“Gazeteci milleti var olduğu sürece, gazeteciliğin batmayacağına inanıyorum. Bir tarihte bana, ‘Batsın senin gazeteciliğin’ denilmişti, ancak yazmaya devam ediyorum…”
Hasan Cemal, bugün itibarıyla 79 yaşında.Şairin deyişiyle, dünyaya geldiğinden beri 79 kere, ilk kez bir haber merkezine girdiğinden beri 54 kere güneşin etrafında döndü dünya.Hasan Cemal, 28 Ocak 1944’te İstanbul’da dünya geldikten 25 yıl sonra, çok sevdiği ve meslektaşlarına armağan ettiği ifadeyle "gazeteci milleti"nin bir ferdi oldu. Yarım yüzyılı aşkın gazetecilik tecrübesinde mesleğinin en çileli yerlerinde de dolaştı, doruğuna da tırmandı. Muhabirlikten sayfa sekreterliğine, Ankara temsilciliğinden dış haberciliğe, başyazarlıktan genel yayın yönetmenliğine, haber merkezlerinden yazı işlerine ve dijital dünyada gazeteciliğe kadar gazetecilik coğrafyasında ayak basmadık yer bırakmadı.Hasan Cemal, gazetelerde üstlendiği muhabirlik, editörlük, yazarlık ve yönetsel görevlerin yanı sıra yarım yüz yıl boyunca tuttuğu günlüklerle, Türkiye’nin çalkantılı dönemlerine ve medya dünyasındaki kapalı kapıların ardında yaşananlara ışık tutacak hatıratlar yayımladı. Görüşleri nedeniyle, övgülerin yanı sıra, zaman zaman hem Türkiye’nin en çok eleştirilen hem de en çok okunan, en etkili köşe yazarlarından oldu. Hatırat yazımı ve meslektaşlarındaki genel eğilimin aksine, hataları ve eksikleri için açık özeleştiri yapmaktan çekinmedi. Ve ‘HC’ 1969'da Devrim dergisinde başladığı, Yeni Ortam, ANKA Ajansı, Günaydın, Cumhuriyet, Sabah ve Milliyet’te sürdürdüğü gazeteciliği, çok sevdiği daktilo ve teleks tıkırtılarıyla geçen on yılların ardından, bu kez çağdaşlarının dijital dünyadaki ilk temsilcisi olarak Mart 2013’ten bugüne T24’te sürdürüyor…
Üç Hasan CemalDoğan Akın, yaklaşık 13 yıl önce, gazetecilikteki 40 yılını ele aldığı T24’teki yazısında Hasan Cemal’in gazetecilik serüvenini üç boyutta değerlendirir:“Hasan Cemal'in gazetecilik serüveninde üç noktanın altını çizebiliriz.Birincisi; Devrim, Anka ve Günaydın yıllarından sonra geçtiği Cumhuriyet'te genç yaşta oturduğu yönetici koltuğundaki Hasan Cemal. Birlikte çalıştığı gazetecilerin Hasan Cemal üzerindeki en geniş mutabakata bu konuda vardığını söyleyebiliriz. Hasan Cemal; yenilikçi, etkili, silinmeyecek izler bırakan bir Genel Yayın Yönetmeni olarak Türk basın tarihine şimdiden geçmiş bulunuyor. Etkilediği gazetecilerin önemli bir bölümünü medyada belirli noktalara taşımış, 'çok doğurgan' bir yöneticilikten söz ediyoruz.Hasan Cemal'in gazetecilik serüveninde altını çizeceğimiz ikinci nokta; yönetici olmadığı yıllardaki yazarlık dönemini kapsıyor. Haber neredeyse oraya giden, canını da ortaya koyma pahasına yerinde duramayan, sahadan asla uzak kalmayan ve daima 'ses getiren', 'etki yaratan' bir yazar karşısındayız. Bu dönemde, politik görüşlerindeki evrim nedeniyle önemli tartışmaların odağına oturması, övgülerin yanı sıra ağır eleştiriler karşısında da kalmasını ülkesindeki 'farklı görüşlere tahammülsüzlük' hastalığından soyutlayamayız. Hasan Cemal'in, karşıtlarının gözünde 'katılmadığı fikirlere sahip, ama sıkı bir gazeteci' olarak kabul edilememesi önemli ölçüde bu tahammülsüzlükten kaynaklanıyor. Hasan Cemal'in gazetecilik serüveninde altı çizilmesi gereken üçüncü noktada, hepsi de geniş bir ilgi gören kitapları bulunuyor. Cemal, 'kitaplarıyla da etkili olan' bir gazeteci olarak da iz bıraktı.Burada, Hasan Cemal'in, yaklaşık 40 yıldır büyük bir disiplinle tuttuğu günlüklerine dayanarak anılarını yazarken çok yaygın bir 'alaturka' hastalığa yakalanmadığını vurgulamak gerekiyor. Görüşlerine ve üslubuna katılırsınız ya da katılmazsınız, ancak Hasan Cemal, anılarında kalemini kendisine de doğrultma cesaretini gösterebilmiş bir istisna olarak öne çıkıyor.” |
Hasan Cemal; 1913’teki Bâbıâli baskınından sonra Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten, "İttihat ve Terakki Cemiyeti triumvirası"ndan Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın beş çocuğunun en büyüğü olan Ahmet Cemal ve Ayşe Bozok’un oğlu olarak 28 Ocak 1944’te İstanbul Kızıltoprak’ta doğdu. Çok istemesine karşın babası Cemal Paşa’nın siyasal mirası gerekçesiyle Hariciye’de diplomat yapılmayan Ahmet Cemal, bir kamu kuruluşu olan Şeker Fabrikaları’nda memuriyet ve tercümanlık yaptı.
Hasan Cemal’in hayatındaki önemli rollerden birini, hiç görmediği dedesi oynadı. Harbiye Nazırı Enver Paşa ve daha sonra ‘sadrazam’ da olacak Dahiliye Nazırı Talat Paşa ile birlikte, "İttihat ve Terakki'nin Üç Paşası" arasında bulunan Cemal Paşa, daha sonra, “fırka” olarak örgütlenecek ve II. Abdülmamit’in iktidarına son verecek cemiyetin üç liderinden biriydi. İttihat ve Terakki yönetiminin Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne hızla ilerleyen dönemde azınlıklara karşı sergilediği acımasız politikaya karşın, Hasan Cemal köşe yazıları ve kaleme aldığı kitaplarda Türkiye’nin azınlıklarıyla ilgili sorunları hep öne çıkardı. Cumhuriyet’teki mesai arkadaşları İsmet Berkan ve Kerem Çalışkan’ın, “Kırk Yıllık Gazeteci Hasan Cemal” adlı albüm kitapta yazdıkları gibi, tüm hayatı boyunca, “İttihatçı mirasıyla boğuştu…” Kendisi de, 1999’da Hürriyet’te yayımlanan söyleşisinde, Cemal Paşa için, “Sonuçta kendisi imparatorluğun önemli adamlarından biriymiş, kimilerine göre imparatorluğu batıran, kimine göre Türkiye'deki Anadolu ihtilalinin tohumlarını atan bir hareketin üç liderinden biri. Doğrudur, ister istemez birçok yerde benim peşimi bırakmadı” diyecekti.
2018’de, “Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor” adıyla yayımlanan otobiyografisinde “mütevazı ve orta gelirli bir ailenin çocuğu” olarak büyüdüğünü anlatan Hasan Cemal, bir grup subay 27 Mayıs 1960’ta cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesini yaparak Demokrat Parti iktidarını devirdiğinde 16 yaşındaydı.
Liseyi Ankara’nın köklü devlet okullarından Atatürk Lisesi’nde okuduktan sonra jenerasyonunun birçok önemli gazetecisi gibi 1961’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne, yani Mülkiye’ye girdi. Türkiye çalkantılı yıllarında askeri darbelerle de tanışırken, demokrasi yolunda atılmış büyük bir adım olan çok partili düzeni darbeyle kesintiye uğratan askerler aynı zamanda, üniversite ve hukuk dünyası tarafından, “Türkiye tarihinin en özgürlükçü anayasası” olarak kabul edilen 1961 Anayasası’nı hazırlattı. 12 Eylül 1980 darbesinin lideriyken haklar ve özgürlükler düzeni açısından cumhuriyet tarihinin en sorunlu anayasası olan 1982 Anayasası’nı hazırlatan Kenan Evren, yok ettiği 1961 Anayasası için, “O anayasa bize bol geldi, içinde oynamaya başladık” görüşünü açıklayacaktı.
Darbe yönetiminin son bulmasının ardından 1961 Anayasası’nın da sağladığı nispi özgürlük ortamında üniversite gençliğinin önemli bir bölümü gibi Hasan Cemal’in de Marksizm’e olan ilgisi Mülkiye koridorlarında büyüdü.
Cemal’in küçük yaşlardan itibaren hayatına damga vuracak tutkularından biri futbol oldu. Mülkiye futbol takımının santraforu olarak sahaya çıktı. “İyi topçu”ydu, o kadar ki, Mülkiyeli meslektaşı Hıncal Uluç, Asmalımescit’teki Yakup 2’de yapılan, “Kırk Yıllık Gazeteci Hasan Cemal” buluşması için 15 Aralık 2009’da kaleme aldığı yazıda, “Mülkiye'nin o mini sahası Wembley'de futbol oynarken tanıdım seni. Ben sondayken, sen başlıyordun ve harika oynuyordun. ‘Gazeteci değil, futbolcu olsaydın keşke’ dedim yıllarca.. Öyle harika oyuncuydun.. Hâlâ da öyle diyorum” diyecekti.1859’da padişah fermanıyla kurulan Mülkiye’deki takma isim geleneği o yıllarda sürüyordu ve Hasan Cemal’in lakabı Gagarin Hasan oldu. Mülkiyeli arkadaşı Kaku Erkan, sosyalizme ilgisi ve 1962’nin yılbaşı gecesini geçirdikleri Samsun’da alkolü fazla kaçırıp ‘uçması’ nedeniyle, uzaya çıkan ilk insan olan Sovyet kozmonotu Yuri Gagarin’in adına yaptığı hınzır atıfla yakıştırmıştı bu lakabı.
Oyuncu olarak yolu ayrılsa da futbola ve Cim Bom’una düşkünlüğü ile de özdeşleşti; Türkiye’deki maçlardan Dünya Kupası karşılaşmalarına tribünlerde oldu, köşesinde peşi sıra koştuğu konulardan biri futbol oldu.
Ahmet Cemal, kendisine kapıları kapatılan “hariciye”yi, devlete bürokrat yetiştiren temel kurumlardan olan Mülkiye’ye giren oğlu için hayal etti. Ancak genç Hasan Cemal, dünyada da 1968 rüzgârlarının esmeye başladığı o yıllarda diplomatlığa değil, “devrimciliğe” odaklanmıştı.1965’te Mülkiye’den mezun olduktan sonra Almanya’ya gitti. Büyük yankı yaratan, “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” kitabında değer yargılarının Almanya’da geçirdiği 1,5 yılda şekillenmeye başladığını anlatır:
“1965’in sonbaharı. Yaş 21. Mülkiye’yi yeni bitirmiş, Almanya’da yaşayan genç bir adam... Değişik duygu ve düşüncelerin her birinin beni bambaşka yönlere çekiştirdiği o bir buçuk yıl. Kendi iç kavgalarımla pençeleştiğim bir dönem... Biliyorum. Bunalım Hasan! Öyle derlerdi sana. Benliğimde yaşadığım çelişkileri bazen çözdüğümü sanırdım. Bazen de çözemeyip kendimi umutsuzluğun çukurunda bulurdum. Gün gelir kimlik arayışının sancıları olanca şiddetiyle bastırırdı. Bremen günleri... 1965,1966. Değer yargılarımın, siyasal kişiliğimin biçimlenmeye başladığı bir dönem... Çalıştığın nakliyat firması Karl Gross sana gayet iyi bir iş teklifinde bulunmuştu. Bu şirket aynı zamanda Türkiye’nin Bremen’deki fahri başkonsolosluğu idi. Daha ilginci, bu şirketin fahri başkonsolosluğu ta Osmanlı dönemine gidiyordu. Ve sana söylendiğine göre 1915 ya da 1916’da deden Cemal Paşa tarafından açılmıştı. O yüzden patronun oğlu ve damadı sana yakın ilgi gösterirlerdi. Ancak sana yaptıkları iş tekliflerini geri çevirmiştin. Gerekçeni anımsadın mı? Ben sosyalistim, siz kapitalist!”
(...)
“Bremen günlerimde bir şeyin daha farkına varmıştım: Cahilliğimin... Ama unutma, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de seni cahil bırakmak için sanki özel çaba sarf etmişti. Belki de, 'birlik beraberlik' bozulmasın diye az şey öğretmişti! Her neyse, az biliyordum. Belki de o yüzden Marksizm’in klasiklerini ilk elime aldığımda o kadar kolay etkilenmiştim.”
Türkiye’ye döndükten sonra, askerliğini 1967-68 yıllarında Trabzon’da yedek subay olarak yaptı. Burada kendisi gibi “devrimcilerle” tanıştı, aralarında şair Ataol Behramoğlu da vardı. Silah altındaki dönemde Marksizm’e olan bağlılığı arttı.
Askerden dönen Hasan Cemal, hayatında önemli rol oynadığını vurguladığı, ‘Doğan Bey'in, yani Doğan Avcıoğlu’nun davetiyle 1969’da Devrim Dergisi Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlenerek, "gazeteci milleti"nin bir ferdi oldu. O dönemde, Avcıoğlu gibi, “Türkiye’nin kurtuluşunun bir sol darbede olduğuna” inanıyordu.
Devrim dergisi, yayın hayatı boyunca ,“ilerici bir darbe” ihtimalini hayal etti. Yayımlanan haber ve yazılar bu yöndeydi. Türkiye’nin içinde olduğu karışık dönemde, "solcu bir cuntanın düzeni değiştireceği" umuluyordu. Hasan Cemal de darbenin, devrimin önünü açacağına inandı. Şu satırlar, “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım”dan:
“Devrimi çok sevmiştik! Ama önce darbe yapacaktınız. Evet, askeri kullanarak... İki bomba, Sıhhiye’deki Ankara Orduevi’nin önünde patlayacaktı, iki bombanın ikisi de meydanın birer ucundan toplum polisinin üstüne fırlatılacaktı. Büyük gümbürtü, devrimci gençler miting sonrası orduevine doğru yürüdüklerinde kopacaktı. Bomba sesleriyle ortalık ana baba gününe dönerken sloganlar haykırılacaktı: “Ordu gençlik el ele, milli cephede! Ordu gençlik el ele, milli cephede!”
Hasan Cemal, Avcıoğlu ve aynı saflardaki diğerlerinin hayalleri gerçek olmadı, 8-9 Mart’ta beklenen sol darbe yaşanmadı. Aksine 12 Mart 1971’de Süleyman Demirel’i muhtırayla istifa ettiren askerlerin Başbakanlığa atadığı Prof. Nihat Erim’in ünlü radyo konuşmasındaki ifadesiyle, yeni rejim solun tepesine, “balyoz” gibi inecekti.
9 Martçı subaylar ordudan tasfiye edildikten sonra, önce Avcıoğlu Devrim’i bıraktı, 27 Mayıs 1971’de de sıkıyönetim idaresi yayını kapattı.
Kısa süre çalıştığı Yeni Ortam gazetesinin de kapandığı süreçte ordu ve darbecilik hakkında görüşleri değişmeye başlayan Hasan Cemal 28 yaşında işsiz kaldı.
Nisan 1971’de Necla Aksoy’la evlendi. 1972’de ilk çocuğu Elif Cemal dünyaya geldi.
1972'de ANKA Haber Ajansı’nda çalışmaya başladı. “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” kitabında bu başlangıcı, “Devrimcilikten gazeteciliğe geçiş” olarak tanımlar. Cemal’in radikal siyasi düşüncelerden yavaş yavaş, "sosyal demokrasi ve liberal düşünce" anlayışına kaymaya başladığı bu dönemde ANKA’nın başında, kardeşi Örsan Öymen’le birlikte Cumhuriyet tarihinin sembol gazetecilerinden Altan Öymen vardı. Ankara Kızılay’da bulunan “gökdelen”deki küçük bir ofiste kurulan ANKA’da Cemal’in de katılımıyla dış haberler servisi kuruldu. ANKA’nın kurucu Genel Yayın Yönetmeni Altan Öymen, o dönemi şöyle anlatır:
“Artık kadroyu büyütmemiz gerektiğini düşündüğümüz günlerde Hasan Cemal bir kahve içmeye gelmişti. Tam o anda da acil bir haber yetiştirmemiz gerekiyor. Şunu da sen yaz koy dedim. Yazdı ve o andan itibaren bizimle ANKA’da çalışmaya başladı.
(...)
Her şey gayet güzel giderken Devrim dergisinde çıkan bir yazısı nedeniyle Hasan hakkında 10 aylık hapis cezası çıktı, polis evinde falan onu arıyor. Bir sabah vakti elinde bavulla geldi Hasan. Gidip teslim olacakmış. Zar zor oturttum ve, ‘Hasancım, teslim olmak için bu kadar acele etmene gerek yok, yalnız bir süre şehir değiştirsen iyi olur’ dedim. Hemen İstanbul’da Günaydın gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Necati Zincirkıran’ı aradım. Telefonlar dinlendiği için şu kadarını söyleyebilmiştim: ‘Sana iyi bir arkadaşımızı gönderiyorum, sebebini gelince anlatır’. Hasan öylelikle soluğu İstanbul’da aldı.”
‘Ekose etekli levrek’in imzasız hikâyesi Devrim’den sonra ANKA gibi ana akım habercilikte konumlanmaya çalışan bir ajansa geçip ardından dönemin popüler gazetelerinden Günaydın’a gitmesi, Cemal’in gazetecilik yolculuğunda muhabirliği ön plana çıkardı. Altan Öymen, tutuklanmaması için İstanbul’a gönderdiği Hasan Cemal’in yankı yaratan haberlerinden birini, “Ekose etekli levrek”in hikâyesini anlatıyor: “İhsan Sabri Çağlayangil, 12 Mart dönemine kadar Dışişleri Bakanı’ydı. Fakat Demirel hükümeti devralınca bakanlıktan ayrıldı, senatörlüğü devam ediyordu. Eski Dışişleri Bakanı olarak verdiği yemeği, yine vereceği haberini alıyor Hasan. Mekân, Çağlayangil’in Yalova’daki yazlık evi ve bu geceye kesinlikle gazeteci alınmıyor. Hasan davetli olmamasına rağmen bu yemeğe bir şekilde gitmeyi ve içeri girmeyi başarıyor. Sempatik bir adam da olduğu için kendisini gazeteci olarak tanıttıktan sonra bile kimse ona git demiyor. Yemeğe oturduktan sonra bir mönüye bakıyor ki ‘ekose etekli levrek’ diye bir yemek var. Mönüyü büyükelçilerden Oğuz Gökmen hazırlamış. Espri olsun diye de levreğe ‘ekose etekli levrek’ diye bir isim takmış. Hasan fotoğraflarla birlikte bu geceyi mükemmel şekilde kaleme almış ve haber manşet olmuştu. Tabii polis tarafından arandığı için bu haberi imzasız olarak yayınlanmıştı.” |
İmzasız olsa da Öymen’in deyişiyle o dönem, “Babıali çok küçük bir yer” olduğu için haberin arkasındaki ismin Hasan Cemal olduğu hızla yayıldı. Başarısı nedeniyle 1973'te dönemin Cumhuriyet Genel Yayın Müdürü Oktay Kurtböke’nin, “Haydi tonton, yarın gel başla” diye kelimelendirdiği davetle, kariyerine damga vuracak sayfa açıldı.
Hasan Cemal, adını Atatürk’ün koyduğu Cumhuriyet’te çalıştığı yaklaşık 19 senede gazetenin neredeyse her kademesinde görev aldı. Cumhuriyet’e ilk adımını, Atatürk’ün 1924 yılında Cumhuriyet’e tahsis ettiği Cağaloğlu’ndaki ünlü Pembe Konak'ta attı. O yıllarda gazetenin yayımlandığı bu konak, vaktiyle dedesinin sembol isimlerinden olduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkeziydi. Dedesinin Cemiyet’in liderlerinden biri olarak adımladığı konağın koridorlarında başka bir Cemal, ilerleyen yıllarda Genel Yayın Yönetmeni olarak dolaşacaktı. ("Merkezi Umumi" olarak da bilinen Pembe Konak, Cumhuriyet tarafından satıldı, yıllarca bakımsız kaldıktan sonra 2019'da tamamen yıkıldı. Tarihi konağın arsası bugün açık otopark olarak kullanılıyor.)
Cumhuriyet’teki ilk günlerinde muhabirlik yaparken, "mutfak"ta da görev aldı; "abiler" ona aynı zamanda sayfa sekreterliğini öğretti. Arka sayfa editörlüğünü devraldığında ise yardımcıları Okay Gönensin ve Meral Tamer, gazetedeki en yakın yol arkadaşları oldu.
Türkiye tarihinde karışık geçmemiş bir on yıl bulmak zordur. 70’ler de öyleydi. Hasan Cemal, bu dönemde hem editörlüğü hem de muhabirliğiyle basın dünyasının öne çıkmaya başlayan isimlerinden biri oldu. Bu dönemde çok sayıda atlatma habere imzasını attı, ancak bu haberlerden biri, kendi ifadesiyle gazetecilik kariyerinin dönüm noktası olacaktı. Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a askeri harekât yapacağını, Türkiye ve dünya onun kaleminde öğrendi. Hasan Cemal, yaklaşık 30 yıl sonra, 2004’te Milliyet’teki köşesinde o haberin hikâyesini şöyle anlattı:
15 Temmuz 1974.Kıbrıs'ta Samson darbesi!Enosis'e giden yolun açılması...
Bu darbe, benim gazetecilik hayatımda bir dönüm noktası olmuştu. O tarihte, Cumhuriyet gazetesinde hem muhabir hem yazı işleri sekreteri olarak çalışıyordum. O gün bir röportajdaydım. Telefon geldi, "Hemen gazeteye dön, Kıbrıs'ta darbe oldu" diye. Tatil zamanı olduğu için mutfaktaki boşluğu dolduracaktım. Cumhuriyet'in Samson darbesini anlatan manşetini anımsıyorum:"Kıbrıs'ta Helen cumhuriyeti!"
Müdahale çağrısı yapıyorduk Kıbrıs'a...O zamanlar televizyon yoktu. Teleksten Amerikan AP ajansının haberleri akardı. Bir yandan da saat başı Grundig marka kocaman radyomuzun kısa dalga BBC istasyonlarını dinlerdik. Haberler ve durum değerlendirmeleri böyle oluşturulurdu.
İlk gün gazetede sabahlamıştık.Ertesi gün haber geldi, Başbakan Ecevit Londra'ya gidecek diye. Cumhuriyet Ankara Bürosu’ndaki diplomatik ve siyasi muhabirlerin pasaportlarının süresi bitmişti. Yazı İşleri Müdürümüz Çetin Özbayrak'ın durumu da farklı değildi. Rahmetli ‘altı punto Çeto’ boynunu çaresiz bükmüş, "Maalesef ben de pasaportu yenilemedim" deyince gözler bana dönmüştü. Bir tek ben kalmıştım, hem İngilizce bilen, hem pasaportunun süresi dolmamış olan...Şans işte!
Mesleğimin ilk yurtdışı seyahati, böylesine önemli bir geziyle başlıyordu. Londra'dan dönüş yolunda bir de atlatma haber yakalamıştım. Savunma Bakanı ve Dışişleri Bakan vekili olarak Ecevit'in yanında geziye katılan rahmetli Büyükelçi Hasan Esat Işık Ankara'ya uçarken Yunanistan'a 24 saat süre tanıdığımızı bana çıtlatmıştı. Esenboğa'dan doğru Rüzgârlı Sokağa, Ulus Matbaası'na koşturmuş, haberi gece yarısından sonra gazeteye sokmuştuk. Ertesi gün, 19 Temmuz 1974 sabahı Cumhuriyet'in manşetine benim imzamı taşıyan atlatma haber oturmuştu:Atina'ya 24 saat süre!
Haberi atlayanlar, klasik, "Bu da nereden çıktı?" nidalarıyla benim haberi yalanlama havasına girince, bizim yazı işlerinde de bana karşı kaşlar gözler oynamaya başlamıştı.Ya haber doğru çıkmazsa?..Karın ağrılarım tutmuştu.Sabaha karşı telefonla uyandım, Yazı İşleri Müdürümüz rahmetli Bülent Dikmener'in sesiydi:"Atla gel, çıkarma başladı."
Haberim doğrulanmıştı.
1978'de, güncel konulara ilişkin olarak Cumhuriyet’in klasik başyazı sütununun yanı sıra ikinci başyazı niteliğinde olan ve birinci sayfanın eteğinde üç sütun üzerinde imzasız olarak yayımlanan, “Olayların Ardındaki Gerçek” köşesini yazmaya başladı. Gazetenin İstanbul merkezinde gösterdiği başarı 1979’da Cumhuriyet Ankara Temsilcisi olmasının yolunu açtı.
Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’nda gelecekte bazıları Türk medyasının iddialı gazetelerinde genel yayın yönetmenliği de yapacak Yalçın Doğan, Sedat Ergin, Ufuk Güldemir, Cüneyt Arcayürek, Erbil Tuşalp, Faruk Bildirici, Mustafa Ekmekçi gibi isimlerle çalıştı.
Başyazar Nadir Nadi, 19 Mayıs 1979’da Cumhuriyet imzalı başyazıyı kaleme almasını Cemal’den istedi. Bu tarihten sonra birçok özel günde başyazıları kaleme aldı.Ankara Temsilciliği’ni Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmenliği’nden önceki son görev yeri olarak değerlendiriyordu, ancak önce Türkiye’nin ve dolayısıyla gazeteciliğin önünde dev bir sınav vardı: 12 Eylül 1980 darbesi!
Darbe gecesiHasan Cemal, darbe gecesi yaşadıklarını, kitaplarının ardından, yıllar sonra Cüneyt Arcayürek’in ölümünden sonra T24’te kaleme aldığı veda yazısında da anlattı: Baba’yla o kadar çok ortak anımız vardı ki.Hiç unutamadıklarımdan biri, 1980 yılı 11 Eylül gününe aittir.Politika kulislerinin puslu havası akşamüstüne doğru iyice koyulaşmıştı. Akşama doğru bürodan çıktım. Yalçın Doğan’a gittim. Sağa sola telefon ettik, ama pek dişe dokunur bir şey çıkaramadık.Arcayürek’i aradım yeniden:“Baba, ne var ne yok?” “Vallahi yok bir şey. Fakat eve gelirken etrafı şöyle bir kolaçan ediver. Genelkurmay’ın, TRT’nin önünden geçiver arabayla. Bakalım bir hareket var mı?.. Eve gelince de bir telefon salla bana.” Gece yarısını geçiyordu Yalçın’dan çıktığımda.Cuma, 12 Eylül 1980. Saat 01.10. Genelkurmay Başkanlığı:Işıklar yanmıyor!Çünkü arka tarafta çalışıyorlarmış...Eve gelir gelmez Arcayürek’i aramıştım: “Baba, ne Genelkurmay’ın ışıkları yanıyor ne de TRT’nin önünde tanklar var” deyip hemen yattım.Çok geçmedi, başucumdaki telefonun çınlamasıyla sıçradım.Saat 02.15. Cüneyt Baba, “Hasan, kalk kalk! Sesleri duyuyor musun?”“Ne sesi yahu, dalga mı geçiyorsun gecenin bu saatinde” deyince Baba sesini yükseltti: "Tank sesi oğlum, tank sesi. Pencereye yaklaş da kulağını aç biraz!” Gerçekten tank sesiydi bunlar; gecenin sessizliğini yırtan... Tank paletlerinin asfaltla buluştuğu yerden çıkan, gıcır gıcır, kulak tırmalayıcı sesler... Çankaya’ya tırmanıyor, Oran’a doğru kıvrılıyorlardı... Apar topar giyinip Baba’nın Volkswagen’ına atmıştık kendimizi. Cüneyt gazlıyor. “Meşrutiyet’te inip büroya gideyim” diyorum ama Cüneyt dinlemiyor: “Birlikte olalım daha iyi, Hürriyet Matbaası’na gidelim.” Baskı bitmiş, her taraf sessizlik içinde. Telefonlara sarılıyoruz Cüneyt’in odasında. Sıkıyönetim’den Albay Yalçın’a soruyoruz: “Sınırlı bir operasyon mu, askeri müdahale mi?” Yanıt: “Hiçbir şey söyleyemem. Saat 04.00’te radyoyu dinleyin!” O kadar. İstanbul’u arıyoruz: “Baskıyı durdurun, bir şeyler oluyor.” Sağa sola telefonlar; evet kesin: “Ordu el koyuyor.” Cüneyt’le birlikte birer teleksin başına geçiyoruz. Ancak birkaç satır geçebiliyorum. Teleks birden susuveriyor, hırıltılı bir sesle. Mesleğine düşkün gazetecilerin kulağına nedense pek hoş gelen o teleks tıkırtıları kesiliveriyor ansızın... Telefona sarılıyoruz: Onlar da işlemiyor, kesik... Sanki gazeteciliğimiz bir anda işlevini yitirmişti. O anı, hiç unutamayacağım, Cüneyt’le bir süre öyle bakıştık çaresizlik içinde. Evet, ne yazık ki “film kopmuştu” artık... |
Burada, Hasan Cemal’i tanıyanlar için meçhul olmayan bir parantez; Hasan Cemal argosu!Sevdiklerinin isminin sonuna ‘baba’ ekler; neşeliyse tanıdığı genç meslektaşlarının isminin sonuna da bir “abi” veya misal “sivri dil” gibi bir lakap. Mesela Meral Tamer, Cumhuriyet’teki ilk günlerinde, Hasan Cemal’in telefonda sürekli, “Oldu baba, tamam baba” tarzında konuşmasını, “İnsan iş yerinde babasıyla neden her gün defalarca konuşur. Dahası, hafiften sırıtarak neden babasına peş peşe küfürler eder” sorularıyla yorumlayacaktır!
En çok kullandığı argo hitap burada yazılmasa da, “gazeteci milleti” tarafından Hasan Cemal tonlaması eşliğinde tebessümle hatırlanacaktır.
1980 darbesi elde kalan özgürlükleri de budayınca, gazeteciler için daha zor günler başlar. Hasan Cemal’e bu iklimde, darbenin dumanı tüterken, 23 Mart 1981’de, Cumhuriyet’in imtiyaz sahibi ve başyazarı Nadir Nadi’den bir telefon gelir:
- Genel Yayın Müdürüm olur musun?”- Ne demek efendim, şereftir.”
Nadir Nadi diğer adayların Orhan Erinç ve Altan Öymen olduğu listeden onu seçer ve Hasan Cemal’in 11 yıl sürecek; sonu Türk medya tarihinin gördüğü en büyük, "iç savaş"la bitecek Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmenliği dönemi başlar.
Hasan Cemal, Cumhuriyet’in dümenine geçtiğinde tirajı düşmüş gazete finansal sıkıntı içindedir. Yanı sıra !2 Eylül cuntasının baskısı, başta Cumhuriyet’çiler olmak üzere, gazetecilerin ensesindedir.
Böyle bir ortamda Cumhuriyet’in başına geçen Cemal, en eski ulusal gazete olan Cumhuriyet’i dönüştürme yolunda planlar yaptı. Gazeteyi batı gazeteciliği standartlarına uygun hale getirmek istedi. Askeri mahkemeler yargılama yaparken, gazete o zaman için nadir bir uygulama olan, suçlamaların yanı sıra savunmaları da vermeye başladı. Sadece ilk sayfa ile başlık ve spotları okuyan bir Genel Yayın Müdürü değil, her detaya vakıf olmaya çalışan bir editör olarak çalıştı. Dünya basınını da okumuş olarak, elinde satır satır çizdiği Cumhuriyet’le sabah erkenden girdiği Cumhuriyet’teki toplantıları hâlâ konuşulur. Titizliği kendisi ile çalışan herkes tarafından teslim edilen temel özelliği oldu. Yönettiği gazetenin haberciliğindeki temel ilkenin altını, “Öteki tarafa da sorun” sözleriyle çizdi ki, “Kırk Yıllık Gazeteci Hasan Cemal” albümü, bu sözle başlar.
Ağır konuşması ve yavaş yazmasına dair özelliği de bilinir ki, Uğur Mumcu’nun kendisine takıldığı muzip sözleri yıllar içinde Hasan Cemal de sık sık paylaşmıştır:“İttihatçı deden senin yazdığın süre içinde Osmanlı devletini ele geçirmişti!”
Hasan Cemal, içeriğin zenginleştirilmesinden sayfa düzenine kadar değiştirmek istediği Cumhuriyet’in başına geçtiğinde, daha sonra, “Türk basın tarihinin en doğurgan mutfağı olduğu” teslim edilecek dinamik bir ekip kurdu, dünya başkentlerinden yazılar başladı.Çığırından çıkan basındaki promosyon savaşları sırasında, Atilla Aksoy’un yönettiği proje kapsamında, “Cumhuriyet sadece gazete verir” sözleriyle unutulmayan televizyon reklamları kampanyası başlatıldı.
Gazetenin günlük operasyonunda genel yayın müdüründen sonra ikinci önemli görev olan yazı işleri müdürlüğüne, açık-gizli karşı çıkışlara rağmen, 31 yaşındaki Okay Gönensin’i getirdi. Haber merkezi, yazı işleri masası ve Ankara Büro’da Umur Talu, Cengiz Çandar, Ümit Kıvanç, Osman Ulagay, Sedat Ergin, Ali Acar, Ufuk Güldemir, Füsun Özbilgen, Celal Başlangıç, Celal Üster, İsmet Berkan, Yalçın Doğan, Erbil Tuşalp, Gürsel Göncü, Tuğrul Eryılmaz, Rıza Ezer, Ahmet Tan, Faruk Bildirici, Doğan Akın, Semih İdiz, Yasemin Çongar, Enis Berberoğlu, Bilal Çetin, Tuncay Özkan, Meral Tamer, Mehmet Tezkan, Şükran Soner, Fikret İlkiz, Necdet Doğan, Deniz Som, Ali Ulvi Ersoy, Tan Oral, Piyale Madra, Behiç Ak, Necdet Doğan, Mehmet Yaşin, Necdet Şen, İsmail Gülgeç, Ergun Bal , Cengiz Turhan, Abdurrahman Yıldırım, Leyla Tavşanoğlu, İdris Akyüz, Mustafa Sağlamer, Yalçın Pekşen, Orhan Bursalı, Refik Durbaş, Abdülkadir Yücelman, Nurgün Erdinç, İdris Akyüz, Işık Kansu, Yalçın Bayer, Betül Uncular, Hakkı Erdem, Evren Değer, Hakan Aygün, Günseli Önal, Tuncay Özkan, Sertuğ Çiçek, Havva Can ve Ümit Aslanbay'ın da aralarında bulunduğu isimlerle çalıştı.
Cumhuriyet, 12 Eylül 1980 darbesinin ardından, aydın ve demokratların sığındığı bir liman olarak etkisini artırırken Cemal, askerlerin yayını durdurma ve sürekli baskı girişimleri arasında gazeteyi yönetti.
Hasan Cemal’in Genel Yayın Müdürü olarak yönettiği Cumhuriyet’in iki sembol ismi Yayın Kurulu Başkanı İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu’ydu. Cemal’in Cumhuriyet’teki dönüşüm çabalarına yer yer karşı çıkan Selçuk ve Mumcu, “liberal ve sermaye yanlısı” buldukları açılım çabalarını eleştirirken, 20 Ekim 1991 seçimlerinden sonra Süleyman Demirel liderliğindeki DYP ile Erdal İnönü liderliğindeki SHP arasında, “merkez sağ-merkez sol koalisyonu” arayışı gündeme geldi.
Gazete yazarlarının genel eğiliminin aksine DYP ile Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın desteği sonucunda Başbakan olan Yıldırım Akbulut liderliğindeki ANAP arasında, “sağ-sağ” bir koalisyon öneren ekonomi yazarı Osman Ulagay’ın yazısı; gazetenin sahibi Nadir Nadi’nin 20 Ağustos 1991’deki ölümünden sonra iyice su yüzüne çıkan bir cepheleşme yaşanan gazetede bardağı taşıran damla oldu. Özal’ın bazı ekonomik açılımlarını da destekleyen Ulagay konusunda, eski CHP Genel Başkanı ve Başbakan Bülent Ecevit bile, Hasan Cemal’e şikâyet mektubu yazmıştı.
Cemal, Ulagay’ın siyaset yazmaması ve yazı sayısının azaltılmasını isteyen ekibe, “genel yayın müdürünün editöryal kararlarına karışılmaması gerektiği” görüşü eşliğinde karşı çıktı. Yayın Kurulu’ndaki tartışmalarda bu görüşünden geri adım atmadı.
Gazetede yaşanan savaşın ve Yönetim Kurulu oylamasını Hasan Cemal tarafının kazanmasının ardından İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu, çok sayıda yazar ve muhabirle birlikte 5 Kasım 1991’de Cumhuriyet’ten toplu olarak ayrıldı. İstifalar üzerine gelişen süreçte Hasan Cemal, “Vazoyu kırdık” diyecek, “Cumhuriyet okumuyorum, çünkü Cumhuriyet okuruyum” sözleriyle yayılan kampanyanın da etkisiyle yaşanan büyük tiraj kaybının ardından kısa bir süre sonra kendisi de Cumhuriyet’ten istifa edecekti.
Cumhuriyet, Kasım 1991’deki istifalarla sonuçlanan bu kavganın ve Türk basın tarihine damgasını vuran isimlerden Uğur Mumcu’nun 24 Ocak 1993’te Ankara’daki evinin önünde katledilmesinin ardından, aradan geçen 30 yılı aşkın sürede bir daha eski günlerine dönemedi. Bağımsız gazeteciliğe inanan, “Babıali’nin son gazeteci patronlarından” Nadir Nadi’nin varlığında, Hasan Cemal’in Genel Yayın Müdürlüğü’nde, İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu’nun güçlü kalemleri eşliğinde büyük bir etkiye ve tiraja ulaşan, ‘Cumhuriyet vazosu’ kırılmıştı.
Hasan Cemal, "Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim" kitabını 2005’te yayımlayarak gazetedeki tarihini ve savaşın iç yüzünü anlattığında, tarafları kamuoyunda, “Kemalistler-Cemalistler” olarak da adlandırılan Cumhuriyet kavgasının artçı sarsıntıları yıllara yayıldı.
Cemal, 1973’te adımını attığı, 11 yılını Genel Yayın Müdürü olarak geçirdiği Cumhuriyet’ten, yaklaşık 19 yıl sonra, 1992’de ayrıldı ve bir daha yönetsel görev üstlenmeyeceği gazetecilik hayatının yeni döneminin ilk durağı olarak Sabah gazetesinde köşe yazamaya başladı.
1992’de, Zafer Mutlu yönetimindeki Sabah gazetesinin patronu Dinç Bilgin, Hasan Cemal’i gazeteye davet etti. Cemal’den yazı işlerinde olmasını değil, içinde haber olan köşe yazıları kaleme almasını istedi. Cemal kabul etti; "İki Nokta" isimli köşesi Sabah’ın birinci sayfasına yerleştirildi.Köşe yazarlarının yüzlerinin fotoğrafından ibaret olan basındaki gelenekten farklı olarak, "İki Nokta" köşesine Hasan Cemal’in, "Tank Sesiyle Uyanmak" kitabı için kollarını kavuşturarak çektirdiği fotoğrafı, belden yukarısı görünecek şekilde yerleştirildi. Medya koridorundaki, “Hasan Cemal duruşu” takılmaları, o fotoğrafla başladı.
Hasan Cemal, Sabah’ta 1998’e kadar, "başköşe"de kaleme aldığı yazılar için kuşatma altındaki Saraybosna’dan neo-nazilerin Türk aileleri hedef aldığı Almanya’ya kadar sahadan uzak kalmamaya özen gösterdi. Aynı dönemde sık sık gittiği Güneydoğu’da Kürt sorunuyla yakından ilgilendi, teröre / şiddete karşı mücadelenin önemini vurgulamanın eşliğinde insan hakları ihlallerini kaleme almayı ihmal etmedi.
1997’de, Cumhuriyet’te birlikte çalıştığı ve daha sonra Sabah’ın bir numaralı rakibi Hürriyet’in Reklam Müdürü ve İcra Kurulu üyesi olan Ayşe Sözeri ile evlendi; küçük kızı Defne Cemal dünyaya geldi.
1998’de, gazete yönetimi ve Aydın Doğan’ın davetiyle Milliyet’e geçerek, gazetenin o dönemdeki en ses getiren transferi oldu.
Milliyet’teki köşesinde ağırlıklı olarak güncel siyaset, dış politika, insan hakları ihlalleri, daha sonra ayrı kitaplarda ele alacağı Ermeni ve Kürt sorunları üzerinde durdu. 2002’de AB’nin kapılarını, “tam üyelik müzakereleri” yolunda Türkiye’ye aralayan Kopenhag Zirvesi, 2004’te Kıbrıs’ta yapılan Annan Planı Referandumu gibi önemli gelişmeleri yerinde takip etti, Kandil röportajlarıyla yankı yarattı.
3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP tek başına iktidara geldi, 2003’te, serüvenini yakından takip ettiği Tayyip Erdoğan siyasi yasağı kaldırılınca Başbakan oldu. Cemal, bu dönemde kendisine, “Hasan Abi” diye de hitap eden Erdoğan’la kurduğu ilişki nedeniyle eleştirilere hedef oldu.
2010’da yapılan anayasa değişikliği referandumunda, 12 Eylül darbecilerine yargı yolunu açacağı gerekçesi ve demokratikleşme inancıyla oyunu, “Yetmez ama evet” diyenlerin arasında açıklaması, gazetecilik hayatında en yoğun eleştiri aldığı konulardan biri oldu. Erdoğan izleyen yıllarda en sert eleştirdiği politikacı olacaktı.
28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde çıkan, "İmralı Zabıtları"na dönemin Başbakanı Erdoğan’ın tepki göstermesi, Milliyet’in yeni sahibi Erdoğan Demirören’in telefonda, “Kızdırdık mı seni patron” dediği Tayyip Erdoğan’la konuşurken ağladığının ses kayıtlarıyla ortaya çıkması Hasan Cemal’i yeni bir yol ayrımının eşiğine getirdi.Abdullah Öcalan’ın İmralı’da BDP heyetiyle yaptığı görüşmenin notlarını içeren, “İmralı zabıtları”nın önemini 1 Mart 2013’teki ilk yazısında, “Barış olgunlaşmış durumda. Resmin bütününü sakın ola gözden kaçırmayın” görüşüyle vurgularken yayını yapan Milliyet’i, haberi yazan Ankara muhabiri Namık Durukan’ı kutladı.
Hasan Cemal, konuya ilişkin olarak kaleme aldığı 2 Mart 2013’te yayımlanan ikinci yazısına, “Sayın Başbakan, tarihin eli yine omzunuzda, tarih bazen yaşarken de yakalanır!” başlığını koydu. Bu yazıda, Milliyet'in İmralı notlarını yayımlamasını suçlayanları eleştirdi ve, “Gazete yapmak ayrıdır, devlet yönetmek ayrıdır. İkisi birbirine karıştırılmasın. Kimse de kimsenin işine öyle karışmasın” görüşünü dile getirdi.Bu yazıya Erdoğan’ın aynı gün, 2 Mart 2013 Cumartesi günü Balıkesir’deki miting meydanından verdiği yanıt, “Batsın senin gazeteciliğin” oldu:“Bu medyanın bazı uzantıları, kalemşörleri şunu yazıyor. Devlet yönetmek başka bir şey, gazete yapmak farklı bir şey. Eğer bu ülkeye bu millete zerre kadar sevdanız varsa şu çözüm sürecine katkıda bulunmak istiyorsanız böyle bir haberi atamazsınız, atmamanız gerekirdi. Bu süreç hassas bir süreç. (…) Eğer böyle gazetecilik yapacaksan, batsın senin gazeteciliğin...”Erdoğan, üç gün sonra, partisinin grup toplantısında da Milliyet'in haberini, “gayri milli yayıncılık” olarak hedef gösterdi. Milliyet'in patronu Erdoğan Demirören, Erdoğan’ın çıkışının ardından dönemin Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak'a, Hasan Cemal'in, gazetesinin yayınını savunan tavrından duyduğu rahatsızlığı iletti. Demirören’in yazılarına son verilmesini de istediği süreçteki, “Hasan Cemal krizi”ni, Sazak, “iki hafta zorunlu izin” formülüyle soğutmaya çalıştı. Hasan Cemal, “izin” dönüşü, “İki haftadır kapalı olan köşemi açarken-Gazetecilik ve gazeteciler üzerine” başlıklı bir yazı kaleme alarak, medya patronlarının iktidarlarla ilişkisini eleştirdi, medya sahiplerinin basın dışı işlerinin iktidarların elini güçlendirdiğine vurgu yaptı.Bu yazıyı yayımlamayacağını bildiren ve yeni bir yazı isteyen Derya Sazak’a ret yanıtı veren Hasan Cemal, 15 yıl boyunca yazdığı Milliyet defterini Mart 2013’te kapattı.
Milliyet’ten ayrıldığı haftanın ertesinde -daha önceden planladığı- Kandil röportajını, Mülkiye’den mezun olduktan sonra -kendisi Genel Yayın Müdürü olduğu sırada- Cumhuriyet’te gazeteciliğe başlayan, Milliyet yıllarında da birlikte çalıştığı Doğan Akın’ın kurduğu T24’te yayımlanmak üzere yaptı. Türkiye ve dünya, Öcalan’ın 21 Mart 2013 Nevruz Bayramı’nda açıkladığı, “silahları bırakma” çağrısına Kandil’den verilen yanıtı Cemal’in röportajından öğrendi.
Kandil röportajı sonrasında, “gazeteciliği T24’te sürdürmeye karar verdiğini” açıkladı. O dönemde beş gazetenin teklifini reddeden Cemal, T24 kararıyla, çağdaşlarının dijital dünyadaki ilk temsilcisi oldu.
PKK’nın Türkiye sınırlarının dışına çekilmesini örgütün yanında takip eden tek gazeteci olarak kaleme aldığı, “Çekilme Günlükleri”nin de aralarında olduğu çalışmaları Türkiye ve dünyada ilgiyle izlendi. 2015 yılında, “hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü’ne değer görüldü. Türkiye'de bu ödülü alan ilk ve tek gazeteci oldu.
Hayatına dokunduğu çok sayıda gazetecinin, Gogol’a atıfla, “Hepimiz onun paltosunun cebinden çıktık” diyerek de andığı Hasan Cemal, 79 yaşında.
Gece yarısı veya sabah erken telefon çaldığında, “T24 milleti” Hasan Cemal’in aradığını biliyor.Yayımlanmış 13, kimselerin basmadığı yayımlanmamış bir kitabı var.On yıldır, her hafta haber merkezine geldiği T24’te yazmayı, dostlarını -şahsi geleneğine uygun olarak- güreşerek sevmeyi, genç meslektaşlarıyla sohbeti, sıkı habercileri arayıp takdir etmeyi, fikirleri nedeniyle hapsedilenlerle dayanışmayı, sert yazılarıyla Ayşe Cemal’i endişelendirmeyi, 11 kiloluk Oskar’ıyla oynamayı, 6 kiloluk T24’ün Hulki’sini çileden çıkartmayı ve gelecek güzel günlere inanmayı sürdürüyor.
KİTAPLARI - Tank Sesiyle Uyanmak (1986) 12 Eylül 1980 darbesinin ‘köklerini’ ve Türk siyasi tarihinin ayrılmaz bir parçası olan darbeleri ele alır. - Demokrasi Korkusu (1986) Hasan Cemal’in 12 Eylül döneminde darbe yönetimi nedeniyle yayımlamadığı yazıları ve düşünceleri kaleme aldığı günlüğü. - Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) Türk siyasi tarihinin önemli başlık ve krizleri. - Özal Hikâyesi (1989) 12 Eylül 1980 darbesi sonrası yapılan ilk seçimlerden partisi ANP’la birinci olarak çıkan Başbakan ve 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hayatı ve hakkındaki tartışmalar. - Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999) Hasan Cemal bu kitabı gençliğiyle bir sohbet halinde yazmıştır. Darbeci görüşe yakınlığına, ideolojik dogmalara yatkınlığına özeleştirisini, kendisine karşı sert bir dille yapar. - Kürtler (2004) ‘Kürtler, Kürt sorunu, PKK ile şiddet ve terör yılları, perde arkasında olup bitenler. - Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005) Cumhuriyet’teki kişisel tarihini, mutfakta yaşananları, kendi istifasına da giden gazetedeki iç savaşı anlatır. - Türkiye'nin Asker Sorunu (2010) Türkiye’de askerin demokrasiyle ilişkisi, askeri vesayet ve demokrasi mücadelesindeki ‘sivil’ sorunu - Barışa Emanet Olun (2011) ‘Kürtler’in devamı niteliğindeki kitapta, Hasan Cemal ‘PKK nasıl dağdan iner?’ sorusuna yanıt arar. - 1915: Ermeni Soykırımı (2012) ‘1915 olayları ve Ermeni sorunu’na dair kişisel serüvenini anlatır. - Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014) PKK üyesi Delila’nın hayatını, yakınlarının ağzından anlatır. - Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014) AKP iktidarının başlattığı, ancak sonuçsuz kalan ‘çözüm süreci’ dönemindeki gözlemleri ve notları. - Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018) Ototbiyografi. ‘Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım’ın devamı sayılabilir - Zamane DiktatörleriHasan Cemal’in basılmamış kitabı. |
TIKLAYIN | Hasan Cemal yazıları
HASAN CEMAL ALBÜMÜNDEN... |