Radikal aslında neden kapandı? Kâğıdın internet karşısında vadesi doldu mu? Dolduysa örneğin Hürriyet neden kapanmıyor? Radikal’in kâğıt baskıya vedası neden diğer gazetelerle eşzamanlı olmadı? Öncü olduğu için mi, zarar ettiği için mi? 720 bin tirajı gören Radikal’in satışı neden 20 binlere düştü? Yanlışlar nerelerde yapıldı? Hatalarda gazeteci milleti de pay sahibi mi, akıbette gazetecilerin rolü ne?
T24, Radikal üzerinden önemli bir gazetecilik tartışmasını önümüze koyan bu soruların tartışılan yanıtlarını dinlemek için gazetenin 18 yıllık tarihinde gördüğü 4 yayın yönetmeniyle konuştu.
Üç gün boyunca yayımlanan söyleşilere göre, hayat verdiği pek çok gazete ve derginin yanı sıra Radikal’i de kuran Mehmet Y. Yılmaz, 10 yıl boyunca gazeteyi yöneten İsmet Berkan ve Radikal İki’nin yayın yönetmeni Tuğrul Eryılmaz şu noktada hemfikir:
“Radikal kapanmayabilirdi.”
Üç eski yayın yönetmeninin gazetenin gerçekte neden kapatıldığı sorusu için ortak paydada öne çıkan yanıtı; gazetecilik. Berkan'ın ifadesiyle, Radikal "gazeteciler beceremediği için" kapandı.
Gazetenin son yayın yönetmeni Eyüp Can Sağlık ise aksi fikirde. Radikal’in son nüshasının çıktığı 21 Haziran Cumartesi günü Ortaköy’de T24’ün sorularını yanıtlayan Can’a göre, “Gazetenin kapatılması kaçınılmazdı.”
2010’da yazarlık yaptığı Hürriyet’e “Yeni limanım Medyada Radikal Devrim yapmaya soyunan Radikal gazetesi” diyerek veda eden Eyüp Can, 2011’de Radikal gazetesini kapatma ve dijitalde devam etme sorgulamalarının başladığını söylüyor.
Can, “Radikal’in gündem değiştirebilecek iddialı haberler üretemediği” eleştirilerine “17 Aralık’ta ortaya çıkanların yüzde 80’inin daha önce sadece Radikal’de haber olduğunu” söyleyerek de yanıt veriyor.
Radikal’in kapanmasını başarısızlık olarak görüp görmediği sorusuna ise şu yanıtı vermekle yetiniyor Eyüp Can:
“Bunu direkt patronlara sorarsanız, cevabını da alırsınız.”
Radikal’e gelişine, biyografisinde Zaman gazetesinin ve “Fethullah Gülen ile Ufuk Turu” adlı röportaj kitabının da yer alması nedeniyle bazı kesimlerin tepki gösterdiği Eyüp Can, lisansını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde yaptı. Can, eğitimine Harvard Üniversitesi’ne bağlı Orta Doğu Çalışmaları Merkezi’nde devam etti. 2004’te Doğan grubunda çalışmaya başlayan Eyüp Can, Finansal Forum, Referans gazetesine dönüşürken gazetenin yayın yönetmenliğine getirildi. 2005’te Türkiye edebiyatının önde gelen yazarlarından Elif Şafak’la evlendi. Can, 2009’da "Haber Koordinatörlüğü" de yaptığı Hürriyet gazetesinde yazmaya başladı ve Doğan grubunun kararıyla zarar eden Referans gazetesini Radikal’in çatısı altına taşıdı. Eyüp Can bu birleşmeyle birlikte, İsmet Berkan’ın halefi olarak Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği'ne getirildi.
Eyüp Can, Radikal’e gelişinden başlayarak gazetenin son dört senesini aktarmanın yanı sıra dijital Radikal’de neler yapacaklarını da anlattı.
Birbirlerini tamamlayan Mehmet Yılmaz, İsmet Berkan ve Tuğrul Eryılmaz söyleşileriyle birlikte okunması gereken “Yayın yönetmenleri Radikal’i anlatıyor” dizisinin son bölümü için söz Eyüp Can'da, takdir elbette sizin:
- Doğan Holding 2009’da Radikal’e yatırım kararı aldığında, neden gazetenin başına geçmesi için seçilen isim siz oldunuz?
İkisi de Doğan grubunun şirketiydi ama ben Doğan Gazetecilik kanadından Hürriyet grubuna geçmiştim. Şirket içi yapılanma döneminde Hürriyet grubundayken butik bir ekonomi gazetesi olan Referans’ı yönetiyordum ve bana “Radikal’le bu gazeteyi birleştirelim” dediler.
- Öneriyi kim yaptı?
Patronlar. Çünkü ikisi de butik gazeteydi; biri ekonomi alanında uzmanlık isteyen ve severek yaptığım bir işti, öbürü de politik anlamda duruşuyla öne çıkmış ve etkileme gücü yüksek olan Radikal’di. İkisi de karlı işletmeler değildi. Grup da “Acaba bu ikisinden sentez çıkarabilir miyiz, bir yanda güçlü bir ekonomi, bir yanda güçlü bir siyaset” diye düşünürken İsmet Berkan da “Yorgunum artık, bırakmak istiyorum” demiş. Bana söylediklerinde açıkçası sıcak bakmadım.
- Neden?
Zaten butik bir gazete yönetiyordum, kuruluşundan itibaren oradaydım. Yapmak istediklerime daha yakındı ve ekonomi gazetesi olması hoşuma gidiyordu. Uzman bir muhabir kadrosu oluşturmuştuk. Okuyucusu kitlesi daha dar ama netti. Radikal ise liberal soldu, bense hiçbir zaman siyasi yelpazede solda yer almadım. Ama kendimi sağ-sol kavramlarıyla da tarif etmem.
- Ama gazetenizi tarif ettiniz?
Tabii ama bu tarifi ben yapmadım. Radikal başından beri sol, liberal, özgürlükçü bir gazete olarak tanımlanıyordu.
- Mehmet Yılmaz, gazeteye çerçeve çizmeden, “okuyucu kitlesi olarak sola yakın, genç ve eğitimli kesimi hedeflediklerini” söylüyor. Radikal’i “özgürlükçü sol” diyerek tanımlama yeniliğini siz getirdiniz.
Başta gazeteyi böyle tarif etmeseler de o alana düştüler çünkü o alanda yayıncılık yapmaya başladılar. Bir defa Radikal’in kuruluş kadrosundan yazı işleri ekibine, Radikal İki’den Radikal Kitap ekibine, herkes sol dünya görüşünden geliyor. Bu insanların bir araya geldiği gazete herhalde ülkücü, sağcı bir gazete olmaz. Ben burada bir sorun da görmüyorum.
Ayrıca, Radikal ilk çıktığında, Cumhuriyet’te Hasan Cemal’lerin ayrılığıyla bir kırılma olmuştu. Onların bir kısmı Sabah’a geçti. Cumhuriyet daha Kemalistleşirken, Sabah’ın içinde de Cumhuriyet’e alternatif olarak Yeni Yüzyıl çıktı ve iyi bir gazete olmasına rağmen Dinç Bilgin döneminde yaşanan sıkıntının kurbanı oldu. Bu sırada Doğan Grubu da bir anlamda Cumhuriyet ve Yeni Yüzyıl’da oluşan boşluğa kendi adına cevap vermeye çalıştı. Bu çizgi sola yatkın bir çizgiydi, daha da önemlisi adı Radikal’di. Bana Radikal’i yönetme teklifi geldiğinde de iki itirazım oldu: 1- Soldan gelen biri değilim, 2- Adı Radikal olan bir gazete ben değilim çünkü radikalizme inanmıyorum. Yani başlangıçta çok istediğim bir iş değildi.
- Bu itirazlarınızı kiminle konuştunuz, karşılık olarak size ne söylendi?
Bunu Aydın Bey’le de konuştuk, ama benim patronum Vuslat Doğan, birebir bana teklifi ilk yapan da o. Konuştuğum grup yöneticileri bu kavramlarla artık düşünülmemesi gerektiğini, Türkiye’nin artık sağ-sol sorunu değil, demokrasi ve özgürlük sorunu olduğunu, Radikal’in de bu konuda önemli bir misyonu olduğunu, benim de bunu taşıyabileceğimi söylediler.
- Sizden istenen neydi?
Radikal’in en az 100 bin bandının üzerinde bir tirajının olması ve onunla paralel bir biçimde bir reklam gelirinin olması. Ki Radikal tirajına göre kötü reklam almıyordu.
- Ne kadar alıyordu?
Rakamlara çok girmek istemem ama kulvarındaki gazetelere göre yaklaşık bir buçuk kat daha fazla alıyordu. Ama bu bile ekonominin dönmesine yetmiyordu. O yüzden mevcut kadronun büyük bir kısmını tutarak yeni bir ekip kurduk. O zaman Milliyet’te olan Çınar’ı (Oskay) hafta sonu gazetesinin yayın yönetmeni yaptık, Hürriyet’ten Bülent Mumay geldi, Ezgi’yi (Başaran) aldık, ekonomi gazetesi döneminden Muhittin (Danış) ve başka bazı arkadaşlar geldi. Sonra format üzerine tartıştık. Dünyada gazeteler kompakt boya gidiyor. Biz de “Yenilikçi olalım” dedik. En sevdiğim format Berliner formatı olmasına rağmen Türkiye’de Berliner formatı basabilecek matbaa ve altyapı olmadığı için mecburen tabloidde karar kıldık.
- Ne kadarlık bir maddi yükten kurtardı sizi tabloide geçmek?
Aslında o çok belirleyici değil. Sonuçta gazeteyi 24 sayfa basıp, tabloidi de 48 sayfa basarsan aynı maliyet olur. Ama zorlukları olsa da tabloid okuması en kolay ve yapması en keyifli gazete. Başlangıçta da 100 binleri zorladık. Sonrasında da 80-90 bin bandında tutundurmaya çalıştık gazeteyi ama bunun ayrı bir maliyeti var. Reklam harcaması yapmanız gerekiyor. Ayrıca baskı adetlerini arttırdığınız için de maliyetleriniz artıyor. Tutunamayınca maliyetleri tekrar kısmaya başlıyorsunuz.
- Tabloid Radikal’in tutunamamasının ana nedeni içerik değil mi?
İçeriktir temel bir neden ama tek neden değil. Ürettiğiniz şey size göre çok iyi olabilir ama okurda karşılık bulması lazım. Okurda karşılık bulmamasının da bir sürü sebebi var; iyi anlatamamışsınızdır, iyi dağıtamamışsınızdır, iyi gazete yapmamışsınızdır vs.
- İsmet Berkan’a göre 27 bin, Medya Tava’ya göre 37 bin tirajla devraldığınız Radikal’i yine Medya Tava’ya göre 22 binle kapattınız.
Gazetelerin açıkladığı tiraj rakamlarının hiçbir gerçekliği yok.
- Nedir doğru rakamlar?
Başka gazetelerin tirajlarından söz etmem doğru olmaz ama genel olarak durum iyi değil.
- Radikal konusunda bizi aydınlatır mısınız?
Devraldığımda Radikal’in bayiden satışı, yani parayla alan okurun sayısı 13-14 binlerdeydi. Açıklanan rakamların içerisinde ücretsiz dağıtılanlar da var. Bunu biz de yaptık Radikal’de. Bu işin bir parçasıdır, okuyucuyu alıştırmak için ilk günlerde belli kafelere vs. bırakıyorsun. Ama günün sonunda bilançonuz sattığınız gazetedir.
- Son sayılar ne kadar satıyordu?
20 binlerdeydi.
- Takım dâhil mi?
Takımsız. Son dönemde 4-5 bine düşmüştü.
- “Aslında tirajı arttırdık” diyor musunuz?
Benim için bu bir artış değil. Bu gazetenin satışının 15-20 bin olmasının hiçbir önemi yok çünkü bunun ekonomisi yok. Hedefimiz 80-90 bin bandında olmaktı.
- Bu satışa sahip Radikal’in geliri ne kadardı?
Halka açık şirket olduğu için bu rakamları sana çok rahat bir biçimde anlatmakta güçlük çekerim. Türkiye’de yazılı basında Hürriyet ve Posta dışında kar eden belki birkaç gazete daha vardır. Onlar dışındakilerin hepsi zarar ediyor. İçinde bulunduğumuz siyasi iklimde gazetecilik standartları da yerlerde sürünmeye başladı, çok pespayeleşti.
- Radikal’in başına geldikten sonra sokak yazarlığı gibi içerik adına bazı girişimleriniz oldu. Kozmetikte yakaladığınız başarıyı yapısal değişimde yakalayamadınız mı?
O sadece kozmetik bir değişim değildi. Devraldığımda Radikal hem tiraj, hem reklam geliri, hem insan kaynağı açısından büyük bir kan kaybı yaşıyordu. İnsanların moral ve motivasyonu çok kırıktı, hep “Kapanıyor” deniyordu. Hakikaten yeniden kurgulanması ve motive edilmesi gereken, özü sağlam ama bir ruh üflenmesine ihtiyaç duyan bir markaydı. Biz de arkadaşlarla kadroyu güçlendirdik. O zaman ilk Radikal’de olanlar, “İlk kurulduğunda da böyle bir şey yaşamıştık” dediler, güçlü bir denemeydi. Ama bu deneme kâğıtta istediğimiz sonucu almamıza yetmedi. Şimdi bunun sebeplerini dışarıdan herkes analiz edebilir. İçeriğe dair ben özellikle ilk 6 ay keyifli bir gazete yaptığımıza inanıyorum. Ama ekonomik tablo bunu desteklemeyince başa dönüyorsunuz ve kan kaybı başlıyor. Biz sürekli harcamaları kısan bir anlayışla yönetmek zorunda kaldık Radikal’i.
- Sizce neden kâğıtta istediğiniz sonucu alamadınız?
Bence birinci neden şu: Radikal ilk çıktığında Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi bir iklim vardı. Türkiye, Avrupa Birliği (AB) arzusu yüksek bir ülkeydi fakat siyasi iktidarsızlıklardan dolayı koalisyon hükümetlerinin yarattığı sorunlarla yaşıyordu. Susurluk kazası Radikal’in yayın hayatında çok önemli bir dönüm noktası oldu. Kadrosu sağlamdı, bu konuda duyarlı gazeteciliği Radikal’i önemli bir marka yaptı. Karar yapıcıların gözünde etkiliydi ama hiçbir zaman büyük bir kitle gazetesine, karlı bir operasyona dönüşmedi. Sonra 2001 krizi oldu ve Radikal ekonomik sebepler ve siyasi çalkantılarla sarsıldı. Bu, grupların bu işe ayırdığı kaynakla da ilgiliydi.
İkincisi, Türkiye farklı bir yere savrulurken 2007’de Taraf çıkıyor ve Türkiye kutuplaşırken Radikal, ona kıyasla daha steril duruyor. Türkiye’de “Bu ya da bu tarafla dostluk ya da düşmanlık yapmadan, işime sadık kalacağım” dediğinizde bunun alıcısı çok fazla olmuyor. Bunu her yayın organı kendi içinde yaşadı. Örneğin Sözcü kendini kutuplaşmanın bir diğer tarafında konumlandırdı. Ama Doğan Grubu, “Ben bir yere angaje olmak istemiyorum” diyor. Biz de Radikal’de şunu denemeye çalıştık: Acaba Türkiye’de bu kutuplaşmada kategorik olarak bir yere angaje olmayan bir yayın dili güçlü bir biçimde var olabilir mi?
Üçüncü faktör de dijital yayıncılığın son 5-6 yıldır çok gelişmiş olması. İnsanların akıllı telefon ve tablet kullanımı artıyor, internet erişim oranları 20 milyonları geçti. İnsanlar internetten, dijital ortamdan ücretsiz tüketmeye alıştılar haberleri ve bu sadece Türkiye’ye özgü bir sorun değil, dünyanın her yerinde bu sorun var. Bunun karşısında yazılı gazeteler ciddi biçimde zorlanıyorlar. Ama dijitalden de henüz beklediğimiz ekonomik model çıkmış değil, oradaki sıkıntılar da ayrıca konuşulması gereken bir şey. Beni şu anda onlar daha çok ilgilendiriyor.
- Şu an Hürriyet Dünyası Dijital Yayınlar Koordinatörü olduğunuz için mi?
Sadece onun için değil. Sonuçta yaptığımız iş gazetecilik ve illa da ağaç kesip yaptığım işi kâğıda basacağım gibi bir saplantım yok. Elbette ki kâğıt bir alışkanlık, duygusal bir tarafı var ama bunu çok dramatize etmekten yana değilim. Çok duygusal bakanlar var ama dijitalde yaptığımız işin içeriğinin çok daha geniş kitlelere gitme imkânı var. Beni en başta heyecanlandıran kısmı da Radikal’in bu halini görmek oldu. Kağıtta 25 bin kişiye ulaşırken, dijitalde eğer güçlü iş ve dijitalin dinamiklerine uygun bir yayıncılık yapıyorsanız o zaman milyonlara gidebiliyorsunuz.
Mesela bunun İngiltere’deki en iyi örneği Guardian. Guardian da çok kaliteli butik bir gazete ama bugün, bundan 6 yıl önce aldığı çok kritik bir kararla milyonlara ulaşıyor. Guardian, 6 yıl önce yurtdışı ve bölge operasyonlarını kapatıp o alanlardaki yanılmıyorsam 50 milyon pound parayı 5 yıl dijitale yatırma kararı aldı. O yatırımından dolayı bugün Guardian, dünyanın en önemli beş haber sitesinden birisi. Şimdi her yayın organı kendi içinde bu sorgulamaları yapıyor. Biz de Radikal’de bu sorgulamayı erken yapmaya başladık.
- Radikal için sorgulama yapmaya ne zaman başladınız?
Birinci yılın sonunda.
- “Kapatalım ve dijitalde devam edelim” sorgulaması mıydı bu?
Orada olan şuydu: Kâğıdı kapatıp dijitale geçmek önemli bir karar ama bu geçişi de iyi yönetmeniz lazım. Türkiye’deki Hürriyet gibi kâğıtta hala güçlü ve reklam gelirleriyle tirajlarını koruyan bazı gazeteler convergence stratejisini seçtiler. Yani konvansiyonel kaynaklarla dijital alana yapılan yatırımı birlikte çalıştıran bir model. Bu o gazeteler için doğru bir model ama Radikal gibi gazetelerin zaten kâğıtta para kazanma şansı yok. O zaman ne yapacaksınız, daha hızlı dijitalleşeceksiniz. Burada belli yöntemler var: “Dijital first” (Önce dijital). Gazeteler “önce kâğıt” diyerek yaptığı bütün iş kurgusunu yapısal olarak dijitale doğru değiştiriyor.
Biz de kendi çalışanlarımızla dijitale yönelik seminerler yaptık, dünyadaki örnekleri inceledik, aşama aşama buna hazır hale gelmeye çalıştık. İkinci sene dijitale odaklandık ve Radikal’in 100 binleri bile bulmayan günlük U.V.’lerini (unique visitor – tekil ziyaretçi) 300 binlere çıkardık sonra dedik ki “Burası güzel büyüyor, gücümüzü buraya daha çok harcayalım.” Ama bu kolay olmuyordu çünkü insan kaynağınız kâğıda üretim yapmaya alışmış. Konsantre olduk ve önce bunu nasıl 500 bine, sonra nasıl 800 bine çıkarırız diye düşündük. Bir noktada “dijital first”ten “dijital only”e (sadece dijital) geçiş başlıyor. Biz de bu aşamaları geçerek kâğıtla ilgili kararı verdik.
- Dijitale konsantre olmuşken gazeteyi de düşünüyor muydunuz?
Tabii, sonuçta gazeteyi çıkarmaktan vazgeçmiyorsunuz.
- O zaman Radikal neden son dört sene içinde okuyucusunu sadece ara sıra heyecanlandıran bir gazete oldu?
Her gün seni heyecanlandıran bir gazete var mı?
- Daha sık heyecanlandıran gazeteler var.
Senin için öyle olabilir.
- Mehmet Yılmaz da farklı düşünmüyor. Sizce Radikal gündem değiştirebiliyor muydu?
Gündem değiştirmekten ne anladığımıza bağlı…
- Haberinizi herkesin konuşması, siyaseti etkilemesi…
Birtakım klişeler var. Gazetenin siyaseti etkilemek gibi bir misyonu olamaz. Ayrıca geçmişle de kıyaslamak yanlış. Koalisyon dönemlerinde gazetecilik yaparken fay hatlarını kullanırsınız ve güçlü işlerle gündemi etkiler hale gelirsiniz. Siyasi dizayndan bahsetmiyoruz. Ama on küsur yıldır iktidardaki tek partinin her şeyi kontrol etme arzusu içinde gazetecilik yapıyorsunuz. Eskiyle kıyaslarken Türkiye’nin içinden geçtiği bu süreci görmek gerekiyor.
- Size siyasi makamlardan nasıl telefonlar geldi?
Kim arayacak mesela beni?
- Başbakanlık katından, yardımcılarından…
Bir haber yaptığınızda eğer haberiniz yanlışsa ya da onun muhatabı haberinize itiraz ediyorsa arayabilir. Bunda bir sorun yok ki.
- “Artık şu konuya girmeyin” telefonları oluyor muydu?
Bana öyle bir telefon gelmez, gelmedi.
- O zaman “tek partinin her şeyi kontrol etme arzusu” sizin hikâyenizde somutlaşmıyor.
İlla bir yerlerden telefon gelmesi, bir “Alo Fatih” durumu olması gerekmiyor.
- O zaman nasıl somutlaşıyor baskı?
Doğan grubu 1 milyarın üzerinde bir vergi cezası ödedi. Herhalde hayal âleminde yaşamıyoruz değil mi? İçinde bulunduğunuz grup “Alo Fatih”le değil ama başka türlü bir tehdit algısı yaşamış, bedelini ödemiş. “Bu hayatımızı hiç etkilemiyor” derseniz yalan söylemiş olursunuz. Ama bununla yaşamayı öğrenip, buna rağmen işinizi yapabiliyorsanız kıymetli olan ortaya çıkıyor. O yüzden bazı şeyler o kadar yerlerde sürünür hale geldi ki neyi, nerede tartıştığımızı şaşırdık. Dışarıdan baktığınızda her türlü şeyi söyleyebilirsiniz ama bir bağlamın içine koyduğunuzda bugün Türkiye’de hala gazetecilik yapma çabası içinde olan başka bir grup kalmadı.
- Hangi konularda “Aman dikkat” antenleriniz harekete geçiyordu?
Öyle bir antenimiz yoktu. Ben çok açık biçimde arkadaşlarımla konuştum, Sözcü bir beklentiyi karşılıyor, her gün bir kitleye ‘oh’ dedirtecek sloganlar atıyor, bu gazetecilik mi tartışılır. Benim inandığım bir gazetecilik değil ama bunu tercih edenlere de kolay gelsin demekten başka yapacağım bir şey yok. Oradan bakınca da benim yaptığım gazetecilik olarak görülmüyor. Kategorik olarak bir şeyi reddetmediğim için “yandaş” diyorlar. Her gün Tayyip Erdoğan yazmak, onun lafı üzerinden tırnak içi manşet atmak da bana göre bir cinnet hali.
- Sloganları değil, haberi soruyoruz. İsmail Saymaz’ın Ali İsmail Korkmaz haberi dışında Radikal’in hangi haberi gündem değiştirdi?
Radikal’in genlerinde birtakım özellikler var, örneğin insan hakları konusunda Radikal’in genetik kodu sağlam. Bu benim devraldığım bir geçmiş ve bu refleksleri güçlü tutmak benim için önemlidir. İsmail Saymaz bu alanda yaptığı haberlerle bir marka oldu. Ama Radikal’in bu alan dışında biraz sahip olduğu ama yayınlarına güçlü biçimde taşıyamadığı bir alan vardı: Şehir kültürü; silueti bozan inşaatlar, imar yolsuzlukları, arkeoloji, belediyelerin yaptığı yanlışlar… Sonuçta Radikal şehirli bir gazete ve okuyucusunun büyük bir kısmı İstanbul, Ankara, İzmir’de yaşayan bir gazete olarak şehir insanının duyarlıklarını fazlasıyla yansıttığımıza inanıyoruz. 17 Aralık işi patladığında, orada geçen konuların yüzde 80’inin sadece Radikal’de haber olduğunu görürsünüz. Ali Ağaoğlu’nun yaptırdığı inşaattan eski TOKİ Başkanı, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın girdiği işlere, tek tek bizde haberdi. Kayıtlarda çıkan bilgiler kadarını bilmiyorduk ama yakaladığımız kısmıyla olanları koymuşuz. Oralarda da bana telefon edip kimse “Buralara girme” demedi.
- Erdoğan Bayraktar arayıp bunu söylemişti ve siz bunu 17 Aralık’tan sonra köşenizde yazmıştınız, değil mi?
Tabii, o dedi ve cevabını aldı. Biz de yazmaya devam ettik. Sizi siyasetçi arar, vali arar, belediye başkanı arar, iş dünyasından insanlar arar, PR şirketleri arar, önemli olan cevabı verebilmek.
- Vergi cezasını hatırlatırken dediğiniz gibi “hayal âleminde yaşamıyorsak” her telefon görüşmesi de “hadi sana güle güle”yle bitebilir mi?
Bitmez ama ben o aramadan sonra ürküp geri çekilmeden yayını yapmaya devam ettik.
- Sizin dönemizde “Savaşma konuş” gibi bir kampanya yapan Radikal, Kürt meselesi deyince akla gelen ilk gazeteci olan Hasan Cemal’i Milliyet’ten ayrıldıktan sonra neden gazeteye davet etmedi?
Kime “yaz”, “yazma” diyeceğime ben karar veririm. Ben o kampanyayı yaptığımda Hasan Cemal zaten Milliyet’te yazıyordu. Sonuçta Hasan Cemal illa Radikal’de yazacak diye bir kural yok. Kendisi bugün senin de çalıştığın T24’te yazıyor. Benim gazetemde Hasan Cemal gibi bir yazarın yazması her zaman büyük bir keyiftir ama o dünya görüşüne ait çok sayıda yazarım zaten var. Nasıl bir bağlantı kurduğunu anlamadım.
- İkinci soru açıklayıcı olacak: Medyanın önde gelen yazarlarından ve iktidarın “Batsın senin gazeteciliğin” dediği “tehlikeli” bir ismi gazeteye davet ederken son kararı veren genel yayın yönetmeni mi, yoksa patron mu oluyor?
Genelde birlikte karar verilir.
- Nasıl bir diyalog geçer patron ile yayın yönetmeni arasında? Sizin isteyip patron katından geçiremediğiniz bir yazar oldu mu?
Yazar özelinde bu konuşmaları yapmam. Ama bir yayın yönetmeni, yazarların da parçası olduğu yayın politikası ile ilgili olarak karar verirken patronu ile konuşur, belli bir mutabakat sağlar ve o mutabakat üzerinden işini yapar. Tabii bunun operasyonel kısmı gruptan gruba değişir. Ben Radikal’e geldiğimde mevcut yazarların bir kısmı ile yollarımı ayırdım, bir kısmı ile devam ettim. Bu kararlar benimdir. Ama yazarların alımına patronlarla yayın yönetmenleri birlikte karar verirler.
- Son süreçte, örneğin Oral Çalışlar neden kalanlar arasında yer aldı? Buna tek mi yoksa patronunuzla mı karar verdiniz?
Kimin kalıp kimin gideceğine ben karar verdim.
- Kriteriniz neydi?
Birçok kriter vardı ama böyle isim üzerinden konuşursan iyi bir yere gitmez.
- Neden?
Ben senin çalıştığın yayın organında şu niye yazıyor, bu niye yazmıyor diye soruyor muyum? Yarın bir başkası gider, bir başkası gelir, bu her zaman olur. Düne kadar dost olan yazarlar bugün birbirlerine selam vermiyor. Böylesine bir ülkede yaşıyoruz.
- İsimlerden bağımsız, kalanlar ve gidenleri seçerkenki kriterlerinizi öğrenmek için sormuştum.
Bir sürü kriterim var. Ama bana kalsın. Sırlarımı paylaşmayayım.
- Radikal’i yönetirken sansüre veya yumuşatmaya başvurdunuz mu?
Ne demek sansür? Bana bir tarif ver.
- Yayınlamadığınız ya da “Şu cümleyi çıkaralım” dediğiniz bir yazı oldu mu?
Her zaman oldu. Zaten gazetecilik yayınladığınız değil, yayınlamadığınız yazılar üzerine kurulu. Binlerce şeyin içinden seçip yayımlıyorsunuz. Az önce tepeden birilerinin arayıp “Yayınlama” demesiyle yayımlamadığım bir şey olmadığını söyledim.
- Yıldırım Türker’le ayrılığınızı editoryal anlaşmazlık üzerine yaşadığınızı söylemiştiniz. Tuğrul Eryılmaz’ın aktardığına göre, anlaşmazlığınızın sebebi yapılan müdahaleler.
Yıldırım Türker Radikal’in önemli kalemlerinden biriydi. Yazdığı bir yazıyla ilgili olarak itirazlarım oldu ama o da zaten biraz “Ben de sıkıldım, biraz çıkmak istiyorum” gibi bir ruh halindeydi. Benim için çok kıymetli bir yazardı, Radikal’de kalmasını, güçlü kalemini orada konuşturmasını, devam etmesini istiyordum ama o yazı da somut olarak haksızlık yaptığını düşündüğüm bir yazıydı.
- Eryılmaz, Fethullah Gülen’in kurban kesilirkenki fotoğrafı nedeniyle de bir rahatsızlık yaşandığını söyledi. Ne oldu?
Hiç öyle bir şey hatırlamıyorum. Tuğrul demek ki kendi dünyasında bazı şeylere takılmış. Olabilir, Tuğrul’dur o.
- Fethullah Gülen cemaatine yakınlığınız Radikal algısını sizce nasıl etkiledi?
Dışarıdan tabii herkesle ilgili bir sürü algı var. İnsanların bu kadar etiketçi, kategorik düşündüğü bir yerde bizi bir kutuya koymak istiyorlarsa koyarlar. Ama ben bireye inanan bir insanım.
- Bu etiket sizin gözünüzde Radikal’e nasıl etki etti?
Bunu benim değerlendirmem mümkün değil.
- Tirajların düşüşüne neden olmuş olabilir mi?
Diğer sol gazeteler keşke 500 bin sataydı da ben de “Evet, öyle” deseydim.
- Siz özetle şunu mu diyorsunuz: “Biz iyi gazete yaptık, anlamadılar”?
Hayır, öyle bir ukalalık yapmam. Halka tepeden bakan anlayışlara da inanmam. Bu gazetenin bir serüveni var, ben bu serüvenin son 4-5 yılında yer aldım. Bu markayı kâğıtta buraya kadar getirdik ama markanın dijitalde çok daha uzun yıllar yaşayacağı altyapıyı kurmaya çalıştık. Dolayısıyla benim yaptığım işe dair herhangi bir tereddüdüm yok. Hata yaparız, döneriz düzeltiriz. Ama “Biz yaptık, halk anlamadı” gibi bir durum olsa başka bir kanalla şimdi bir milyon kişi aynı içeriği okuyor olur muydu?
- Bu nedenle mi kötü bir şey olmamışçasına, kutlama havasında pasta keserek veda ettiniz kâğıda?
Kötü bir şey yok zaten. Sonuçta hayatta sevdiğiniz insanlarla da vedalaşabilirsiniz. Bu geçici veya kalıcı bir vedalaşma olabilir, ölüm olur vs. Burada önemli olan ne, kâğıt baskı mı yoksa bu markanın yaşıyor oluşu mu?
- Size göre kâğıda veda kaçınılmaz mıydı?
Öyleydi. Bunu bildiğimiz için dijitale ağırlık verdik ve yolumuzda hakikaten güçlenerek gidiyoruz.
- Sizin yerinizde başka bir insan olsaydı Radikal’in kâğıda vedasını engelleyemez miydi?
Onu patronlarıma sor.
- Tirajlar nedeniyle muhabirler, editörler ve bazı yazarlar işsiz kalırken bunda genel yayın yönetmeninin sorumluluğu yok mu?
Vardır, patrona söyleyin, beni atsın mesela.
- Radikal’in kâğıda veda etmesinin nasıl bir bedeli var sizin katınızda?
Onu, dediğim gibi patrona söyleyeceksiniz, diyeceksiniz ki “Eyüp Can’ı da işten atın.”
- Şu an sizin için her şey olduğu gibi devam mı ediyor?
Her şey olduğu gibi devam etseydi, ben uzun bir süredir başka görevler alıyor olmazdım.
- Dışarıdan bakınca o görevler daha çok yükselme gibi görünüyor.
Kimin nereden baktığına bağlı, kimisi için gazete genel yayın yönetmenliği çok kutsal bir iştir. Benim için şu anda dijital yayınlara odaklanmak bir gazete yönetmekten daha heyecanlı. Ben uzun süredir grup içerisinde dijital yayınlara odaklanmıştım ve Radikal’in de marka olarak yaşamasının tek yolunun dijitalde güçlü biçimde var olmaktan geçtiğine inandım. Bunu da konuştuk, patronlarım açısından bugün geldiğimiz yer zaten planladığımız bir şeydi.
- Dolayısıyla bu size göre bir başarısızlık değil, doğru mu?
Bunu direkt onlara sorarsanız, cevabını da alırsınız.
- Sizin ne düşündüğünüzü merak ediyorum.
Ben şu an bulunduğum yerde bulunuyorum ve dijital yayınlarla ilgili görevlerim var.
- Dijitalde içeriği nasıl dolduracaksınız, Hürriyet havuzundan mı?
Ona dair bir çalışma yaptık. Konvansiyonel gazetelerde özel haber yapmak gibi meseleler çok önemliydi, dijital yayıncılıkta bunlar önemsiz değil elbette ama kâğıt gazetelerin ona duyduğu ihtiyaç kadar büyük bir ihtiyaç yok. Çünkü yaptığınız iş, on saniye sonra herkesin sitesinde olacak. Bu tartışma New York Times’la Huffington Post arasında çok yaşandı. New York Times’ta haber yapılıyor, Huffington Post da onu alıyor. New York Times diyor ki “Bizim içeriğimizi çalma.” Bu çalma mı, değil mi tartışılıyor. Ama bunun ötesinde New York Times’ta o haberi 3 bin kişi tıklıyor, Huffington Post ise öyle bir sunuyor ki 100 bin kişi tıklıyor.
New York Times’ın bağımsız bir ekibe kendilerini analiz etmeleri için hazırlattığı rapor sızdı. O rapordaki en can alıcı şey şu, diyor ki “New York Times en önemli şey iyi haber, yorum, yazı oldu. Bu yüzden de büyük bir marka oldu ama bugünün dijital dünyasında asıl iş ondan sonra başlıyor.” Ve New York Times bir sorgulamaya gidiyor. Bugün meslek adına yapılan bir sürü tartışma önemsiz demiyorum ama bu meseleyi onlardan daha önemli buluyorum çünkü onlar eninde sonunda çözülecek. Ama bugün yüzyıllık markaların yok olmasına yol açan gelişmeler yaşanıyor.
- Türkiye’de haberi sunma üzerine mesai harcayan yüzlerce site var. Haber sunmada onlardan farkınız ne olacak ve haber üretimine ne kadarlık bir yüzde ayıracaksınız?
Dijital dünyada başlangıçta haber üretimi çok önemli değildi çünkü herkesin ürettiği her şeyi alabiliyordun. Dijitalde doğup kendince bir başarı hikâyesi yaratan Huffington Post, işe çok güçlü bir editör kadrosuyla başladı, hatta onlar “küratör” diyorlar kendilerine, ve doğru dürüst muhabiri yoktu. Klasik köşe yazarlığının yerine blog sistemini başlattılar. Blogdan kaynaklı ciddi bir taban oluşturuyorlar. Onunla da kalmadılar bir çeşit kendi alt cemaatlerini oluşturdular, “community building” dedikleri bu.
Her kategoride alan açıyorsunuz ve burası dışarıdan insanların katılımıyla bir platforma dönüşüyor, siz de onu modere ediyorsunuz. Bu sizin kurduğunuz sitede inanılmaz bir içerik üretimine sebep oluyor. Bugün sosyal medyanın başarısı buradan kaynaklanıyor. Biz yayıncıyız, bizim ürettiğimiz bir içerik, bir duruşumuz hep olacak. Ama onlarla rekabette güçlük çektiğimiz bir mesele var: Sosyal tabanlı değiliz. Yani sadece 30-50 muhabirle bir sitenin ekonomik olarak yaşatma yaşama şansın yok. Senin elinde az sayıda ama çok kaliteli insanın olacak. Aynı zamanda sosyal tabanlı bir yapıya bürünüp blog sistemiyle ve dışarıdan insanları da üretim süreçlerine katarak genişlemen gerekecek.
Türkiye’de reklam pastasında artık rakibimiz gazeteler değil, en büyük rakibimiz bugün Facebook. Şimdi Twitter ve Instagram giriyor devreye, Youtube var. Bunların Türkiye’de dijital yayınlarla reklamdan aldıkları pay yüzde 80’lerde. Sana yüzde 20 kalıyor. Bu 20’nin dışına ancak onların sosyal tabanlı yapısına sahip olabilirsen çıkabilirsin.
Geçen ay Hürriyet Sosyal ile başlattığımız projenin amacı bu. Tam anlaşılmış değil henüz ama o dijital yayıncılıkta oyunun şeklini değiştirme niyeti ve amacı taşıyan bir proje. Mesela birçok sitede blog sistemi var ama bendeki çok daha güçlü ve bu bana çok daha sağlam bir kalış süresi getiriyor ve interaktif olduğu için de kaliteli bir envanter sunuyor. Bugün mobilden Radikal’i okuyan 300 bin insan var. Mesela benim bugün şuna (tableti gösteriyor) kafa yorduğumdan daha çok şurada (telefonunu gösteriyor) nasıl bir Radikal içeriği sunacağıma kafa yoruyor olmam lazım. Sonuçta bizim işimiz gazetecilik. Başta İsmail Saymaz, Ömer Erbil, Elif (İnce) gibi hayatını bu işe adamış bir sürü insan var. Cengiz Çandar, Ahmet İnsel, Özgür Mumcu, Ezgi Başaran gibi güçlü yazar kadrosu yazmaya, Cem Erciyes kaptanlığında çok yaratıcı editörler kültür-sanat gazeceliği yapmaya ve Radikal'in güçlü markası Radikal Kitap çıkmaya devam ediyor. Sen de gazetecilik yapıyorsun. Bu insanların bu işi yapabiliyor olması benim için yaptığım işin kâğıda basılmasından daha önemli.
- İsmail Saymaz Hürriyet’e geçmedi mi?
Sen hala eski kafa gazetecilik mantığıyla düşünüyorsun. Bugün haberi kimin ürettiğinden daha çok haberi sizin kaç insana ilettiğiniz ve paylaşılabilir kıldığınız önemli. Yaptığımız işe esas zararı bunu anlamazsak vereceğiz. İsmail Saymaz hala benim muhabirim çünkü ben zaten grup yayınıyım. O grubun içerisinde İsmail Saymaz’ın, Ömer Erbil’in, Elif’in, Fatih’in (Yağmur), Ezgi’nin, İdris’in (Emen) ya da yazarlarımın yazıları gündelik yapacağımız yayınları Hürriyet.com.tr de alabiliyor bunu, senin siten de, bir başkası da.
- Ne kadar insana ulaştırdığınız önemli ama içeriğin ne kadarı, sizin deyişinizle, “Radikal markası”nın izini taşıyacak?
Radikal’e bunca yıldır çalıştıklarına göre, hala bu grupta çalışmaya devam ettiklerine göre ve Radikal için bu işleri üreteceklerine göre, Radikal için yapacaklar ama yaptıkları haber Hürriyet’te de çıkacak. Bunda bir sorun yok.