Sabah Başyazarı Mehmet Barlas, Rus Pravda gazetesine verdiği röportajda karşısındaki gazetecinin dile getirdiği “Fethullah Gülen Müslüman Soros mu?” sorusu üzerine “Doğru bir tanım” dedi. Tartışma yaratan röportajı yazan Barlas, Rus gazetecinin Fethullah Gülen’den muhalif bir portre çıkartma çabası olduğunu savundu. Barlas, ilgili yazısında “Siyasi risk taşıyanlar, iktidarlarını derneklerle, vakıflarla, cemaatlerle paylaşmazlar” derken birkaç hafta sonra köşesinden Gülen cemaatinin yayın organı Today’s Zaman’ın yayın politikasını eleştirdi. “Today’s Zaman’ın Doğan medyasına ait bir yayın organı olduğu algısı yarattığını” söyleyen Barlas’a Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, köşesinden yanıt verdi. Barlas’ın Erdoğan’ı Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin’e benzettiğini, Gülen’i de “Müslüman George Soros” dediğini söyleyen Dumanlı, cemaatin sivil toplum kuruluşu olduğunu savundu ve Barlas’ı kast ederek “Bir partinin sözcüsü gibi yazılar döşenen üstat, acaba başka yazarların sansürlenmesini mi ya da derhal susturulmasını mı istiyor? Belki de işten atılmalarını mı temenni ediyor? Başyazarlığını yaptığı gazetenin ombudsmanı kovuluyor; ona bir kelime ile itiraz etmiyor, İngilizce çıkan bir gazetede bir yazar bir şeyler yazdı diye koca bir kitleye en ağır ithamlarda bulunuyor” dedi. Barlas, “Cemaatler sivil toplum örgütü değildir” başlıklı bugünkü yazısında Dumanlı’ya seslenerek “Ne bir partinin ne de bir cemaatin sözcüsüyüm. Özgür, bağımsız ve özerk olmayı Cemaat görevlisi bir gazetecinin anlaması kolay değildir” ifadesini kullandı. Dumanlı, Barlas’ın köşesindeki iddialara Twitter üzerinden yanıtlayarak, “Gazeteci mert olmalı, dürüst olmalı. Bir medya patronunun(!) siparişi ile yazı yazan ya da TV programı yapan kişiler ayıp ediyor. Biz dün nerdeysek bugün de ordayız” dedi.
Mehmet Barlas ile Ekrem Dumanlı’nın köşelerinden ve Twitter’dan konuya dair yazdıkları şöyle:
Mehmet Barlas’ın Rus Komsomolskaya Pravda gazetesinden Darya Aslamova'ya verdiği röportaj 11 Temmuz 2013’te Turkrus.com’da Türkçe yayımlandı. Röportaja göre Barlas, Aslamova’nın “Gülen'e Müslüman Soros diyebilir miyiz?” sorusuna “doğru bir tanım” yanıtını verdi. Röportajın ilgili bölümü şöyle:
'Gülen'e Müslüman Soros diyebilir miyiz?' diyorum.
Gülerek, 'Diyebilirsiniz. Doğru bir tanım.'
D.A: Gülen'in, polis çevrelerindeki etkisi nedeniyle Gezi Parkı protestocularına sert müdahale için provokasyonda bulunduğu söyleniyor?”
M.B.: Zannetmiyorum. Ama Gülen'in polis, savcılık ve genel anlamda güvenlik güçleri üzerinde ciddi etkisi olduğuna inanıyorum.
D.A: Neden Gülen Zaman gazetesinde, gösterilerden birkaç gün sonra Erdoğan'ı eleştirdi? Ne istiyor?
M.B.: Erdoğan ile iktidarı paylaşmak, Türkiye üzerinde daha fazla etki sahibi olmak ve kendi adamlarının gerekli pozisyonlara gelmesini istiyor. Ama ülkenin geleceğini ikisi farklı görüyor. Gülen İslam Türkiyesi'nin hayalini kuruyor, Erdoğan ise kalkınmış bir Türkiye'nin. Gülen ABD'de yaşıyor ve memleketine dönmeye niyeti yok. Gülen diyaloğa inanıyor. Yahudilerle çok iyi anlaşıyor. Papa ile görüşüyor. En önemlisi, ABD Gülen'in dev ağını El Kaide ve Hizbullah'a karşı kullanmak istiyor.
Mehmet Barlas, 13 Temmuz 2013’te Pravda’ya verdiği röportajın içeriğini anlattığı bir yazı kaleme aldı. Barlas, kendisiyle konuşan Aslamova’nın “Fethullah Gülen'den AK Parti'ye ve Başbakan Erdoğan'a muhalif bir portre çıkartmaya çabaladığını” söyledi. Barlas’ın “’Gülen cemaati’nden muhalefet üretilebilir mi?” başlıklı ilgili yazısı şöyle:
“Geçenlerde Rusya'nın "Komsomolskaya Pravda" gazetesinin muhabiri Daria Aslamova aradı ve görüşmek istediğini söyledi. Evime davet ettim.
Gezi Parkı merkezli direniş eylemlerinin Türk siyaseti üzerindeki etkileri üzerine bir haber hazırlıyormuş. Benden önce değişik çevrelerden insanlarla görüşmüş.
Neticede ben de dış ülkelerdeki olayları yerinde izlemiş, söyleşiler yapmış bir gazeteciyim. Bir ülkede siyasi kararsızlık ortamı olduğunda, iktidar alternatifi siyasi partilerin durumunu anlamaya çalışırım öncelikle.
Bu Rus meslektaş CHP'nin tutumu ve gücü hakkında hiç soru sormadı. Bunun yerine "Gülen Cemaati"ni gündeme getirdi ve 40 yıl düşünsem aklıma gelmeyecek bir benzetme yaparak sordu sorusunu.
-Fethullah Gülen'e Müslüman Soros diyebilir miyiz, dedi.
Siyasal hareket mi?
Kendisine bunun ilgi çekici bir benzetme olduğunu söyleyerek, Gülen Cemaati'nin siyasal bir hareket olmadığını, bu cemaatin mensuplarının hareketlerine "Hizmet" dediklerini anlattım. Konuşmamız ilerledikçe bu Rus meslektaşın AK Parti'ye karşı en etkili örgütlü muhalif hareketi "Gülen Cemaati" olarak gördüğünü hissettim.
Bu arada Rusya'daki Müslüman nüfus üzerinde Siyasal ve Radikal İslam'ın etkilerini değerlendirirken, Gülen Cemaati'nin ılımlı ve diyalogcu tutumunun, El Kaide'ye ve Hizbullah'a alternatif olabileceğini de vurguluyordu.
Nitekim daha sonra Moskova'da bir televizyon programında Gülen Cemaati üzerinde konuşmuş... Fethullah Gülen'in Amerika'daki ikameti ve ilişkilerinden giderek, Rusya'nın bu hareketten yararlanmasının mümkün olmadığını söylemiş.
Cemaatin imajı
Bu Rus gazetecinin veya benim Gülen Cemaati üzerinde düşünce çeşitlemeleri yapmamız çok görülmemiş bir durum değil. Batı'nın en etkili gazetelerinde de Gülen ve Cemaat üzerine sayısız yorum ve inceleme yayınlandı, yayınlanıyor.
Önemli olan Sayın Gülen'in ve Cemaat'in kamuoyuna yansıyan imajları hakkında kendilerinin ne düşündükleridir.
Bizim medyada da Gülen Cemaati'nin Başbakan Erdoğan ve AK Parti iktidarı karşısında yer aldığına ilişkin spekülatif haber ve yorumlar fazlasıyla yok mu? "Gülenci savcılar"ın MİT Müsteşarı hakkında soruşturma girişiminde bulundukları ve buna Başbakan Erdoğan'ın tepki gösterdiği içerikli haberlerini okumadık mı? Türkiye'de Başbakan Erdoğan'ı en sert biçimde eleştiren gazetecilerin Gülen'i Pennsylvania'daki çiftlikte ziyaret ettiklerinde, bir nevi dertleştikleri şeklindeki dedikodu içerikli haberleri hatırlamıyor muyuz?
Yurda dön çağrısı
Ve hatta bazılarına göre yol ayrımı Mavi Marmara'ya karşı tutum farklılığında başlamadı mı? Veya Başbakan Erdoğan'ın Gülen'e kitleler önünde "Artık yurduna dön" çağrısı yapmasının olumsuz şekilde cevaplanması da farklı yorumlara neden olmadı mı?
Kısacası "Cemaat"in imajı, sonunda bir Rus gazetecinin Fethullah Gülen'den AK Parti'ye ve Başbakan Erdoğan'a muhalif bir portre çıkartma çabasına dayanmış. Gülen'i "Türk Soros'u" olarak görecek kadar uçurmuş onu.
Burada galiba unutulan nokta "Siyasi risk" kavramıdır.
AK Parti ve Başbakan Erdoğan başarısız olduklarında taşıdıkları siyasi riskin içerikleri ile karşı karşıya kalırlar.
Ama geçmişte de gördük ki Jakoben laikçi resmi ideoloji demokratik siyaseti rafa kaldırdığı zaman, "Cemaat" denilen oluşumlar "Cezai riskler"le baş başa kalırlar. Gülen'i Amerika'ya götüren risk de böyle değil miydi?
İktidara ortak olmak
Siyasi risk taşıyanlar, iktidarlarını derneklerle, vakıflarla, cemaatlerle paylaşmazlar. Onların hayat alanlarını, özgürlüklerini güvence altına alırlar. Aktif siyasete katılmadan ve Ortadoğu coğrafyasında siyaset yapmanın risklerini taşımadan "Biz iktidara ortağız" demek, sadece tepkiye sebep olur.
Özetlersek Gülen Cemaati'nden AK Parti'ye muhalif bir siyasi hareket çıkarmaya dönük arayışlar, Rus medyasında da, bizim medyada da nakıs teşebbüsler olmaktan öteye gidemez.
Bunlar olsa olsa Gülen'in aklını, zekasını, bilincini hafife alanların ve yaşadığı deneyimlerden çıkardığı derslerin farkında olmayanların yazdıkları senaryolardır.”
Susan Sarandon, David Lynch, Sean Penn ve Ben Kingsley gibi sanat dünyasının önde gelen isimleri, İngiltere'de yayımlanan The Times gazetesine tam sayfa ilan vererek, Gezi Parkı'ndaki aşırı polis şiddeti nedeniyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı “Nuremberg mitingleri düzenlemek ve diktatoryel yönetimle” eleştirmesinin ardından Sabah gazetesi yazarı Mehmet Barlas, 30 Temmuz 2013’te “Today’s Zaman’da neden yayımlanmadı bu bildiri?” diye sordu. Barlas yazısında, Gülen cemaatinin yayın organı olarak gösterdiği Today’s Zaman gazetesinde The Times gazetesindeki bildiride yer alan iddiaların her gün köşelerde seslendirildiğini belirtmişti.
Barlas, “Türk medyasındaki tabloyu genel açıdan bilen ama ayrıntıları ve mülkiyet yapılarını bilmeyenler, ilk bakışta ‘Today's Zaman’ın da Gezi eylemlerinin sözcüsü ve pompalayıcısı konumundaki Doğan Medyası'na ait bir yayın organı olduğunu düşünebilir” demişti.
“Anlamakta zorlandığım durumlardan bir de ‘Cemaat’in yayın organlarının Gezi Parkı eylemleri sürecinde tencere ve tava gürültüsüne kendilerini neden böyle fazlaca kaptırdıklarıdır?” diye soran Barlas yazısında şu ifadeleri kullanmıştı:
“İşin garibi dini bir cemaatin lideri ile dertleşen bu ziyaretçilerden bazıları AK Parti iktidarının özel yaşam alanlarını kısıtlayacağını düşünen laikçi endişeliler.
İşte bu Cemaat'in yayın organlarında yer alan bazı yorumlara bakarsanız, Başbakan Erdoğan'ı desteklemek ve sokak eylemlerine karşı çıkmak, hem düşünce özgürlüğüne, hem de basın özgürlüğüne karşı olmakla eş anlamlıdır.
Sayın Gülen'in ülkeye ve insanlara sunduğu hizmetlerini yok saymak sadece insafsızlıktır.
Ama onun ülkesine neden dönmediğini ve Cemaat'in bazı sözcülerinin neden bir siyasi karşı kampın üyeleri izlenimi verdiklerini anlamak da mümkün değildir.
Neticede Cemaat bir cemaattir ve AK Parti bir siyasi partidir. Aydın Doğan'la Fethullah Gülen'i aynı eğilimdeki medya sermayesinin sahipleri olarak görmeye eğilimli olanlar, sadece Gülen'e haksızlık ederler, onun imajını bozarlar.”
Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, daha sonra Barlas tarafından alıntılanacak 31 Temmuz 2013’teki köşesinde hükümet ve medya ilişkisini irdeledi. Gülerce’nin hem bazı yayın ve gazetecileri eleştirdiği, hem de hükümetin eleştirilerden gocunmaması gerektiğini söylediği yazısı şöyle:
“Gezi Parkı olaylarının kör gözlere bile soktuğu acı gerçek şudur: Toplumdaki kutuplaşma, özellikle AK Parti karşıtı kesimlerde bir kin, nefret ve hesaplaşma patlamasına dönüştü.
Böylesine bir kutuplaşma, Türkiye üzerinde oyun oynayan iç-dış bütün şer odaklara müsait bir fay hattı hazırlıyor. Bu kutuplaşma Türkiye’yi her türlü belaya açık hale getiriyor. Maalesef bu kutuplaşma medyayı da etkiledi. Başka şekilde söylersek, medyanın bir bölümü de bu kutuplaşmaya körük sallıyor. Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümete karşı, böylesine organize ve toplu şekilde saldırı yapılmamıştır. Küfür, hakaret, aşağılama, alay etme, yalan haberler, bilgi kirliliği had safhadadır. Düşmanlar için söylenmeyenler, yazılmayanlar pervasızca söyleniyor, yazılıyor.
Medya, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Basın meslek ilkeleri bellidir. Maalesef bu ilkeler ve meslek ahlakı yerle bir edilerek, kasten, ideolojik ve hasmane yayınlar yapılmaktadır. Ölçü kaçmıştır. Kalemlerden, ekranlardan kin, nefret, aşağılama hatta kan damlamaktadır. Hükümetin her yaptığı doğru mu? Elbette hayır. Hükümet eleştirilemeyecek mi? Elbet eleştirilecek. Her eleştiriye de kızmayacak. Hükümetler, bütün Türkiye’nin hükümetleridir. Herkesi kucaklamak da sevaptır. Rahmetli Özal ne güzel söyledi: Halka hizmet, Hakk’a hizmettir. Herkes bizim insanımız. Dinimizce insan, eşref-i mahlûkattır. “Bu da Allah’ın yarattığı eşref-i mahlûkat deyip” Allah’ın hatırını gözeterek, tek bir kalbi bile kırmamak, mümin olarak boynumuzun borcudur, insaniyetimizin gereğidir. Sonra, demokrasilerde herkes eşittir. Partili-partisiz ayırımı, herkesin hükümeti olma anlayışı ile bağdaşmaz. Temel insan hakları, özgürlükler, evrensel insani değerler, hukukun üstünlüğü, adalet asla vazgeçemeyeceğimiz esaslardır. Hepimiz insanız, peygamberler hariç, her yaptığımız doğru olmaz. Bizim gibi beşerler, hata yapar. Niyeti halis olanlar kasten yanlış yapmaz, zulmetmez. Ama beşeriz, şaşarız. Ayağımız sürçer, yönlendirmelerle, telkinlerle, zaaflarımıza yenik düşmelerle, istikameti tutturamadığımız olur. Dost odur ki, böyle zamanlarda ikaz eder. İkaz edilen de bundan gocunmaz, alınmaz. Dost da ikaz ederken diline, duruşuna, üslubuna da dikkat eder. Rencide etmez, kırmaz, dökmez…
Medya-hükümet ilişkilerinde medyada yanlışların temelinde, AK Parti’yi eleştirmek yerine, düşmanlık yatıyor. Sanki karşımızda iktidar değil düşman var. Birileri bunu, “Erdoğan gitsin, AK Parti’den kurtulalım” diye evet kasten, organize ve profesyonelce yapıyor. Bazıları da üslup hassasiyetini unutarak, hissiyata takılarak kıyıdan, köşeden aynı cephedeymiş gibi fotoğraf veriyor.
Demokrasilerde şunlar yoktur: Hükümetler ülkeyi yönetir, gazeteciler ve yazarlar da hükümeti yönetir… Bazı köşe yazarları, her şeyin en doğrusunu bilir, başbakanlar onları dinlerse iyidirler, onları kale almazlarsa muhtar bile olamazlar, cahildirler, kötüdürler… Köşe yazarları şunları da yapmamalıdır: Yıllarca yüksek ücretler aldıkları halde seslerini çıkarmayıp, sonra etkisiz kaldıklarını gördüklerinde patronlarını aşağılayıcı, karalayıcı, suçlayıcı yazılar yazıp kendilerine yol verilmesinin zeminini hazırlamamalıdır. Sonra da bunu “Türkiye’de basın özgürlüğü bitti” diye yabancılara jurnallememelidir…
Eleştiriye evet, düşmanlığa hayır. Manşetlerde, köşelerde açıktan desteklediğiniz parti, bir türlü iktidar olamıyor diye kin, nefret ve intikam duygularıyla hesaplamayı, gazetecilik olarak göstermeye hayır, bin defa hayır…”
Zaman gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı, Mehmet Barlas’a, “Medyanın siyasetle imtihanı” başlığıyla yayımlanan (5 Ağustos 2013) yazısında yanıt verdi. Dumanlı yazısında, gazeteciliğin “3 tarzı” olduğunu anlatmasının ardından Barlas’a şunları söyledi:
“Meslekte yaşını başını almış bir beyefendi (tıpkı diğer bazı beyefendiler gibi) belli bir zamandan beri tuhaf yazılar kaleme alıyor. İnsanın inanası gelmiyor. Mesela Rusya'da yayın yapan bir medya kuruluşuna verdiği röportajda, Fethullah Gülen Hocaefendi için ‘Soros’ diyebiliyor. Ne kadar ayıp! Ne kadar yaralayıcı! Söylediği lafın ne manaya geldiğini ‘bilmiyor’ desem, onun meşhur bilgi dağarcığına hakaret sayılır. ‘Biliyor’ desem, bunun altında çok kötü bir mana gizlidir de demek zorundayım; onu da meslekte pek çok kişiye abi sayılan bir insana yakıştıramıyorum. ‘Sehven söylemiştir’ diye avunurken bir açıklama yayınlıyor köşesinde; ama açıklama maalesef hiçbir şeyi açıklayamıyor. Feci bir karakter katliamı ve masum insanları zor durumda bırakabilecek ağır bir benzetme duruyor orta yerde. Şimdi cemaati eleştiriyor diye avuçları şişinceye kadar beyefendiyi alkışlayanlar, bir zamanlar Başbakan için Putin dediğini unutmuş görünüyorlar.
‘Neyse...’ deyip bu korkunç hatayı sineye çekecekken Today's Zaman'da çıkan bazı yazıları vesile kılarak ‘Cemaat-AK Parti kavgası’ üzerine çok sert bir yazı geliyor ve ‘cemaat’ hedef tahtasına oturtuluyor. Bir partinin sözcüsü gibi yazılar döşenen üstat, acaba başka yazarların sansürlenmesini mi ya da derhal susturulmasını mı istiyor? Belki de işten atılmalarını mı temenni ediyor? Başyazarlığını yaptığı gazetenin ombudsmanı kovuluyor; ona bir kelime ile itiraz etmiyor, İngilizce çıkan bir gazetede bir yazar bir şeyler yazdı diye koca bir kitleye en ağır ithamlarda bulunuyor. Oysa suçladığı gazetede hükümetin politikalarını doğru bulan yüzlerce yazı da yayınlanıyor. Bir başka gazeteden ‘Bütün yazılar alkış kıvamında olsun!’ dercesine uluorta konuşmak hangi nezaket anlayışının ürünüdür; anlamakta zorlanıyorum. Bir gazetedeki farklı sesleri kimse duymasa bile tecrübeli bir başyazarın o zenginliği yakalaması gerekirdi. Diyelim ki Today's Zaman'a ya da ‘cemaatin yayın organları’na kızdın; orada çıkan her satırın hesabını neden Hocaefendi'den soruyorsun? Meslektaşlarına eleştiri getirmek varken Hocaefendi'ye ve hatta camiaya en incitici lafları sıralıyorsun?
Sırada bekleşenler varmış meğer. Bir yerden hücum borusu çalmışçasına cemaate karşı bir kampanya başlatıyor bazı arkadaşlar. İtibarsızlaştırmaya yönelik şımarık yazılar vasıtasıyla nezaket kuralları da yerle bir ediliyor. Bu arada öyle laflar sarf ediliyor ki (özellikle sosyal medyada), ne insanlığa sığar ne Müslümanlığa. Herkes bazı yazılardan bahsediyor ama belli ki bahsi geçen yazıları ne görmüşler ne de okumuşlar. Çoğu yalan ve iftiraya dayanan bazı lafları okudukça hayretler içinde kalıyorsunuz. Şeytanların bağlandığı, rahmet ve mağfiretin gönüllerimizi sağanak sağanak yıkadığı bir zaman diliminde bu kadar keskin gıybetlerin yapılmasını sadece İslamiyet'le değil, insaniyetle de izah etmek çok zor.
Akla hayale gelmez laflar. Neymiş? Cemaat yeni bir vesayet merkezi olmak ya da ‘iktidarı paylaşmak’ istiyormuş. Ne münasebet! Alın o Leviathan'ınızı güle güle, tepe tepe kullanın. Uluorta yazılanlardan anlaşılıyor ki bazıları ne katılımcı demokrasiyi kavramış; ne de sivil toplum örgütlerinin, medyanın ve kanaat önderlerinin demokrasideki rolünü anlamış. Benci ve kinci söylemlerle insan olsa olsa dostlarını gücendirir, kendini tüketir. Yazık...”
Mehmet Barlas, Ekrem Dumanlı’nın kendisi için, “Rusya'da yayın yapan bir medya kuruluşuna verdiği röportajda, Fethullah Gülen Hocaefendi için ‘Soros’ diyebiliyor. Ne kadar ayıp! Ne kadar yaralayıcı! Söylediği lafın ne manaya geldiğini ‘bilmiyor’ desem, onun meşhur bilgi dağarcığına hakaret sayılır. ‘Biliyor’ desem, bunun altında çok kötü bir mana gizlidir de demek zorundayım; onu da meslekte pek çok kişiye abi sayılan bir insana yakıştıramıyorum. ‘Sehven söylemiştir’ diye avunurken bir açıklama yayınlıyor köşesinde; ama açıklama maalesef hiçbir şeyi açıklayamıyor” sözlerine üzerine “Cemaatler sivil toplum örgütü değildir” başlıklı (7 Ağustos 2013) yazısıyla karşılık verdi.
“Genç ve nispeten az deneyimli Dumanlı, Sayın Gülen'i ve Cemaat'i gereksiz polemiklerin odağına oturtacak üsluptan kaçınması gerektiğini herhalde zamanla öğrenecektir” diyen Barlas yazısında dini cemaatlerin sivil toplum örgütleri ve siyasi parti olmadıklarını belirterek şunları söyledi:
“Mesela sivil toplum kuruluşuna veya bir siyasi partiye üye iseniz, lideri de eleştirebilirsiniz. Ama bir cemaate mensupsanız sadece başbakanı eleştirebilirsiniz. Cemaatin yayın organlarında Başbakan'a ‘Diktatör’ diyebilirsiniz, ama ‘Gülen neden ülkesine dönmüyor’ diye soramazsınız.”
Barlas yazısında Ekrem Dumanlı’ya şöyle seslendi:
“Örneğin benim bir Rus gazetesine verdiğim demeçte Gülen'i Soros'a benzettiğimi yazmıştı bu genç meslektaşım. Oysa bu konuya kendi köşemde açıklık getirmiştim.
Gülen'i Soros'a benzeten kişi ben değildim. Bu benzetmeyi yapan Komsomolskaya Pravda'nın muhabiri Daria Aslamova'ydı... Benim dışımda görüştüğü bazı diğer Türk gazetecilere de ‘Gülen Müslüman Soros mu’ diye sormuştu.
Yani mesele benim Sayın Gülen'i bir kişiye benzetmem meselesi değil, Sayın Gülen'in dış dünyaya verdiği imajla ilgiliydi. Ben yazımda bu meseleye parmak basmıştım.”
Barlas, Dumanlı’nın Eski Sabah Gazetesi Ombudsmanı Yavuz Baydar’ın kovulması hakkında hiçbir şey söylemediğini belirtmesi üzerine şunları söyledi:
“Dumanlı'nın bu suçlamalarına karşı sevgili Hüseyin Gülerce'nin Zaman'da yayınlanan yazısındaki şu satırları okumasını tavsiye edebilirim:
‘- Yıllarca yüksek ücretler aldıkları halde seslerini çıkarmayıp, sonra etkisiz kaldıklarını gördüklerinde patronlarını aşağılayıcı, karalayıcı, suçlayıcı yazılar yazıp kendilerine yol verilmesinin zeminini hazırlamamalıdır. Sonra da bunu 'Türkiye'de basın özgürlüğü bitti' diye yabancılara jurnallememelidir...’
Ben haksız eleştiriler ve yıpratma kampanyaları karşısında Turgut Özal'ı savunduğum gibi, bugün de komploculara karşı Başbakan Erdoğan'ı savunuyorum.
Ne bir partinin ne de bir cemaatin sözcüsüyüm. Özgür, bağımsız ve özerk olmayı Cemaat görevlisi bir gazetecinin anlaması kolay değildir. Attığı bir tweetle aforoz edilen Ergun Babahan da herhalde hâlâ anlayamıyor bu durumu.”
Ekrem Dumanlı, Twitter’dan Mehmet Barlas’a cevap vererek şunları söyledi:
“Bir başyazar beyi haksız sözlerinden dolayı eleştirdim. Kaliteli bir cevap beklerdim. Maalesef polemik seviyesine bile çıkamamış. Üzücü.
Neymiş? Cemaatler STK değilmiş. Ne sosyoloji öyle der, ne siyaset bilimi. İnsan bu konuları yazmadan bir kaynak taraması yapar. Bir zahmet o başyazar beye en azından bir kitap tavsiyesi yapayım kusura bakması: DİN KENT CEMAAT/ FETHULLAH GÜLEN ÖRNEGİ.
Bazı Ak Partili dostlara şaşıyorum. Bu bey hoca efendiye Soros dediğinde İslamcılığı KGB'ye Erdoğan'ı Putin'e benzetiyor. İçinize siniyor mu! Hatta Soros benzetmesini Rus gazeteci yapıp bas yazar onaylıyor, İslamcılığa KGB, Başbakan'a Putin diyen bu beyefendi. Siniyor mu içinize? Gazeteci mert olmalı, dürüst olmalı. Bir medya patronunun(!) siparişi ile yazı yazan ya da TV programı yapan kişiler ayıp ediyor. Biz dün nerdeysek bugün de ordayız. Eğriye eğri doğruya doğru. Demokrasi için atılan her adıma (kim atarsa atsın) alkış! Duruşumuz bu.”