KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, AKP’nin önlerine savaş dışında başka bir yol koymadığını belirterek, “Böyle giderse elbette ki Türkiye’de savaş olacaktır. Biz, bahara kadar süre tanımışız. Bahara kadar eğer bu şartları kabul eder, müzakere yönünde adım atarlarsa sorun çözüm yolunda ilerler. Aksi takdirde artık bizim bu tarzda işleri yürütmemiz mümkün değildir.”dedi.
Yüksekova Haber’den Necip Çapraz’ın sorularını cevaplayan Bayık, AKP'nin Gezi eylemlerindeki tutumuyla önemli bir fırsatı heba ettiğini belirtti ve "Gezi Parkı’nda çözüme karşı olduklarını söyleyenler bile çözümden yana tutum alıyordu. Abdullah Öcalan'ın resmini, Atatürk’ün resmini bir arada taşımak demek Kürt toplumu ile Türk toplumunu bir araya getirmek demektir. Bu da çözüm için eşi bulunmaz bir zemindir. Bu zemin güçlendirileceğine bunun tahrip edilmesine tanık olduk. Çözüm isteyen biri bunu yapamaz" şeklinde konuştu.
Röportajın bugün yayınlanan ilk bölümü şöyle:
Ortadoğu’da çok hızlı değişimlerin ve gelişmelerin yaşandığı bir ortamdan geçerken, 36. yılında PKK ve bölge nasıl bir değişimden geçecek sizce?
Ortadoğu’da çok ciddi bir değişim sürecinin yaşandığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. PKK, değişimi yeni yaşamıyor. PKK, değişimi sürekli yaşayan bir harekettir. Çünkü PKK’nin diyalektiği bu temelde oluşturulmuş durumda. PKK, sürekli eskiyen yanlarını temizliyor, kendini yeniliyor. Diyebilirim ki Ortadoğu’da PKK bütün güçlerden daha fazla bu gelişmelere hazırlıklı bir harekettir. Ortadoğu’da var olan rejimler çöküyor. Çünkü bu rejimler sürelerini çoktan doldurdu. Bu rejimlerin Ortadoğu halklarına verebileceği bir şey kalmadı. Sadece halklar açısında ömürlerini doldurmadılar, aynı zamanda uluslararası kapitalist modernist sistem açısından da bu rejimler ömürlerini doldurdu. Onun için bu rejimlerin ayakta kalma şansı kalmadı ve bir bir dökülüyorlar. Bunlar daha çok milliyetçi temelde oluşan, oluşturulan rejimlerdi. Bu rejimler çökerken bunların yerine daha çok dini esas alan rejimler geliştirilmeye çalışıldı. Ortadoğu’nun sorunlarının böyle çözümlenebileceği sanıldı. Yine uluslararası kapitalist sistemin çıkarlarının bu temelde yeniden tesis edileceği sanıldı. Ama çok geçmeden Mısır’da, bu tarz rejimleri oluşturmanın da sorunları çözmeyeceği hatta yeni sorunlar yaratabileceği görüldü. Onun için işte Mısır’da darbe yapıldı.
Aslında o darbe, izlenen politikaların, stratejilerin iflasını gösteriyor. Bunun yerine bu sefer işte milliyetçi, ‘siyasi İslam’ dedikleri ama bizim doğru görmediğimiz bir terimle bir İslam anlayışı geliştirilmeye çalışıldı. Biz bu terimi doğru bulmuyor yerine daha çok ‘’iktidar İslamı’’ diye adlandırıyoruz. Bana göre bu da çözüm olmayacak. Çünkü bütün bu çözüm diye halkların gündemine konulan çözümler gerçekten çözümü değil çözümsüzlüğü geliştiriyor. Onun için Ortadoğu’da yaşanan bir kaos durumudur. Bu kaos durumunda dikkat edilirse ne halklar çok sonuç alabiliyor, ne de kapitalist modernist sistemin öncüleri çok sonuç alabiliyor. Daha çok radikal İslam dedikleri, bizim ‘iktidar İslamı’ dediğimiz anlayış daha çok gelişiyor, El-Kaide daha çok gelişiyor, El-Kaide daha çok sonuç alabiliyor. Bunun merkezi olarak da daha çok Suriye seçilmiş durumda. İşte bütün güçlerin Suriye üzerinde kavga yapmasının ve bu kavganın bir türlü sonuçlanmamasının nedeni de budur.
Kısaca, Ortadoğu büyük bir değişimi yaşıyor. Bu değişim daha tamamlanmış değil. Bu değişimin nasıl sonuçlanacağı da tam net değil. Çünkü Ortadoğu’da savaşan bütün güçler bu değişime öncülük yapabilecek ve şekillendirebilecek durumda değil hala. Ne dışarıdan müdahaleler ne varolan rejimler, ne onların yerine geliştirilmek istenen rejimler bir sonuç vermiyor, vermez de. Halkların özgürlük, demokrasi mücadelesi var. Bunlar da öncülüğünün zayıf olmasından ötürü var olan ortamdan fazla sonuç alamıyorlar. Hareketimiz üçüncü bir çizgiyi devreye koymuş durumda. Önder Apo, bu gelişmeleri çok önceden görerek Ortadoğu gerçeğini, onun devlet ve siyaset gerçeğini değerlendirdi, tahlil etti, çözümledi ve Ortadoğu halklarına nasıl mücadele edebileceklerini, nasıl mücadele ederlerse sonuç alabileceklerinin yol yöntemini ortaya koydu. Ortadoğu halklarının eline böyle büyük bir düşünce gücünü verdi. Eğer bu düşünce gücünü halklar elde ederse, bu temelde kendilerinin zihniyetlerini yapılandırırlarsa zayıf öncülüklerini çözümleyebilir ve bu kaostan Ortadoğu’yu rahatlıkla çıkarabilirler. Ortadoğu halkları yeniden kendi kimlikleriyle buluşabilir, tarihteki görkemli yerini yeniden alabilir. Ancak Öner Apo’nun geliştirdiği çizgiyle bu mümkündür. Başka türlü çizgilerle bunun gerçekleştirilmesi Ortadoğu’daki kaosun krizin giderilmesi mümkün değildir.
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da bir buluşma yaşandı. Sayın Barzani ile Sayın Erdoğan’ın buluşması kimileri tarafından bir milat olarak, kimileri tarafından ise bir kırılma noktası olarak gördü. Siz buradan bakınca Kürtler ve Ortadoğu halkları için bu buluşmayı nasıl gördünüz?
Sayın Barzani’nin Türkiye’ye gitmesi, görüşmeler yapması, ilişkiler gerçekleştirmesi doğal bir durumdur. Biz buna karşı değiliz. Türkiye ile Güney Kürdistan komşudur. Her açıdan ilişki geliştirebilirler. Bu doğal haklarıdır. Buna kimse de herhangi bir şey diyemez. Ekonomik, siyasi ticari her açıdan ilişkiler geliştirebilirler. Eğer Sayın Barzani, Türkiye’deki bizim geliştirmek istediğimiz ama Türk hükümetinin çökerttiği çözüm sürecini yeniden canlandırmaya hizmet ederse bunu da biz memnuniyetle karşılarız. Buna da kimse herhangi bir şey diyemez. Fakat bu ziyaretin zamanlaması çok önemlidir. Yine bu ziyaretin gerçekleştiği zemin, orada sergilenen tutumlar da çok önemlidir. Ziyaretler olabilir, ilişkiler olabilir ama bunların gerçekten AKP’nin seçim politikalarına hizmet etmemesi gerekiyor. Çünkü AKP, hem uluslararası planda, hem de Türkiye’de oldukça sıkışmış durumda. Bunun seçimlere yansıma durumundan endişelidir. Onun için seçimleri kurtarmak istiyor. Çünkü Sayın Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı da bu seçimlerin kazanılmasına bağlı. Erdoğan’ın ve AKP’nin geleceği de bu seçimlere bağlı. Bu açıdan seçimleri kazanmak istiyor. Bunun için de Kürtlerin desteğini almak istiyor. İşte buna taraf olmamak gerekiyor.
Diğer taraftan Türkiye, Kürtlerin iç sorunlarına müdahale etmek istiyor. Kürtlerin iç sorunlarını derinleştirmek mümkünse burada çatışmalı durumlara yol açmak istiyor. Bu konuda da oldukça dikkat etmek gerekiyor. Sayın Barzani biraz tecrübelidir. Bunları bilebilecek bir durumdadır. Umarım bunlara fazla zemin sunmamıştır. Çünkü endişeler var. Türk basınında hem AKP yetkililerinin hem de Türk basının belirttikleri var. İşte Rojava konusu görüşüldü, Rojava için anlaşma oldu, aynı düşünceler paylaşılıyor denildi. Şimdi Sayın Barzani’nin Erdoğan’la, Türkiye ile Rojava konusunda aynı düşünceleri paylaşması bizce mümkün olamaz. Eğer bu söylenenler doğru değilse Sayın Barzani’nin, KDP’nin bunları tekzip etmesi gerekiyor. Çünkü tekzip edilmedikçe o zaman herkes ‘Rojava konusunda anlaşmışlar’ diye anlayacaktır. Şimdi Türkiye’nin Rojava’ya yaklaşımlarını herkes biliyor. Rojava’da Kürtlerin bir statü elde etmemesi için El Kaide’ye bağlı güçlere her türlü desteği veriyor. Orada statü çökertmek istiyor. Bunun üzerinden Türkiye’de Kürtlere bir statü kabul etmek istemiyor, bunu sağlamak istiyor. Eğer Rojava’da statü çökertmek istiyorsa bunun bir diğer nedeni de Kuzey’de Kürtlere statü tanımamak içindir. Şimdi Sayın Barzani, herhalde Türkiye’nin bu politikalarıyla bir olamaz, olmaması gerekiyor. AKP’nin ve Türk basının bu yönlü değerlendirmelerini tekzip etmesi gerekiyor. Eğer tekzip olmazsa o zaman her Kürt bunu nasıl değerlendirecektir? Demek ki bütün bu söylenenler doğrudur biçiminde değerlendireceklerdir ki bu Barzani açısından da, Kürtler açısından da iyi sonuçlar yaratmaz tabii ki.
Türkiye’deki çözüm süreci devam ediyor. Ve bu süreç içerisinde BDP ve KCK zaman zaman süreçle ilgili açıklamalarda bulunuyor. Devlet sizinle ‘silah bırakmayı’ mı görüşüyor yoksa ‘Kürt sorununu’ mu görüşüyor?
Israrla PKK ile Kürt sorununu birbirinden ayırmaya çalışıyorlar. Bu bilinçli bir psikolojik savaş yöntemidir. Kürtlerle PKK’yi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bir kere bunun çok iyi anlaşılması gerekiyor. Halkın kendisi de sokaklarda ‘PKK biziz’ diyor. Bunu açıkça söylüyor, bunu herkes biliyor. Artık PKK ile Kürtleri, Önder Apo’yla PKK’yi Kürtleri birbirinden ayırmadan vazgeçmeleri gerekiyor. Bu yaklaşımlar kesinlikle inkar ve imha siyasetinden gelen yaklaşımlardır. Kürdü bir halk olarak görmeyen, onun doğal haklarını görmeyen, dolayısıyla Kürt sorunu diye bir sorunu kabul etmeyen yaklaşımlardan kaynaklanıyor bu. Artık bunlar çok eskimiş şeylerdir. Bir kere AKP, yalan makinasını çalıştırıyor. Bunda ustadır. Yani psikolojik savaşı, özel savaşı geliştirmede ustadır. Rahatlıkla herkesi aldatabiliyor. Rahatlıkla herkesi inandırabiliyor. Herkeste umut yaratabiliyor. Herkesi beklenti içerisine sokabiliyor.
En son başvurduğu yöntem nedir? Geliştirdiği propaganda, hem AKP’nin kendi içinde hem dışında, toplumda, çeşitli güçler içerisinde geliştirdiği propaganda şu temeldedir; “biz işte Apo’yla anlaşmışız, şimdi seçim sürecidir. Seçimlerden dolayı biz adım atmıyoruz. Seçimlerden sonra işte giderek bir takım adımlar atacağız. Herkes işte beklesin, izlesin, çözüm oluyor olacak” Bu temeldeki bir propaganda ile herkeste umut yaratıyor, beklenti yaratıyor ve birçoğunu da buna inandırıyor. Ve gerçekten birçok Kürt AKP’nin bu sorunu bu tarzda çözeceğine inanıyor. Birçoğu gerçekten Önder Apo’yla devletin AKP’lilerin bu temelde anlaşma yaptığını, gizli anlaştıklarını, ileride yavaş yavaş bunların açığa vurulacağını, bu temelde pratik adımların gelişeceğini düşünüyor ve bunun beklentisi içerisinde. Bu bir seçim taktiğidir. Seçimleri AKP bununla kazanmak istiyor. Bir de herkes işte PKK üzerine düşeni yaptı, atması gereken adımları attı, sıra Türk devletinde, Türk devleti neden adım atmıyor, adım atmalı diyor ve bunun baskısını yaratıyor.
AKP’nin zihniyetinde çözüm mantığı diye bir mantık yok. Ama bunu açıkça da reddedemiyor. Diyemiyor ki ben çözüme karşıyım. Kendisini çözümden yana gibi gösteriyor. Bu baskıları üzerinden hafifletmek için neden müzakereye adımını atmadığını kamuoyunda çeşitli çevrelerde haklı çıkarabilmek için bu yalan makinasına şimdi başvurmuş durumda. Onun için diyor, biz Apo’yla gizli anlaşmışız ileride bunları yavaş yavaş yerine getireceğiz. Herkes buna inanmış beklenti içindedir. Kesinlikle halkımızın, bütün yurtseverlerin, demokratların, ilericilerin, sosyalistlerin şunu çok iyi bilmesi gerekir; bu tamamen bir yalan makinasıdır. Önder Apo’yla bir anlaşma söz konusu değildir. Önder Apo’nun tek yanlı geliştirdiği adımları AKP çökertmiştir. Müzakereye geçmesi gerekirken geçmemiştir. Bütün attığımız adımları yok saymıştır.
Biz hala tek yanlı buradan çıkarmaya çalışıyoruz. Buradan çıkarıp çıkamayacağı da AKP’nin atacağı adımlara bağlıdır, o da müzakere adımıdır. Müzakere adımını atarsa bu durumdan çıkılabilir. Aksi takdirde AKP süreci bitirmiştir. Artık AKP bizim önümüze savaşın dışında başka bir yol koymamaktadır. Tek koyduğu yol savaş yoludur. Başka bir yol yoktur.
Böyle giderse ne olur?
Böyle giderse elbette ki Türkiye’de savaş olacaktır. Bunu daha önce de ben kamuoyuna duyurdum. Dedim ki eğer böyle devam ederse biz güneye çektiğimiz güçleri yeniden kuzeye yönlendiririz. Dedik ki tekrar savaşın olmaması için AKP’nin müzakereyi kabul etmesi gerekir. Müzakere olabilmesi için de 3 şart öne sürdük. Birincisi, Önder Apo’nun içerisinde bulunduğu şartların değiştirilmesi, Önder Apo’ya bir baş müzakereci gibi yaklaşılması, taktik değil stratejik yaklaşılması. İkincisi; görüşmelerin yasal çerçevede yapılması, Çünkü şimdiye kadar yasal bir çerçevede yapılmadı, hiçbir güvence yoktur, tehlikelidir. Bu durumdan çıkarılması gerekiyor. Üçüncüsü de; üçüncü bir tarafın gözlemciliği altında müzakerelerin yapılması gerekir dedik. Eğer bunlar kabul edilirse, süreç müzakere biçiminde devam eder. Ama bunlar kabul edilmezse, kesinlikle süreci AKP bitirmiştir, toplumu aldatmaya çalışıyor, habire ‘süreç devam ediyor, iyi gidiyor, iyi şeyler olacak, biz gizli anlaşmışız, ileride bunları bir bir yapacağız, bekleyin’ deyip herkesi beklenti içerisine sokmuştur. Bunun herkesçe bilinmesi gerekiyor.
Bekleme süreniz var mı? Belirlediğiniz bir tarih var mı?
Biz, bahara kadar süre tanımışız. Bahara kadar eğer bu şartları kabul eder, müzakere yönünde adım atarlarsa sorun çözüm yolunda ilerler. Aksi takdirde artık bizim bu tarzda işleri yürütmemiz mümkün değildir. Artık bu aldatmalara biz izin vermeyeceğiz. Kimseyi de aldatmasına müsaade etmeyeceğiz.
Türkiye gündeminde son günlerde bazı gelişmeler var. Aralarında aydın ve siyasetçilerin olacağı bir grubun Sayın Öcalan’la görüşebileceği, Terörle Mücadele Kanunu(TMK)’nda değişiklik gibi konular konuşuluyor. Siz bu tartışmalara nasıl bakıyorsunuz? Bunları olumlu gelişmeler olarak görüyor musunuz?
Şimdi Sayın Erdoğan ne dedi? Dedi ki, ‘silahlar sussun, siyaset konuşsun.’ Biz de buna değer verdik. İşte bu belirttiğim tek yanlı adımları bunun için attık. Bununla siyasetin yolunu açmak istedik. Bu attığımız adımlar karşısında Sayın Erdoğan’ın yapması gereken neydi? İlk etapta siyaset yapan binlerce insanı zindanlardan bırakmaktı. Zindanlara KCK operasyonları adı altında binlerce belediye başkanı, belediye meclis üyesi, parti başkanları, parti yöneticileri, sivil toplum kurumlarında çalışan insanlar alındı. Bunların içerisinde çok ciddi hasta olan insanlar var. Ölüm döşeğinde olan insanlar var. Öncelikle bunlardan başlayarak bu rehineleri bırakmaları gerekiyordu. Tek bir kişiyi bırakmadılar. Peki, siyaset yapanlar bırakılmayacak, yargılanacak, ağır cezalar verilecek… Peki, siyasetin yolu nasıl açılacak? Siyasetin yolu açılmadı, tam tersine kapatıldı. Eğer süreç gelişmediyse bunun için gelişmedi. Eğer bu adımı atsaydı hem Kürt toplumuna, hem Türkiye toplumuna hem de dünyaya güven verecekti. Söylediklerinin sahibi olduklarını herkes bilecekti. Ama söylemle yapılan şeyler çok farklı şeyler. Söylemde ‘iyi şeyler olacak, sorunu çözeceğiz, bekleyin’ deniliyor. Pratikte bunu tamamlayan bir şey göremiyoruz. Türkiye sıkıştı. AKP iktidarı çok sıkıştı. Hem uluslararası planda hem de Türkiye’nin kendi içinde sıkıştı. Daha fazla bu tarzda yürütemiyor. Onun için diyor ki, işte bazı adımlar atabiliriz. Bunlar tamamen taktik adımlar. O yaptığı propagandaları topluma kabul ettirmek için, toplumdaki umutları, beklentileri söndürmemek için ve bunun üzerinden seçimleri kazanmak için başvurduğu taktiklerdir. Olabilir belki akil adamlardan birkaç kişiyi gönderebilir. Belki 2 yıldır göndermediği avukatların tekrar görüşmesine müsaade edebilir. Bu bir şeyi değiştirmez.
TMK’daki değişiklikler?
Sorun değil yani, bunların hiçbiri sorun değil. Bunlar hep göz boyama taktikleri. Bunlar hep psikolojik savaşa işlerlik kazandırma taktikleridir. Eğer gerçekten Kürt sorununu çözmek istiyorsa biz Önder Apo’nun baş müzakereci olduğunu söylemişiz. Kendileri de diyor ki, Önder Apo en makulüdür. Bizim için diyorlar ki hatta benim adımı da vererek; ‘bunlar süreci sabote etmek istiyorlar’ diyorlar. Madem sabote etmek istiyoruz, önder Apo en makul sorunu çözmek isteyendir, kendileri de önder Apo’yu adres gösteriyor, biz de gösteriyoruz; o zaman önder Apo’yla neden müzakereyi yürütmüyorlar. Neden taktiksel yaklaşıyorlar. Neden bir halkın önderi gibi ele almıyorlar, ağır bir mahkum gibi muamele yapıyorlar? Neden AKP kendi heyetini belirlediği gibi önder Apo’nun yanına giden BDP heyetini de belirliyor? Dünyanın neresinde bu görülmüş? Hem kendi heyetini belirleyeceksin, hem de karşı tarafın heyetini belirleyeceksin. Çözüm amacı olan bunu yapabilir mi. Dünyada var mıdır örnekleri, yoktur. Bu zihniyetle yaklaşan birinin sorunu çözmek istemediği, oyalama taktiklerine başvurduğu, herkesi aldatmaya çalıştığını görmek gerekiyor.
Başbakan Erdoğan iş dünyası ve medyanın bu sürece başlangıcından bu güne kadar yeterince destek vermediğini söylüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, sizce iş dünyası ve medya sürece gereken desteği veriyor mu?
Önder Apo gerçekten zor şartlar altında büyük bir cesaret, büyük bir sorumlulukla hem Kürdistan halkına, hem Türkiye halkına hem de insanlığa karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyor. Esirlerin bırakılması, ateşkes, gerillanın mevzilerini bırakıp güney Kürdistan’a çekilmesi bunlar peş peşe atılan adımlar olmuştur. Dünyada savaşan hiçbir taraf, üçüncü bir tarafın gözetiminde müzakereler yapmadan, anlaştığı hususları yazılı hale getirmeden, bunları imzalamadan pratiğe uygulamaz. Dikkat edilirse, biz bu adımların hepsini tek yanlı attık. Bu bizim çözümde ne kadar ısrarlı olduğumuzu gösteriyor. Kürt sorununu demokratik, siyasal yönden çözmede ısrarlı olduğumuzu gösteriyor. Bizim ne kadar kendimize güvendiğimizi, samimi olduğumuzu gösteriyor.
Kendine güvenmeyen, samimi olmayan, Kürt sorununun siyasal demokratik çözümünü istemeyen devlet ve hükümetin kendisidir. Bunu nasıl anlayabiliriz? Akil insanlar grubunu kim oluşturdu, AKP’nin kendisi oluşturdu ve Sayın Erdoğan çıkıp televizyonda şunu söyledi: “Akil insanların oluşturduğu raporları alacağız, kendi yol haritamızı belirleyeceğiz” Bu akil insanlar grubu raporlarını sundu. Neden bu raporlara dayanılarak bir çözüm haritası geliştirilmedi? Neden geliştirilen demokrasi paketinde akil insan gruplarının raporlarına yer verilmedi? Çünkü bu raporlarda beklentileri ortaya çıkmadı. Tersine gerçekler ortaya çıktı. Bu raporlarda şu ortaya çıktı; Türkiye toplumunun büyük bir kesimi, çoğunluktan fazlası çözüm istiyor. Hatta bazı yerlerde çözümün olabilmesi için önder Apo’nun özgürleşmesi gerektiği yer aldı. Tabi ki Sayın Erdoğan bu raporlarda böyle sonuçlar beklemiyordu, tersi sonuçlar bekliyordu. Kendisinin oluşturduğu grupların raporlarını ciddiye almadı. Kim AKP’nin çözümden yana olduğuna inanabilir?
Gezi Parkı’nda bir insan Atatürk’le Önder Apo’nun resmini birlikte taşıdı. Çözüm isteyen biri, bunun için gerçekten dua edebilir. Çözüme karşı olduğunu söyleyenler bile çözüme yatkındı. O resim onu ifade ediyor. Çözüm isteyen biri neden buna karşı çıksın. Dikkat edilirse Sayın Erdoğan tam da bu noktada devreye girdi dedi ki ‘siz nasıl ulusalcısınız yani çözüm karşıtı olanlarsınız. Apo’yla Atatürk’ün resmi bir arada taşınıyor’ buradan şovenizme, çözümsüzlüğe, çözümsüzlüğün derinleştirilmesine hitap etti. Çözüm amacı olan biri bunu yapabilir mi? Çözüm isteyen biri toplumu çözüme yaklaştırır. Gezi Parkı’nda çözüme karşı olduklarını söyleyenler bile çözümden yana tutum alıyordu. Önderin resmini, Atatürk’ün resmini bir arada taşımak demek Kürt toplumu ile Türk toplumunu bir araya getirmek demektir. Bu da çözüm için eşi bulunmaz bir zemindir. Bu zemin güçlendirileceğine bunun tahrip edilmesine tanık olduk. Çözüm isteyen biri bunu yapamaz.
Hükümetin çözüm sürecinde sizinle ilgili konuşma, hitap dilini nasıl buluyorsunuz, sizce barışçıl bir dil hakim mi?
Barış dili diyebilmemiz çok sor. Bunu çok arzuluyorduk. Ama maalesef dillerinde bile bir değişiklik olmadı. Dikkat ederseniz Erdoğan’ın kendisi bile idamlardan bahsetti. Önderliğin idamından bahsetti. Önderlik Türkiye’ye getirildiği sırada ben iktidarda olsaydım idam kararı verirdim dedi. Ortalıkta ipleri sallattı. Yine terörist başı diyor, terörist diyor, hakaretlerde bulunuyor, küçümsüyor. Çözüm amacı olan birinin üslubu bu olamaz. Dikkat edilirse hep milliyetçiliğe vurgu yapılıyor. Hep tek vatandan, devletten, milletten söz ediyor. Ulus devlet anlatışı zaten Kürt halkını inkâr etmek demektir. Neden şimdiye kadar Kürtler üzerinde imha, inkâr siyaseti yürütüldü? Bir Türk devleti ulusu yaratmak için. Tek dili, tek bayrağı, tek devleti yaratmak için bu yapıldı. Halen Erdoğan kalkıyor her yerde tek teklerden bahsediyor. Yani ulus devlet zihniyetinden bahsediyor. Ulus devlet zihniyetinden bahsetmek demek, Türkiye’de halkları inkâr etmek demektir. Ama diğer taraftan diyor ki, ‘Biz inkar ve imha siyasetini terk ettik. Biz asimilasyonu suç sayıyoruz.’ Söylediklerini pratikte uyguluyor. Asimilasyon bütün hızıyla devam ediyor. İnkâr, imha siyaseti bütün hızıyla devam ediyor. Söylemlerinde herhangi bir değişiklik yok.
Biz tek taraflı bu kadar adımlar attık, Türk devleti buna karşı hangi adımları attı? Sadece BDP’den bir heyetin zaman zaman önderlikle görüşmesini kabul etti. Onda da sürekli değişiklik yapıyor. Önder Apo’nun kardeşi Fatma hastadır. Kızının desteğiyle ancak yürüyebiliyor. İmralı’ya gittiğinde oradaki yetkililer, kızının annesiyle birlikte önderliğin yanına gitmesini önlediler. Bırakalım siyaseti, ortada ahlaki bir durum var. Tek başına yürüyemeyen bir kadının o halde tek başına gitmesi gerektiğini söylediler, kızına izin vermediler. Bu kadar ahlak dışı bir tutum izlediler. Bu elbette ki büyük öfke yaratıyor insanlarda, Kürt toplumunda ve bizlerde.
Yine korucuların sayısını arttırdı, kalekollar yapıyor, barajlar yapıyor. Her gün operasyonlar var, her gün keşif uçakları var. Kuzeyle Rojava arasında duvarlar çekiliyor. Hiçbir demokratik hakka müsaade etmiyor. Demokratik bir gösterişe, yürüyüşe, alternatif bir tutuma, eleştiriye müsaade etmiyor. Diğer taraftan Türkiye’yi ileri demokrasiye taşıdığını, Kürt sorununu çözeceğini söylüyorlar. Türkiye’de en değerli basın mensupları gazetelerden televizyonlardan uzaklaştırıldı. Tek bir kişi eleştiri yapamıyor. Yapan ikinci gün hemen sokağa atılıyor. Gezi parkında alternatif bir siyaset yürütmek isteyenlere vahşetle saldırıldı. Orada insanları tedavi eden doktorlar bile gözaltına alındı. Bir demokrasi paketi hazırlandı, parlamentodaki veya parlamento dışındaki hiçbir siyasi parti ile görüşülmedi. Kürtlerle zaten hiç tartışılmadı. Sadece kendi başına bir paket yaptı ve uyguluyor buna da ileri demokrasi deniliyor. Böyle bir demokrasi anlayışı olamaz. Kendine demokrasi, kendine Müslüman. Bir tiyatro oynanıyor. Ama bu tiyatroda artık sona gelindi. Artık AKP ne içte ne de dışta eski desteği bulamıyor. Onun için birçok faktörü kullanarak kendi durumunu kurtarmaya çalışıyor.