Batı'nın CHP merakı!

Batı'nın CHP merakı!
T24 - Dünyanın güvenlik planları hakkında önemli kararların alındığı aynı zamanda da derin pazarlıkların söz konusu olduğu Münih Güvenlik Konferansı'na bu yıl CHP Genel Başkanı kemal Kılıçdaroğlu'da davet edildi. Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş'ın bugün (7 Şubat 2011) yayımlanan yazısı şöyle: Münih’te 48 saatte ne yapılır? Münih Güvenlik Konferansı, Batı dünyasının “Ağır Abiler Kulübü”. İki günlük zirvede Orta Doğu ve Mübarek’in akıbeti konuşuldu. Kılıçdaroğlu’na davet ise, CHP’ye olan meraktan... Hayata nereden baktığınıza bağlı olarak, son derece ilginç ya da sıkıcı bir haftasonu geçirdim. Neredeydim? CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile Batı dünyasının derin dehlizlerinden Münih Güvenlik Konferansı’ndaydım.  Burası özel bir yer. Neredeyse 50 yıldır “Batı”  denilen alemin en “baba” adamlarından 300’ünün, 3 gün boyunca  bir otele kapanıp  yerkürenin “güvenlik mimarisini”  şekillendirdiği mekan burası.  Yani? Ben meseleyi, James Bond filmlerinde, ajanımızın acil durumlarda telefon hattıyla bağlandığı o masalarda oturan gözlüklü, takım elbiseli, bürokrat adamların buluşma yeri, bir cins Ağır Abiler Klübü olarak hayal edin. Yıllar yılı Soğuk Savaş, NATO’nun genişlemesi, Saddam Hüseyin’in akıbeti, İran gibi konular hep  bu konferansta masaya yatırıldı.  Ama Soğuk Savaş biteli beri bu toplantılarda sadece o gözlüklü, bond çantalı beyaz adamlar değil,  Hillary Clinton, Angela Merkel, Catherine Ashton gibi kadınlar, Hamit Karzai, Ban Ki Moon, İlham Aliyev gibi dünya liderleri de var. Liderler, bir yandan global kriz ve nükleer füzeler gibi konulardaki “eğlenceli” panelleri dinliyor, diğer yandan küçük otelin değişik katlarıyla birbirleriyle görüşüp derin pazarlıklar yapıyor.  Bu yılki toplantının en önemli konusu kuşkusuz Mısır’daki olaylardı. Ben kendi adıma hem Hillary Clinton, hem de ABD’nin Mübarek’le gizli pazarlık için Kahire’ye yolladığı özel temsilci Frank Wisner’in konuşmalarını çok ilginç buldum.  Clinton’dan yeni strateji ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Münih konuşmasında özetle ABD’nin bu zamana kadar Mübarek tarzı diktatörleri desteklediğini, ancak bugün gelinen noktada bu tarz “Batı yanlısı“ gözüküp ve kendi halklarını ezen liderlerin “istikrar” değil “istikrarsızlık“ getirdiğini söyledi. (Yıllardır itirazım bu; duyunca memnun oldum.) Clinton reform yapmayan Arap liderlerini “Biraz daha tutunabilirsiniz, ama çok da uzun değil“ diye uyardı. Amerika, güvenlik-istikrar denklemini tamamen yeniden kurguluyor, istikrar adına Orta Doğu’da diktatörleri beslemenin bir numaralı “istikrarsızlık” kaynağı olduğunu görmeye başlıyor.  Clinton’un konuşması ve haftasonu yaptığım diğer sohbetlerden anlıyorum ki Washington, Bush döneminde sadece söylem olarak ortaya attığı “Arap dünyasında demokratikleşme” fikrini, artık kendi “güvenlik” denklemi için olmazsa-olmaz olarak görüyor. Clinton “Bu idealizm değil, stratejik bir ihtiyaç” dedi.  Ben kendi adıma bu yeni tavrı, Orta Doğu’da “güvenlik” ve “demokrasi” arasında doğrudan ilişki kuran stratejik doktrini memnuniyetle karşıladım. Geç ancak doğru adım. Bölgedeki tek demokrasi olduğu için Türkiye’nin önemini de arttıran bir durum bu. Kısa vadede zorlu, “istikrarsızlık yaratan“ hatta Clinton’un dediği gibi “kaotik“ sonuçları olsa da bu coğrafyanın, özellikle de Müslümanların, artık temel hak ve özgürlüklere kavuşma, demokrasinin kurumlarını inşa etme (sadece seçim değil tabii,) liderlerin iki dudağından çıkan kaprisler değil hukuk devleti normları içinde yaşamaya hakkı var. Yok mu?  Münih’te herkesin en çok merak ettiği konu, Hüsnü Mübarek’in akibetiydi. Anladığım kadarıyla Washington  bir ara Mısır liderine “Almanya’ya check-up için gelip sonra bir süre kaybolsanız“ ve “Şarm el-Şeyh’de yazlığa çekilseniz“ teklifini getirmiş, ancak Mübarek ülkesini terk etmemek konusunda dirençli.  Mübarek hemen gitmez ABD Başkanı Obama’nın Mübarek’e yolladığı özel elçi Frank Wisner, Münih konuşmasında Mübarek’in hemen çekilmeyeceğini açıkça belli etti. Münih koridorlarından edindiğim izlenim, Mısır liderinin şimdi değil, 1-1,5 ay sonra gideceği, ondan sonra ülkeyi seçime götürecek olan Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman’ın seçimlerde aday olacağı yolunda. Bu durum, Batılıları rahatlatmış. Müslüman Kardeşlerle el altından temaslar sürüyor. Kontrollü bir reform sürecinin adımları atılıyor. Batı’da uzun vadede derin bir Mısır kaygısı yaşanmadığını gördüm.  Sonuçta haftasonu nasıl geçti derseniz, bana göre sıkıcı değil son derece eğlenceli ve ufuk açıcıydı. Doya doya politika konuşuldu, kartvizit değiş tokuşu yapıldı.  Bu yoğun gündem üstüne nasıl oldu da son gece kendimi ABD Senato’sunun en kudretli ismi ve başkan adayı John McCain’le bir Münih tavernasında bira içip uzun uzadıya Türkiye konuşurken buldum, onu sormayın. Ama özetle şunu söyleyebilirim; memleketi kurtarmak için rakı-balık şart değil, bira ve patates kızartmasıyla da oluyormuş bu iş. Hillary Clinton Bush döneminde sadece söylemde kalan Orta Doğu’da demokratikleşme projesini yeni bir güvenlik doktrini olarak anlattı.  Kılıçdaroğlu dünya sahnesinde Bu yıl Kemal Kılıçdaroğlu’nun Münih’e davet edilmiş olması,  başlı başına önemli bir olaydı. Geçmişte Tansu Çiller, Turgut Özal, Tayyip Erdoğan hep bu koridorlardan geçti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da uzun süredir Münih toplantılarının müdavimlerinden. Kemal Bey’e yönelik davetin tek açıklaması, Batı’nın Türkiye’deki muhalefete merak duyması, önümüzdeki süreçte Ak Parti karşısında laik sol siyasi muhalefetin potansiyelini görmek istemesi.  Zaten konferansın son günü Kılıçdaroğlu’yla birlikte seyahat eden genel başkan yardımcılarından Umut Oran ve Osman Korutürk’e son dakika akreditasyon ayarlanması, emekli büyükelçi Korutürk’ün alelacele bir panele konuşmacı  olarak davet edilmesi de bunun göstergesiydi sanırım.  Kılıçdaroğlu’na konferans boyunca Münih’in diğer müdavimlerinden Hikmet Çetin eşlik etti. İkisi arasında sıcak bir dostluk gözlemledim; Cuma akşamı gazetecilerin de olduğu kalabalık bir yemekte karşılıklı siyaset anılarını anlatırken, neşeliydiler. Yine ister istemez mekan Münih tavernası.  Kılıçdaroğlu Türkiye için değişik bir lider tipi. Normalde fazla mimik yapmadan karşısındaki sakin sakin dinliyor, en sert açıklamaları yaparken bile yüzündeki “yarı-tebessüm” ifadesinden vazgeçmiyor. Kızmıyor, kafasında bir yerlere not ediyor. Az yiyor, az uyuyor, çok dinliyor. Kontrollü ama etrafı germeden. Çevresinde bağır-çağır olmayan, stresten uzak bir çalışma ortamı oluşmuş. Garip ama bu anlamda CHP liderinin tarzını, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ekibiyle olan ilişkisine benzettim.  Washington’a şimdi neden gitmiyor?  CHP lideri Münih konferansında ayaküstü de olsa bir çok kişiyle tanışma fırsatı buldu. Bunlardan en önemlisi, Kılıçdaroğlu’nu hemen oracıkta Washington’a davet eden Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Howard Berman oldu. Demokrat Partili Berman, Washington’un güçlü isimlerinden. Fakat bu aralar Berman ve Kongre’nin Ak Parti hükümetiyle ilişkisi limoni. Bu yıl komitede Ermeni soykırım tasarısı az daha geçecekti. Dış İlişkiler Komitesi, Türkiye’de “eksen kayması” ve Mavi Marmara sonrası İsrail’le ilişkiler konusunda kaygılı. Mavi Marmara sonrası ilişkileri düzeltmek için Washington’a giden Ak Parti heyetinin temasları, beklenen etkiyi yaratmadı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da iki ay önce Dış İlişkiler Komitesi’yle toplantısı, Berman’ın aktardığı kadarıyla, pozitif başlayıp münakaşayla bitmiş. Özellikle Davutoğlu’nun Amerikalı vekillerinden biriyle İsrail konusundaki atışması, komitede nahoş bir etki yaratmış.  Konjonktür böyleyken, CHP lideri hemen atlayıp Washington’a gidecek mi? Aslında sadece Kongre değil, Obama yönetimi de gayri resmi yollardan Kılıçdaroğlu’nu Washington’da görmekten memnun olacağı mesajını vermiş, gelirse Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’la görüşebileceğini çıtlatmış durumda.  Türk siyasetinde “Washington çıkartması” olgusu (ki nedense hep “çıkartma”dır), Orta Doğu’nun başka yerlerinde de olduğu gibi kamuoyunda “ABD’nin desteğini alma” olarak yorumlanıyor. Şu zamana kadar birçok lider adayı, hatta aday adayı Washington’dan geçmek için can attı. Peki ya CHP lideri?  Kılıçdaroğlu’na bu soruyu yönelttiğimde net bir biçimde seçim öncesi Washington’a gitme niyeti olmadığını söyledi. Öncelikle CHP, “Washington’dan icazet aldı” görüntüsü istemiyor. Her ne kadar ABD ile ilişkiler, Deniz Baykal döneminden daha sıcak gelişiyorolsa da, Kılıçdaroğlu seçim öncesi ABD’ye gitmenin “stratejik hata” olduğu düşüncesinde. Sorduğumda “Oradaki her adımımız mercek altında olacak; fazlasıyla büyütülecek” dedi. Washington temaslarının özellikle CHP karşıtı medyada suiistimal edileceği kaygısını taşıyor.  “Ayrıca zaman da yok” diyor CHP lideri. Seçime 4 ay kaldı. Medyanın partisine hak ettiği yeri vermediğini düşünen Kılıçdaroğlu, seçime kadar kalan 120 günün her saatini, partisini yüzde 30’un üstüne çekebilmek için harcamaya kararlı. gerekirse köy köy, kasaba kasaba dolaşarak...Öyle görünüyor ki CHP’nin seçim öncesi “Amerika seferi”ni , genel başkan değil Umut Oran, Osman Korutürk ve Faruk Loğoğlu’ndan oluşan heyet gerçekleştirecek.