Pelin Batu biblo gibi bir kadın. Baktıkça bakasınız geliyor. Ekipçe sayfaya girecek fotoğraflarını seçerken güzelliğine methiyeler düzüyoruz. “Birilerini bekletmekten çok mahcup olurum” diyor, röportaja bizden önce geliyor. Hayret, biz ha bire bekletilmeye alışmıştık oysa! Batu önümüzdeki hafta çekimlerine başlayacağı “Yağmurdan Sonra” filmindeki rolüne hazırlanırken işe kıyafetiyle başlamış. Karakterine bürünmesi kolay olsun diye eski kıyafetler giyiyormuş. Üzerinde ikinci el satan bir butikten aldığı bir elbise var: “Filmin kostüm ekibine de birkaç ikinci el butik önerisinde bulundum.” Şubat ayında vizyona girecek film 80’li yılların sonunda Gökçeada’da geçen bir aşk hikâyesi üzerine kurulu. Batu ikinci şiir kitabı “The Book of Winds / Rüzgârlar Kitabı”nın önümüzdeki ay yayımlanacağını söylüyor ve aklındakilerin uçmaması için çantasında not defteri taşıdığını anlatıyor. Oyuncu kitap projesinden sonra ocak ayında yine karşımıza çıkacak. “Barut” adlı filmde bir Rus hayat kadınını oynayacak. Batu ilişkisi hakkında temkinli cevaplar veriyor. Sevgilisinin adından pek söz etmek istemiyor. Daha önce “İstediğim düzeyde roller gelmedi. Kağıt üzerinde çok iyi durup da çekildikten sonra tadını kaybeden yapımlarda yer aldım” demiştiniz. Sizi bu film için ikna eden neydi? Teori ile pratik arasındaki şaşırmadan kaynaklanıyor bu tat meselesi. Çok sevdiğiniz bir romanı okuyup da onun filme çekilmiş versiyonunu izlemek gibi... Çok kötü değil belki; ama tahayyül ettiğiniz gibi de değil. Şu ana kadar bana görüntümden ötürü hep genç kız ve öğrenci rolleri geldi. İlk defa mutsuz bir evlilik hikâyesini anlatan bir filmde rol alacağım. “Filme hazırlanırken babamın kütüphanesinden kitap aldım” Canlandıracağınız Sumru karakterini biraz tarif eder misiniz? Evliliğinde mutsuz. Gökçeada’da hapis hayatı yaşıyor. Kocası adadaki açık cezaevinin müdürü. Sumru o cezaevine giren ve 12 Eylül ihtilâlinden sonra siyâsî düşünceleri yüzünden ceza alan bir yazara âşık oluyor. 'Yağmurdan Sonra' geçmişte belli bir dönemde geçiyor: 80’lerin sonunda. Boğaziçi Tarih mezunusunuz. Tarih ve dönem kitaplarına meraklısınız. Okulunuzun ve kütüphanenizin faydası oldu mu filme hazırlanırken?Tarih bilgim hep işime yarıyor. O dönemi yansıtan filmleri izledim, kitapları okudum. Babamın kütüphanesinden de kitap aldım. Menderes dönemi, idam günleri, Menderes sonrasını anlatan kitaplardan bilgi topladım. “Tüm derslerden A alınca çocuk gibi seviniyorum” Boğaziçi Üniversitesi’nde edebiyat doktorası yapıyorsunuz. Ortaokul-lise yıllarında 80-90 almak size yetmezmiş, oturup ağlarmışsınız. Dersle, notla, akademik kariyerle kafayı bozanlardan mısınız? Hayır. Edebiyat öğretmeni sendromu vardır hani... Bir sürü kedili bir evde mutsuz, tek başına yaşayan kadınlar... Benim de öyle olma potansiyelim var galiba. Şaka bir yana ben öğrenmeyi seviyorum. O yıllarda ağladığımı hatırlayınca utanıyorum. Geçen dönem tüm derslerimden A aldım. Eve gittim, sanki 10 yaşında çocukmuşçasına annemle babama “Bütün derslerim A” dedim. Bir röportajınızda aşkı “Birlikte bir şeyi keşfetmenin hazzı” olarak tanımlıyorsunuz. Yeni şeyler keşfetmeyeceğiniz birine âşık olmaz mısınız? Olurum; ama birlikte olduğum kişiyle ortak zeminler yakalamak zorundayım. Âlâkasız iki insan bir araya gelince birlikte yaşadıkları keşif süreci zevkli oluyor. Erkek kadının, kadın erkeğin labirentlerini öğreniyor^; ama bir yerde mutlaka bir ortak noktanın olması gerek. Karşıma çıkan beyaz sayfayı doldurmanın zevki de bir yere kadar. Bir süre sonra hep anlatan, hep öğreten, hep konuşan olmak istemem; çünkü böyle ilişkilerde kendimi lise öğretmeni gibi hissediyorum. Çok sıkıcı bir durum! Erkek arkadaşımdan ben de bir şeyler öğrenmeliyim. Ünlü olduğunuza lanet ettiğiniz zamanlar oluyor mu? Bir sabah kalktığınızda okuduğunuz ve Ahmet Hakan’la ilişkinizi ifşâ eden köşe yazısıyla nasıl baş ettiniz? Tanınmak, ünlü olmak çoğu zaman benim için bir baş ağrısı oluyor. Genellikle devekuşu modelini kullanıyorum. Başımı kuma gömüyorum. Hakkımda yazılanları takip etmiyorum. “İlişkimden bahsetmeyi, bahsedilmesini sevmiyorum” Ahmet Hakan ile ilişkiniz tekrar tekrar gündeme gelmesin diye mi Mansur Forutan’a dava açacakken vazgeçtiniz? Evet. Konu uzasın istemedim, kapansın istedim. İlişkimden bahsetmeyi, bahsedilmesini sevmiyorum. Röportajlarda ilişkilerim hakkında konuşmaya başlayınca sohbet, en sevdiğiniz burç ve renk nedir kıvamına geliyor. İşlerimle, okulla ve katıldığım sosyal sorumluluk projeleriyle ilgili saatlerce şakıyabilirim. O köşe yazısı ilişkinizi zedeledi mi, aranızda bir kavgaya neden oldu mu? Hayır. Kendime göre, kafa dengim biriyle birlikteyim. Bu tür şeylere bakıp dalga geçebilmek en iyisi. Bu tip haberlerle karşılaştığımda kendime “Nasıl olsa bu yarın eski bir haber olacak. O yüzden kafana takma Pelin” diyorum. “Ganimet avcısı misâli kitap ararım” Pelin Batu deyince benim aklıma evindeki kütüphane karşısındaki koltukta oturup arkadaşlarıyla veya sevgilisiyle entel sohbetler yapan biri geliyor. Yanılıyor muyum acaba? Kısmen. Mesela PlayStation oynamaya bayılıyorum. Genelde futbol oyununda Manchester United oluyorum. Evde arkadaşlarımla futbol maçı izlerken bambaşka bir karaktere bürünüyorum. Dantelli kıyafetler giyen, eldiven ve şapka takan birinden beklenmeyecek şekilde deliriyorum. En çok neye para harcıyorsunuz? Kitaplara mı? Seyahatlere ve kitaplara. Sevdiğim bir yazarın kitabını okuyacaksam sahaflara dalıp ilk baskısını bulmak için uğraşıyorum. Yurtdışından yeni döndüm. Bir bavul dolusu kitapla birlikte... Londra ve New York’a gittiğimde üç gün boyunca sahafların bulunduğu sokaktan çıkmam. Bir ganimet avcısı misâli kutuların içindeki kitapları karıştırırım. Giysilerim toz içinde kalır. Sahhaflarla yazarlar ve şâirler hakkında saatlerce konuşuruz. “Kan efekti için küvete vişne konsantresi dolduruldu, cildim pancar gibi kızardı”Karakalem dergisi için Elizabeth Bathory’i canlandırdığınız kapak çekimi çok konuşuldu. Fotoğrafı seksi, erotik bulanlar oldu. Bu tepkileri önceden kestirebilseydiniz yine de o vişne suyu dolu küvete girer miydiniz? İyi dergi, iyi fotoğrafçı, benim de zamanında ilgimi çeken enteresan bir tarihsel karakter bir araya geldi. “Pelin Batu soyundu” başlıklarını görünce neye uğradığımı şaşırdım. Oysa ben hiç de erotik olarak algılamadım pozlarımı. O derginin okuyucularının da erotik bulduğunu sanmıyorum fotoğrafları. Süte, köpüğe falan aşinayız da vişne suyu içinde çekim yapmak nasıl bir şeydi? Kan efektini vermek için küvete vişne konsantresi dolduruldu. Bir saat sonra bir film çekimim vardı, son sahnem çekilecekti; ama cildim, pancar gibi kızarmıştı. Duşa girdim, keseledim cildimi, bana mısın demedi. Eczanelerden özel solüsyonlar alındı. Bir yandan cildim yanıyordu. Vişne lekeleri çıktı; ama bu sefer keselemekten cildim pespembe olmuştu. Neyse ki bu sorun makyajla hâlledildi. “Mini giyince atılan lafları duymamak için sokakta mp3 dinliyorum” Giyim tarzım, ruh hâlime göre değişiyor. Bu aralar yeni filmime hazırlanıyorum. Bu yüzden o karaktere uygun eski kıyafetler giyiyorum. Taksim’deki ve yurtdışındaki ikinci el satan butiklerden alışveriş yapıyorum. Eskisine göre daha da mini giymeye başladım; çünkü tepki duyuyorum. Türbanlı veya mini etekli, olan hep kadınlara oluyor. Atılan lafları duymuyorum, sokakta hep mp3 dinliyorum çünkü. Son birkaç yıldır kurtarıcım oldu müzik çalarım. Devamlı bir soundtrack’in içinde yüzer gibiyim. Eski Rum meyhanelerine gitmek bir aile ritüelidir. 10 yıldır Nevizade’deki İmroz’un müdavimiyiz. Büyükada’daki Büyük Kulüp’ün çay bahçesi ve restoranına gidiyoruz. Kadıköy Kadife Sokak’ta gezmeyi severim. Karga’da içkimi yudumlayıp kitap okumak çok keyifli. Nişantaşı’ndaki gizli bahçeli kafelerde limonata içmek iyi geliyor. Hiç spor yapmadım. Teşebbüs etmeyi de düşünmüyorum. Bir koşu bandının üzerinde koşmayı çok sıkıcı buluyorum. Tenis veya futbol gibi rekabete ve eğlenceye dayalı sporlar güzel. Belki ileride yüzerim. Çok uzun yıllar vejetaryendim. Protein eksikliğinden ötürü bir süre iğnelerle idare ettim, artık dozunda et yiyorum. Hamburgerin içinde veya şinitzel hâlinde tüketebilirim eti. Öteki türlü aklıma hayvanlar geliyor. (Milliyet)