Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Fethullah Gülen'le yaptığı telefon görüşmesinin ayrıntılarını ve kardeşinin ölümü üzerine Gülen'i taziye için arayanları yazdı.
Dumanlı, Zaman'da "Vefat, taziye ve bir teşekkür" başlığıyla yayımlanan (22 Ekim 2012) yazısının bir bölümü şöyle:
Arayanlardan biri, “Sayın Başbakanımız birazdan bu telefonla taziyelerini bildirecek.” dedi. Bu mesaj kendisine ulaştırıldığında Hocaefendi “burûdetin izalesi” için temennide bulunuyordu. Sonra o telefon gelene kadar kısa bir bekleyiş yaşandı. Cuma vakti yaklaşıyordu. Cemaati bekletmemek için birisi, Sayın Başbakan'ın yakınında bulunanlardan birine, “Bekliyoruz ama vakit daraldı, cuma namazı sıkıntıya girecek.” gibi bir not gönderdi. Gelen cevap tabloyu kristalize etmeye yetecek kadar berraktı. Başbakan akşam namazına durmuştu. Düşünebiliyor musunuz, telefonun bir ucunda Başbakan; ama akşam namazının bitmesi bekleniyor; diğer ucunda Hocaefendi; o da cuma namazı için hazırlık yapmış bekliyor.
Sonunda o beklenen görüşme tahakkuk etti. Sayın Başbakan dingin bir ses tonuyla selam verdi ilkin. Sonra taziyelerini bildirerek Hocaefendi'nin, “yaralı gönlünü teselli etti”. Hocaefendi de telefonda Başbakan'a, “Onca yoğun işleriniz arasında lütfedip aradınız; teşekkür ederim.” dedi. Telefonlar kapandığında Başbakan, akşamı eda edip bir programa doğru yola koyulmuştu. Hocaefendi ise az önce ders okuttuğu salona cuma namazı için yürüyordu. Cuma sonrası kardeşinin gıyabında kılınan cenaze namazına imamlık yapacaktı.
Telefonlar hiç susmadı cumadan sonra. Mustafa Koç, Ferit Şahenk, Bülent Eczacıbaşı, Mehmet Emin Karamehmet, Turgay Ciner ilk arayanlar arasındaydı. Sonra siyaset dünyasından, eskimez dostlardan ulaşanlar, kardeş acısını paylaşanlar oldu. Bakan Bey'lerin yanında diğer partilerin önde gelenleri de aradı. Sanırım Türkiye'de hiçbir kimseye nasip olmayacak kadar geniş bir yelpazede insanlar taziyede bulunuyordu. Daha o günden Hocaefendi, “Bu vefalı insanlara teşekkür etmek gerekir.” diyordu. Nitekim birkaç gün sonra iki sayfalık teşekkür ilanı hazırlandı ve neşredildi.
Aylardır, “AK Parti-Cemaat kavgası var” diye yeri göğü inletenler vefat sonrası yaşananlar karşısında lâl kesiliverdi birden. Her fırsatta kâh cemaat safında görünüp kâh parti cephesinde arz-ı endam edenler şaşkına dönüverdi. Çünkü Hocaefendi'nin “kadim dostluğumuzun sarsılmaz olduğunu” beyan etmesi bazı çevreleri sus pus olmaya sevk etti. Bir vefadârın diğerine “vefa insanı” demesi karşısında nutku tutuldu birilerinin.
Bu vefattan, bu taziyeden ve bu teşekkürden alınacak çok ders var. Adanmış insanın yası yoktur; o acılarını bağrına basar, gözyaşlarını içine akıtır, hiçbir mihnet ve meşakkate aldırış etmez ve hizmete, okumaya, okutmaya devam eder. Her ölüm, hayatın manasını anlamaya vesiledir. O manaya vâkıf olanlar, tali meselelere takılmadan en acı hadiseyi bile dostlukların pekiştirilmesine vesile yapabilir. Bir vefat üzerine toplumun bütün katmanlarından yükselen teselli, ma'şeri vicdanın bir harekete verdiği önemi yansıtır ve adanmışlığın nasıl büyük bir toplumsal gerçekliğe dönüştüğünün sembolüdür. Bu sembol Hocaefendi'nin teşekkür metninin son cümlesinde tebellür etmiş zaten: “…ve dualarını her daim vicdanımda hissettiğim aziz milletimize, gösterdikleri vefa ve sergiledikleri samimiyetten ötürü şükranlarımı arz ederim.”
Aslında bu “teşekkür”e milletçe teşekkür etmemiz gerekiyor; zira farkında olmadığımız bir kısım değerleri bize yeniden hatırlatmış oldu…"