Bayık: HDP Beyoğlu'ndaki marjinallerden kurtulmalı

Bayık: HDP Beyoğlu'ndaki marjinallerden kurtulmalı

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın “Kandil’le direkt görüşülmesini arzu ediyorum” sözüyle ilgili soruya PKK yöneticisi Cemil Bayık “Biz her zaman açığız. Bu basın olabilir, heyetler olabilir, uluslararası kurumlar olabilir” diyerek cevap verdi.

Bayık, Türkiye’nin çözüm süreci için adım atması gerektiğini vurgulayarak, “Türkiye bunu daha fazla bu şekilde sürdüremez. Eğer Türkiye bu yönde adım atmazsa biz savaşırız ve Türkiye çok ciddi sorunlarla karşı karşıya gelir. Irak ve Suriye’de yaşanan durumlar Türkiye’de de yaşanabilir. Onun için Türkiye’nin bunu gördüğüne inanıyorum” ifadelerini kullandı.

Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı sonucu da değerlendiren Bayık, “Beklentimiz yüzde 10-13 arasıydı. Aldığı sonuç olumludur” dedi.

Vatan gazetesinden Ruşen Çakır’a konuşan Bayık, “HDP bunu örgütlenmeye dönüştürebilirse buradan güçlü bir muhalefet ortaya çıkar. HDP’nin aldığı oy oranı üzerinde oturmaması, bunu örgüt gücüne dönüştürmesi gerekiyor. Eğer bunu yaparsa burada diyelim Kürtleri, Alevileri, demokrat Müslüman kesimleri, sol ve liberalleri kucaklarsa Türkiye’nin en büyük muhalefet gücü haline gelebilir. HDP bazı marjinal yaklaşımlardan kendisini kurtarmalı” ifadesini kullandı.

Ruşen Çakır’ın “Örnek verebilir misiniz?” diye sorması üzerine Bayık, “Mesela Beyoğlu’nda bir grup var” dedi. Bayık, Ruşen Çakır’ın “Cihangir’de...” demesi üzerineyse Bayık, “İsmini vermek istemiyorum. Herhalde anlaşılıyor” görüşünü dile getirdi.

Cemil Bayık çözüm sürecinin ilerleyişi hakkında bilgi verdi. Vatan gazetesinde “Kandil’den ‘her zaman kapımız açık’ mesajı” başlığıyla yayımlanan söyleşinin ilk bölümü şöyle:

 

Kandil’den ‘her zaman kapımız açık’ mesajı

 

Foto muhabiri arkadaşım İlker Akgüngör ile birlikte 20 Ağustos 2014 günü Irak Kürdistanı’nda Kandil bölgesindeki bir köy evinde KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık (Cuma) ile yaklaşık iki saatlik bir söyleşi yaptık. Söyleşinin ilk bölümü şöyle:

 

Çözüm süreciyle ilgili Öcalan’dan genellikle pozitif, sizdense soru işaretli açıklamalar geliyor. Bu yanlış bir okuma mı, yoksa burada bir sorun mu var?

Yanlış okumuyorsunuz. Önder Apo’nun rolü farklıdır, bizim rolümüz farklıdır. Ne Önder Apo’nun rolünü biz üstlenebiliriz ne de Önder Apo bizim rolümüzü üstlenebilir. Bunlar birbirini tamamlayan unsurlardır. Önder Apo bir halkın önderidir ve baş müzakerecidir. Bizim konumuz ise farklıdır. Bunların birbirine karıştırılmaması gerekiyor. Ne aynılaştırması doğru, ne de birbirinin karşısına konulması. Belki bazıları bilinçli karşı karşıya getiriyor. Çelişkili durumlar söz konusu değildir ve olamaz da. Hükümet çözüm yönünde ciddi adımlar atmadı. Bizim sunduğumuz zemini kullanıp kendini güçlendirmeye çalıştı. Önder Apo’nun ısrarlı ve tek taraflı çabaları çözümü belli bir noktaya kadar getirdi. Bunun ötesi için hükümetin de adım atması gerekiyor. Hükümet söylemde iyi şeyler söylüyor, herkesi beklentiye sokuyor ama bir türlü pratik adımlar geliştirmiyor.

 

Yasal düzenlemeler ve ona bağlı olarak yeni yol haritası, yeni müzakerecilerin gitmesi, kamu güvenliği müsteşarlığının olaya dahil olması...

Bir çerçeve yasası çıkarıldı parlamentodan ama nasıl çıkarıldı, ne amaçla çıkarıldı ona da bakmak gerekiyor. Önder Apo dedi ki ‘Bu tarzda süreci artık yönetemem. Koşullarım değişirse bunu ilerletebilirim. Çözüm çerçevesi geliştirilemezse ben yokum.’ Hareketimiz de öteden beri bunu söyledi ve bu yönde bazı çalışmalar yapıldı. Eğer çerçeve belirlenmezse hareketin tutum alacağını söyledik. Suriye’de, Irak’ta savaş var ve Türkiye için de tehlikeli bir durum ortaya çıkmaya başlıyor. Eğer Önder Apo çekilirse, hareket de tutum alırsa ve savaşırsa bu Türkiye için hayırlı olmayacaktı. Belki de Suriye’ye ve Irak’a benzer durumlar ortaya çıkabilirdi. Hükümet bunu gördü. Bir de Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilebilmesi için ateşkesin sürmesi gerekiyor, çatışmaların olmaması gerekiyordu. İstedikleri için değil ama gelişmeler, mücadele Türkiye’ye bu adımı attırmak zorunda bıraktı. Hükümet onun için o yasayı çıkarttı ama yasanın ismi ne? Terörizmi sonlandırma yasası. Savaşı sonlandırma değil, Kürt sorununu çözme değil, terörizmi sonlandırma. Bu, Türkiye’de, hükümette zihniyetin değişmediğini gösteriyor. Sorunu hiç siyasi bir sorun, bir halkın doğal hakları olarak görmediler, siyasi olarak çözmeyi önlerine koymadılar. Sorunu siyasi olarak görse yürütülen mücadeleyi doğru ve haklı görmek, onun önderini bir halkın önderi olarak görmek zorunda. Fakat hükümet görüşmelere siyasi bir içerik kazandırmıyor. Siyasilerle görüşmeyi yürütmek istemiyor.

 

‘Bütün halkların çıkarına’

 

Söylediğiniz süreç sanki şimdi başlıyor gibi bir hava var?

Türkiye istemeyerek de olsa buraya doğru gidiyor, gitmek zorunda. Bu hükümetin isteminden bağımsızdır. Çünkü başka da bir yolu yoktur. Bu sorunu siyasi olarak kabul etmek zorunda kalacak.

 

Kalacak mı, kaldı mı?

O aşamaya doğru gidiyor. Türkiye bunu daha fazla bu şekilde sürdüremez. Eğer Türkiye bu yönde adım atmazsa biz savaşırız ve Türkiye çok ciddi sorunlarla karşı karşıya gelir. Irak ve Suriye’de yaşanan durumlar Türkiye’de de yaşanabilir. Onun için Türkiye’nin bunu gördüğüne inanıyorum.

 

Hükümet istese de istemese de bu noktaya gelmek zorunda diyorsunuz.

Evet, geliyor. Tabii bu şu anlama gelmez: Hükümet bu noktaya geliyorsa o zaman biz mücadele etmeyelim. Hayır, tam tersine burada daha çok mücadele ile Türkiye’nin atması gereken adımları bir an önce attırmak gerekiyor. Bu hem Kürtlerin hem Türkiye’deki bütün halkların, kültürlerin çıkarınadır.

 

O zaman Beşir Atalay’ın yeni heyetin Kandil’e gelme teklifine kapınız açık.

Biz her zaman açığız. Herkese açık davrandık. Bugüne kadar kimseyi reddetmedik. Bu basın olabilir, heyetler olabilir, uluslararası kurumlar olabilir. İlkesel olarak reddetmeyi doğru görmüyoruz.

 

‘HDP bazı marjinal yaklaşımlardan kurtulmalı’

 

Selahattin Demirtaş’ın aldığı oyu bekliyor muydunuz?

Beklentimiz yüzde 10-13 arasıydı. Aldığı sonuç olumludur. HDP bunu örgütlenmeye dönüştürebilirse buradan güçlü bir muhalefet ortaya çıkar. HDP’nin aldığı oy oranı üzerinde oturmaması, bunu örgüt gücüne dönüştürmesi gerekiyor. Eğer bunu yaparsa burada diyelim Kürtleri, Alevileri, demokrat Müslüman kesimleri, sol ve liberalleri kucaklarsa Türkiye’nin en büyük muhalefet gücü haline gelebilir. HDP bazı marjinal yaklaşımlardan kendisini kurtarmalı.

 

Örnek verebilir misiniz?

Mesela Beyoğlu’nda bir grup var...

 

Cihangir’de...

İsmini vermek istemiyorum. Herhalde anlaşılıyor.

 

‘Parlamenter sistem daha demokratiktir’

 

Sizin hareketinizin içindeki bazı isimler Kürt sorununun çözümü için başkanlık sisteminin iyi bir seçenek olduğunu söylediler. Erdoğan’ın bu sistem değişikliği için sizin desteğinize veya en azından engel olmamanıza ihtiyacı olacak. Kendisine yardımcı olacak mısınız?

Tayyip Erdoğan hegemonya, tek adam olma peşinde koşuyor. Bunun kazandıracağı demokratik, özgürlükçü bir yan yoktur. Hatta kısıtlayabilir, tehlikeye sokabilir. Biz ilkesel olarak hegemonya peşinde koşana destek olmayız. Sayın Abdullah Gül de bir açıklama yaptı ve parlamenter sistemden yana olduğunu söyledi. Başkanlık, yarı başkanlık sistemini Türkiye için doğru bulmadığını söyledi. Bize göre de parlamenter sistem başkanlık ve yarı başkanlık sistemine göre daha demokratiktir. Biz Türkiye’de demokratikleştirme için çaba harcayan bir hareketiz. Başkanlık ve yarı başkanlık sistemi bunu kısıtlayabilir, tehlikeye sokabilir. Bu açıdan parlamenter sistem daha demokratik. Çünkü parlamenter sistemde Türkiye’nin anti-demokratik yönde yol almasına yönelik çabalara karşı onu frenleyen mekanizmalar var.

 

‘Bizi AKP yandaşı göstermek vicdansızlık’

 

Sizin dışınızdaki muhalif kesimler çözüm sürecinden ve Öcalan ile yürütülen temaslardan işkilleniyorlar ve karşılıklı bir al-ver ilişkisi olduğunu, sizin Erdoğan’ın önünü açtığınızı söylüyorlar.

Biz kişileri, partileri değil ilkeleri esas alıyoruz. Türkiye ile yürüttüğümüz ilişkilerde al-ver yoktur, ilkeler ve amaçlar söz konusudur. Bu temelde görüşmeleri yürütüyoruz. Bizim açımızdan AKP, CHP, MHP fark etmiyor. Hangi parti iktidara gelse de biz o parti ile çözümü tartışacağız. Biz hükümet ile devlet ile çözümü geliştireceğiz. Devlet ve hükümetin dışında herhangi bir güç ile çözüm olamaz. Elbette bu arada halkların, kültürlerin, dinlerin, mezheplerin desteğini alarak bunu gerçekleştirmek istiyoruz. Bugün AKP ile müzakereleri yürütüyorsak bu AKP’yi doğru gördüğümüzden veya AKP yandaşı olduğumuzdan değildir. Kalkıp bizi AKP yandaşı olarak gösteriyorlarsa vicdansızlıktır. Şu yanlıştır: ‘AKP’ye destek olunuyor ve AKP bu sayede başarılı oluyor.’ Bugün çoğunluğun düşüncesi de şudur: ‘PKK, AKP’yi destekleyerek, bizim demokratik haklarımızın kısıtlanmasına yol açıyor, hizmet ediyor.’ Bu büyük bir vicdansızlıktır. Bugün Türkiye’de özgürlük ve demokrasi mücadelesini en çok yürüten bu harekettir. Birçok çevre, kesim birtakım örgütlenmelere girebiliyorsa bu PKK’nin yürüttüğü mücadelenin sonucudur. En çok AKP ile mücadele eden biz olduk. Hâlâ biz mücadele ediyoruz. Türkiye’deki devlet ve hükümetin zihniyetinin değişmesi için tek taraflı çabalar yürütüyoruz.

 

Yani özerklik karşılığında demokrasiyi bir kenara bırakmış değilsiniz... Çünkü bu şekilde yorum yapılıyor.

Asla. Biz ne demokratikleşmeden vazgeçtik ne de demokratik özerklikten. Bunlar birbirini tamamlayan, geliştiren unsurlardır. Türkiye demokratikleştiği oranda Türkiye’nin Kürt sorunu çözülür. Kürt sorununun demokratik çözümü Türkiye’de demokratikleşmeyi getirir. Bazı liberal sol aydınlar diyorlar ki, “PKK AKP’ye ve Erdoğan’a destek oluyor. Erdoğan da diktatördür. PKK nasıl bunlarla çözümü geliştirebilir?” Halbuki eğer biz AKP ile sorunu çözersek Türkiye demokratikleşir. Kürdistan’da demokratik özerklik gelişir. Eğer AKP demokratik özerkliği ve Türkiye’nin demokratikleşmesini kabul etmezse müzakere etme şansımız zaten olamaz. Biz AKP ile mücadele ederiz. Geçmişte kıran kırana mücadelede yürüttük. Şimdi müzakere yürütmeye çalışıyoruz. Müzakereye gelirse müzakere ederiz, gelmezse mücadele ederiz. Biz hiçbir zaman diktatörlükle, faşizmle bir olamayız.