi'nce karşılandıysa, meslek etiğini ayaklar altına aldınız. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Haklar ve Sorumluluklar Bildirgesi "gazeteci bir bilginin, haberin yayını ya da yayınlanmaması karşılığı hiçbir maddi veya manevi avantajın peşinde olamaz" diyor. 

 

Hadi çıkın anlatın...

 

Soruyorum: Masraflarınızı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı mı ödedi? Eğer Amerika'daki organizasyonda bir haber değeri varsa, gazeteleriniz ya da kurumlarınız bu paraları niye ödemiyor? Eğer bu gezide haber değeri yoksa, kurumunuz bunun için masraf yapmıyorsa, sizin orada ne işiniz var? Ağzınızda günlerdir bir ''off the record'' (kayıt dışı tutmak, yazmamak) sakızı var. Bu sakızı çiğneye çiğneye çürüttünüz! Bu kavramın anlamını dahi bilmediğiniz ortaya çıktı. İletişim Fakültesi'nin birinci sınıfına yeniden gitmeniz gerektiği anlaşıldı.  Bakın; anlatayım da öğrenin:

 

Halkın haber alma hakkına ambargo konulmuş!

 

"Off The Record'' bir bilgiyle ilgilidir. Yedi gazetecinin olduğu bulunduğu bir ortamda, haberin öznesinin ya da çevresindekilerin, "Bu konuşulanlar yazılmasın" demesi, off the record değil ambargodur. Ambargo ise sınırlı olabilir. Gazetecilere herhangi bir konuda bilgi verilebilir, gazeteci bu bilgiyi isterse doğrudan yazar / konuşur. Ya da başka bilgileri toplarken rehber olarak kullanabilir.  Siz madem yazmayacaktınız; o halde bu konuşmayı ve görüşmeyi neden yaptınız? Fethullah Gülen, hükümetten yakınacak başka kimse bulamadı da size mi içini dökmek istedi?

 

Off the record ise neden sürekli konuşuyorsunuz?

 

Hadi; meseleye sizin cephenizden bakalım! Bu görüşmenin, sizin tabirinizle "Off The Record'' olduğunu kabul edelim. O halde, neden ikide bir çıkıp "Şu yalan""Bu yalan" diye açıklama yapıyorsunuz. Bilgileri doğrulamak kadar, yanlışlamak da "off the record"un ihlali anlamına gelmiyor mu? Ya çıkıp gazeteci gibi olup biteni anlatmanız, ya da sadık bir şakird gibi susup oturmanız gerektiğini bilmiyor musunuz? Size bu tavrınızdan sonra kimsenin güvenmeyeceğini biliyor musunuz?

 

Siz birilerinin sırdaşı mısınız? Yoksa gazeteci misiniz?

 

Acaba engin ve uluslararası gazetecilik tecrübenize rağmen Off The Record ile "ambargolu haberi" birbirine karıştırıyor olmayasınız? Habere ilişkin "ambargo" da olsa, bunun ancak makul bir süre ile sınırlanabileceğini, gazeteci olarak asıl görevinizin "sır ortaklığı" değil, kamuoyunu bilgilendirmek olduğunu biliyor, hatırlıyor musunuz? Görüşmenin Off The Record olduğunu söylüyorsunuz... Peki ama o zaman orada ne işiniz var? Gülen Hareketi konusunda kitap mı yapıyorsunuz, araştırma mı yapıyorsunuz?Pensilvanya turizminin sorunlarını mı araştırıyorsunuz? Oradaki gazetecilik faaliyetiniz nedir?

 

Göreviniz zabıt katipliği mi?

 

Gazetecileri binbir masrafla ABD'ye kadar getirip sohbet edenlerin, tek kelime bile yazılmamasını istemesi size de tuhaf gelmiyor mu? Kullanıldığınızı düşünüyor musunuz? Siz Gülen Hareketi'nin "Halkla İlişkiler Personeli'' misiniz, yoksa hareketin ''Zabıt Katibi'' misiniz? Yoksa Amberin Zaman'ın deyimiyle "kavganın ateşini söndürmeye çalışan'' kişiler misiniz? Sahi siz nesiniz, kimsiniz? 

 

Amberin Zaman'ın işareti doğru: Bilgileri sizden öğrendim

 

Şunu bilin; siz kendi çizdiğiniz çerçeveye göre de ''off the record''u ihlal eden bir konuma düştünüz. Ben yazımda yer verdiğim Fethullah Gülen'in tüm sözlerini, sizin yaptığınız sohbetlerden öğrendim.  Çünkü; bu sözleri yazmadığınız halde her yerde anlatıyorsunuz.  ''Türkiye'yi kötü günler bekliyor, Hocaefendi çok sert''diye konuşuyorsunuz. AKP'nin şimşeğini çekmemek için, Gülen'in Kürt Meselesi ve Başkanlık konusundaki görüşlerini kamudan saklıyorsunuz. Ben yazınca, yalanlamaya çalışıyorsunuz. Biliyorum; AKP'nin hedefi olmaktan korkuyorsunuz. Ama dil gerçeği sonunda itiraf ediyor: Amberin Zaman, bugünkü köseşinde benim yazıma gönderme yapıyor ve "içimizden birinin sözleri'' diyerek yazdıklarımı doğruluyor.  Meseleye dönersek; bu ''etik düşkünü'' arkadaşlarımıza yeniden soruyorum? 

 

Cevap bekleyen sorular

 

Sizin sorumluluğunuz sizi ABD'ye götüren Vakfa mı, Gülen Cemaati'ne mi yoksa halka karşı mıdır?  Türkiye Gazeteciler Cemiyeti - Haklar ve Sorumluluklar Bildirgesi bu konuda bakın ne diyor? "Gazeteci, basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüst biçimde kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve otosansürle mücadele etmeli, halkı da bu yönde bilgilendirmelidir. Gazetecinin halka karşı sorumluluğu, başta işverenine ve kamu otoritelerine karşı olmak üzere, ötekitüm sorumluluklardan önce gelir. Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal bir nitelik taşır.' 

 

Köşesi yok ama TV programı var!

 

Mehmet Altan "Benim köşem yok, orada olup bitenleri köşesi olanlara sorun" diyor. Köşen yoksa orada ne amaçla bulunuyorsun? Gazeteci değilsen bu tartışmaya neden katılıyorsun? Ayrıca, Mehmet Altan iki TV'de birden program yapıyor. Köşesi yok ama iki TV programı birden var. Altan, Bildiklerini, gördüklerini, duyduklarını; en azından izlenimlerini iki programda anlatabilirdi.  Ki; sıkıştığı anda imdadına yetişen Doğan Akın ile Murat Sabuncu'dan bu konuda yardım isteyebilirdi. Ki; sıkıştığı an, SKY Türk'ün ekranları sonuna kadar açıldı. Akın ve Sabuncu, Mehmet Altan'ın bana yönelik hakaretlerine ekranlarını açtı. Benim cevap hakkım ise gasp edildi. Doğan Akın ve Murat Sabuncu da böylece ''etik dersi''nden sınıfta kaldı. Bakalım, Akın ve Sabuncu, SKY Türk ekranlarını bana da açacak mı? 

 

Övür, bilmediği kavramlara girince...

 

Nazlı Ilıcak uzun uçuşlar yapamadığı için, Gülen Hareketi tarafından "Bize en yakın isim'' olarak değerlendirilen ve geziye çağırılan Mahmut Övür, gazetecilik etiğinden falan söz etmeye kalkışmış, kalkışmış ama eline yüzüne bulaştırmış! Hakaret ve küfürleri peş peşe sıralayarak, hem AKP'ye hem de Gülen Hareketi'ne mesaj yollamaya çalışmış. Beni "Fitneci''ilan ederek, Gülen Hareketi'ne ve AKP'ye hedef göstermiş. Güya ben, Gülen ile AKP arasında fitne çıkarıyormuşum!  Övür, gazeteciliği unuttuğu için, ''gerçeği yazanlar''ı fitneci sanıyor! Aramızdaki fark bu zaten! Ben CHP'de olup biteni nasıl yazıyorsam, AKP ve Gülen Hareketi'nde olup biteni de kamuya aktarıyorum. 

 

Güç odaklarına uzağım

 

Mahmut Övür'le gazetecilik anlayışımızın taban tabana ters olduğu çok açık! Övür, nerede bir güç odağı bulsa, hemen oraya yaslanıyor. Ben ise güç odaklarının tümünden uzak duruyorum.  Benim gazetecilik anlayışım ortadadır ve nettir. Ben, Öcalan'ın avukatlarıyla otel lobisinde konuşurken, "Kılıçdaroğlu'na Gandi diyorlar, bu çakma Gandi. Asıl Gandi Öcalan'dır"demiyorum. (KCK İddianamesi, 75. Klasör, 323. Sayfa) Ben Kılıçdaroğlu'na eleştirilerimi açıkça, mertçe, kamunun önünde yapıyorum. Otel lobilerinde arkasından konuşmuyorum. Kendimi olmadığım gibi göstermiyorum!

 

Çatlı'nın sırdaşı, Öcalan'ın hayranı...

 

Övür, ''karanlık ilişkiler''den falan da söz etmiş yazısında. Bunları okuyunca gülüyorum. Övür, daha dün, Halk Haber TV'de katıldığı programda, "Ben Abdullah Çatlı'yla da deflarca görüştüm, sohbet ettim, konuştum. Ama bunların hiç birini yazmadım'' diyor. Bunu da gazetecilik sanıyor.  Bunun adı gazetecilik değil, SIRDAŞLIKTIR!  CHP Beşiktaş Üyesi, 1999 yılı CHP İstanbul milletvekili aday adayı Mahmut Övür; Öcalan hayranı, Çatlı'nın sırdaşı bir gazeteci profili olarak önümüzde duruyor. Biz bunları yazınca, adımız "Fitneci'' oluyor! Abdullah Çatlı'nın sırdaşı olduğunu itiraf eden Mahmut Övür, bize aklınca ders vermeye çalışıyor.  Övür anlar mı bilmiyorum ama kendisine TGC'nin o bildirgesini okumakta fayda görüyorum:  "Gazeteci, devlet başkanından milletvekiline, iş adamından bürokratına kadar haber kaynağı olarak da kabul edilen kişi ve kurumlarla iletişimini ve ilişkisini meslek ilkelerini gözeterekyürütür." 

 

Bu mu etik Mahmut Övür?

 

Gülen ve Çatlı'yla sohbet ettiği halde yazmamak, Apo'ya avukatları aracığılıyla selam yollayıp CHP liderine ''Çakma Gandi'' demek de bu ilkeler arasında mıdır? Övür'ün gazetecilik anlayışı bu mudur? Övür eğer "Gerçek Gandi'nin Öcalan olduğu''nu düşünüyor ve bunu PKK liderinin avukatlarına söylüyorsa, köşesinde neden yazmıyor? Neden "Gerçek Gandi, Abdullah Öcalan'dır'' diye konuşmuyor. Otel lobisinde,Öcalan'a ne yapması gerektiği mesajı yollayan Övür, kime hangi meslek etiğinden bahsediyor? (KCK İddianamesi, 75. Klasör, 323. Sayfa)

 

Yalanlama yok, kendini kurtarma kaygısı var

 

Amberin Zaman, Mahmut Övür ve Mehmet Altan, Fethullah Gülen'in sözlerine ilişkin herhangi bir yalanlama yapamıyor. Görüşmenin olduğunu, ancak bunu anlatamayacaklarını söylüyor.  Peki; Fethulah Gülen, diyelim ki bu ''saygın'' gazeteciler üzerinden ''kamuoyu oluşturmak'' istedi. Gazetecilerin işi bu mu dur? Ne diyor TGC Haklar ve Sorumluluklar Bildirgesi: "Gazeteci, mesleğini, reklamcılıkla, halkla ilişkilerle veya propagandacılıkla karıştıramaz."

 

Yazmayacaksan orada işin ne?

 

Siz madem o konuda yazmayacaktınız ise edindiğiniz bilgileri ne yapacaksınız? Size "Bunları yazmayın'' denildiğinde, meslek ilkelerini neden hatırlatmadınız? Tabii bu ilkeyi hatırlatmanız için, önce ilkeden haberdar olmanız gerekiyor. Bakın, TGC ne diyor: "Gazeteci her türlü baskıyı reddeder ve çalıştığı basın - yayın organındaki yöneticileri dışında kimseden işiyle ilgili talimat alamaz. "

 

Sahi siz hangi kurumda çalışıyorsunuz?

 

Ekrem Dumanlı ya da Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı sizin''müdürünüz, patronunuz, yazı işleri müdürünüz ya da genel yayın yönetmeniniz midir'' ki; ''Yazmayın''talimatına harfiyen uyuyorsunuz? Sizin yarın başka güç odaklarından da benzer ''talimatlar''geldiğinde buna uymayacağınızı nereden bilelim? 

 

Zarf'a değil, mazrufa bakın...

 

Beyler, hanımlar; "el öptü - öpmedi'' tartışması üzerinden kayıkçı kavgası yapmayı bırakın ve halktan, okurlardan, kamudan özür dileyin... "Biz mesleğimizin yerine getirmedik, halkın haber alma hakkını, mesleki ilkeleri çiğneyerek gasp ettik'' deyin.  Ardından da ekleyin: "Barış Yarkadaş gibi cesur değildik. İki güç odağının kavgasını yazmaktan korktuk, çekindik. Statükomuz bozulmasın istedik. Çünkü; iktidar odaklarına yakın olmak bize huzur veriyor, kendimizi güçlü hissediyoruz'' diye açık açık konuşun. 

 

O fotoğrafın hakkını verin!

 

Bakın, Amberin Zaman ve Mehmet Altan, ABD'ye yaptıkları son gezide, Fethullah Gülen'e yakınlığıyla bilinen bir TV'de hangi pozu vermişler: O pozda "Susmayacağız'' diyorsunuz da Türkiye'ye gelince nedense dilinizi yutuyorsunuz!  Çok şey istemiyorum: Sadece konuşun ve o fotoğrafın hakkını verin! Konuşun, konuşmaktan korkmayın! Ben korkmuyorum, siz de korkmayın! KORKUYORSANIZ, ÇIKIN BUNU DA SÖYLEYİN! Eğer korkacak iseniz, bu mesleği yapmayın, köşeleri boşuna işgal etmeyin... Bizim de beynimizi boş laflarla şişirmeyin... T 24'ten Doğan Akın, bugünkü köşesinde o görüşmede konuşulanlara ilişkin yazdığım Fethullah Gülen'e ait tüm ifadelerin doğru olduğunu ''utangaçça'' dile getirmiş. Konuyu Mehmet Altan'ın el öpme - öpmeme meselesine indirgeyen Akın da Gülen'in sözlerindeki ''siyasi kırılma''yı algılayamadığını ortaya koymuş. Akın beni ''dezenformasyon'' yapmakla suçlarken, meslektaşlarının yaptığı ''misenformasyon''a ise bilinen kaygılarından dolayı değinememiş... Akın'a hem söz hakkımı gasp ettiği hem de objektif davranmadığı için bir eksi puan daha yazıyorum... SON BİR NOT: Gazeteci olduğunu sanan bir kişi, bana dava açacağını söylemiş yazdıklarımdan dolayı. Bayılıyorum bu sözde liboşların ''dava açarak susturma, korkutma, gözdağı verme'' hallerine.. Makyajları hemen dökülüyor... Bana dava açıldığı taktirde, ben de tazminat davasıyla karşılık vereceğim. Ki; o davada, birilerinin akıl almaz şekilde artan mal varlıklarına mahkeme kanalıyla hemen ulaşabileyim...