Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu, Özgür Gündem'in nöbetçi yayın yönetmenlerinden Adli Tıp Uzmanı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı (TİHV) ve Evrensel yazarı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü(RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, Gazeteci/Yazar Ahmet Nesin'in tutuklanmasına tepki göstererek, " Basın özgürlüğünde önceki güne kadar Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden biraz iyi, Tacikistan’dan biraz kötü bir yerdeydik. İyi ki 178’den aşağıya inmek mümkün değil. Ne yaparsanız yapın" görüşünü dile getirdi. Mumcu, "Bu dayanışma kampanyası sebebiyle nöbetçi genel yayın yönetmenliği yapmış 37 kişi hakkında soruşturma açıldığı düşünülürse, tutuklananların sadece onlar olmayacağını öngörmek mümkün" ifadesini kullandı.
Mumcu'nun Cumhuriyet'te "Devletin temeli sarsılıyor" başlığıyla yayımlanan (22 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden biraz iyi, Tacikistan’dan biraz kötü bir yerdeyiz. 178 ülke arasında 151. sıradayız. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda dünyada ciddiye alınan listelerden birinden bahsediyorum. Bu listeyi Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü hazırlamış. Önceki gün bu örgütün Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu tutuklandı. Sadece o değil, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Adli Tıp Profesörü Şebnem Korur Fincancı ve gazeteci yazar Ahmet Nesin de. O zaman düzelteyim. Önceki güne kadar Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden biraz iyi, Tacikistan’dan biraz kötü bir yerdeydik. İyi ki 178’den aşağıya inmek mümkün değil. Ne yaparsanız yapın. Yani “biz bitti demeden bitmez” bu hususta geçerli değil. Bir süredir, Özgür Gündem gazetesiyle dayanışmak için her gün bir kişi gazeteye nöbetçi sıfatıyla genel yayın yönetmeni oluyor. Önderoğlu, Fincancı ve Nesin bu sebeple tutuklandı. Bu dayanışma kampanyası sebebiyle nöbetçi genel yayın yönetmenliği yapmış 37 kişi hakkında soruşturma açıldığı düşünülürse, tutuklananların sadece onlar olmayacağını öngörmek mümkün. Bu işler bizim memlekette böyledir. Günü gelir Öcalan’ın mektubu Diyarbakır’da Nevroz meydanlarında okunur ve devlet derin hoşgörüsünü gösterir. Yeri gelir, iktidarın her zerresinin her ayrıntısını bildiği Dolmabahçe mutabakatı yine o derin hoşgörü ve iktidar medyasının istisnasız ağlak romantizmiyle kutlanır. Hatta PKK’nin çekilmesine göz yumulması yine iktidar gazetelerinde “Kamera kör, anten sağır” diye göz kırpan manşetlerle kutlanır. Sonra bakılır ki cihat turnuvasında tutulan takımlar gruptan çıkamayacak ve PYD uluslararası meşruiyet kazanmakta. Yetmezmiş gibi HDP seçime parti olarak girmekte ve “seni başkan yaptırmamakta”. O vakit, derhal okunan mektuplar, terk edilmiş âşığın öfkesiyle yırtılır. Masalar devrilir. Ağlak manşetler yerlerini ucuz savaş çığırtkanlığına bırakır. Kameraların gözüne mil çekmekle, antenlerin kulaklarına pamuk tıkamakla övünenler, türlü türlü cephanelerinin reklamına başlar. Hakikaten ve barışla çözülmesi gereken bir mesele, şahsi emellere kurban edildi. Bedelini darmaduman edilen şehirler, her gün her yerden gelen ölüm haberleri, hâlâ erişilemeyen cesetler ve önceki gün tutuklanan adli tıp uzmanı Şebnem Korur Fincancı’nın bizzat gittiği Cizre’den attığı “bodrumda çocuklara ait kemik parçaları var” çığlığında gizlenenler ödüyor. Siyaset, toplumsal mutabakat yerine şahane bir hamakat bulmaya karar verince bedeli en korunmasızlar öder. Kanunlar aynı olsa da, süreç iktidarın işine geldiğinde suç teşkil edenle, çatışma ortamı yeğlendiğinde suç teşkil eden farklı. Bırakalım uluslararası insan hakları hukuku standartlarını, diktatörlüklerin bile ayakta kalmak için muhtaç olduğu kanun devleti dahi ortadan kalktı. Kimse kalkıp da “ama Özgür Gündem de şöyle”, “ama PKK da böyle” demesin. Konu o konu değildir. Konu memlekette hukuki güvenliğin yerle yeksan olması, kimsenin hukuk düzeni içerisinde ne yaparsa bunun nasıl bir sonuç doğuracağını öngörememesi konusudur. Adalet, mülkün yani devletin temelidir. Devletin temeli, hukuksuzlukla sarsılmaktadır.