Barolar neyi kaybetti?

Barolar neyi kaybetti?

Hasan Ürel*

"Güven ilişkisi yalnızca bir avukatın onuru, dürüstlüğü ve açık sözlülüğünden kuşku duyulmaması halinde var olabilir."

AB Avukatlık Meslek Kuralı

Barolar Birliğinin önceki dönemlerinde Genel Sekreter olarak görev yapan meslektaşım Sayın Güneş Gürseler'in avukatlık meslek etiğine ilişkin çok önemli tespitler içeren yazısına atıfta bulunarak, ülkemizde artık açıkça görülen yargı erozyonuna ve bu arada 8,5 yıl gibi uzunca bir süre Türkiye Barolar Birliğinin başında bulunan kişinin zihniyeti nedeniyle avukatlık mesleğinde yaşanan gerilemeye ve son dönemdeki tahribata da değinmek gerekiyor.

Demokratik hukuk devletinin en önemli kalesi yargının bağımsızlığıdır, bunun anti-tezi otokratik devlettir. 

Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki ülkemizde bazılarının ifade ettiği gibi yargı "altın dönemini" filan değil, hukukun en temel kurallarının ihlal edildiği, insan hakları uluslarası sözleşmelerinin yargı alanında yok sayıldığı kara bir dönemi yaşamaktadır. 

Bu dönemde iktidarın HSYK eliyle yargının üç ayağından ikisini, hakim ve savcıları tümüyle kontrol altına aldığını, bununla da yetinmediğini, yargının en önemli bağımsız ayağı olan baroları da denetim altına almayı denediğini ve bunu da hasbelkader Barolar Birliği başkanı olmuş kişi aracılığı ile gerçekleştirmek istediğini yaşayarak gördük.

Buna karşı avukatlar ve barolar, yurdun her tarafından eş zamanlı yerinde tepkilerle yüksek sesle itirazlarını gösterdi ve Birlik Başkanının kendilerini temsil etmediğini kamuoyuna açıkladılar. İktidarın buna cevabı avukatların ezici çoğunluğunu barındıran İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya gibi büyük baroların gücünü kırmak için delege sayısını değiştiren "çoklu baro" adı altında ucube bir sistemi kanunlaştırmak olmuş, bu yolla, işbirlikçi Birlik Başkanının iktidarın istediği kadar görevde kalması amaçlanmıştır. 

Nihayet uzayan birlik seçimleri kaçınılmaz olarak 4 Aralık 2021 tarihinde yapılmış ve hiçbir zaman avukatları temsil etmemiş olan Birlik Başkanı görevden uzaklaştırılmıştır. 

Ancak bu zihniyette olan Başkanın 8,5 yıl gibi uzunca bir süre avukatların en üst Birliğini yönetmesi ne yazık ki geride onarılmayı bekleyen ağır bir tahribat bırakmıştır. 

Önümüzdeki dönem deyim yerindeyse bir restorasyon dönemi olmalıdır. Barolar, avukatların özlük haklarını korumaları yanında demokratik devlet yargısının da vazgeçilmez savunma örgütüdür. Yargının diğer iki ayağının tamamen iktidar egemenliği altına alınmış olması nedeniyle savunma örgütünün işlevi şimdi çok daha önem kazanmıştır.

Bu yıl barolarda böylesi koşullar altında seçimlere gidiyoruz. Ancak ne yazık ki ara dönemdeki tahribat nedeniyle; meslektaşlarımız barolardan uzaklaşmış bunun sonucu olarak da ne pahasına olursa olsun yönetime gelmek ve yönetimde yıllarca kalmak gibi bize oldukça yabancı unsurlar mesleğe nüfuz etme gayreti içine girmiştir. 

Ankara Barosunda yaşanan yönetim krizlerinin bence temel nedeni budur. 1969 yılında büyük hukuk insanı Faruk Erem hocamızın başkanlığında Türkiye Barolar Birliğinin kurulmasına öncülük etmiş olan Başkent Barosu böylesi bir krizi yaşamayı hak etmiyor. 

Baronun İnsan Hakları Merkezi Başkanlığı gibi önemli bir görevi kabul etme inceliğini göstermiş ülkemizin yetiştirdiği uluslararası değeri tartışmasız olan eski AİHM yargıcı Sayın Rıza Türmen'in görevden ayrılmasına neden olan çekişmeler son yıllardaki tahribatın giderilmesi gerektiğini çok açık biçimde bize hatırlatıyor.

Bu nedenle seçimler önemlidir: 

Hep birlikte baromuza sahip çıkmak sadakate değil liyakate önem veren, birlik yönetimi ile uyumlu çalışacak, enerjisini içe değil dışa yönelten, ülkedeki ağır yargı krizine odaklanan bir anlayışı en geniş birliktelikle, mesleğin onuruna yakışır bir yönetimi göreve getirmek zorundayız.

Aksi halde hepimiz kaybederiz.

*Eski Ankara Barosu Başkan Yardımcısı