Taraf gazetesi yazarı Gökhan Özgün, Türkçe'ye yapılan müdahaleler sonucu bazı kelimelerin gerçek anlamlarını yitirdiğini ve ülke kültürü üzerindeki işlevinin çok daraldığını, bazen de aksi bir işleve dönüşebildiğini ileri sürdü. Özgün, bugünkü yazısında, edepsizliğin aslında olumlu bir işlevi olduğunu ve hayata anlamlı katkıları bulunabileceğini yazdı. Edepsiz yazarlar ve edepli bir Meclis isteyen Özgün, "Edepsizlik şeffaflığın temelidir, kadınsı bir erdemdir. Edepsiz bazen cemaatinin kapısından çıkandır. Oysa biz edepsiz bir Meclis ve edepli yazarlarla yokluğumuza şekil veriyoruz" dedi.İşte Özgün'ün bugünkü yazısı:Yıllarca metin yazarlığı yaptım. Bir gün gazetede yazmaya başladım. Metin yazarlığından kurtuldum sandım. Baktım benden bir başka metin yazmam bekleniyor. Bir başka edep kurmam isteniyor. Benden aslında yine bir metin talep ediliyor. Hem de bu kez, çok daha az paraya. Ve bir küçük farkla, bu metnin yazarı bir reklam yazarı gibi ‘incognito’ değil, bir adı var bu yazarın, adı, Metin Özgün. Metin yazarının İngilizcesi ‘copy writer’dır. Copy, en temel anlamında taklit edilecek, çoğaltılacak model anlamına gelir. Copy writer da bu çoğalmaya elverişli modelin üreticisidir. Aslında restoratördür, ama kendine yaratıcı demeyi pek sever. Kendine yaratıcılığının bedelinin ödendiğini düşünür. Oysa, hiçbir zaman hiçbir şey yaratmayacak olmasının tazminatıdır ona ödenen. Sanmayın ki derdim reklamcıyı küçümsemek. Reklamcıyı küçümsemem. Hatta bu memlekette reklamcıyı takdir ederim. Reklamcı en azından bu tazminatı iyi kötü tahsil edebilen kişidir. Zira diğer yandan, kendinden isminden cisminden vazgeçişin tazminatını tahsil edemeyen, kendine yazar diyen bir sürü amatör/profesyonel ‘copy writer’la doludur memleketim. Ucuz ‘copy writer’larla. ‘Literatür’ün adının edebiyat olduğu bir memlekette yaşıyoruz. Gariptir memleketim her arapça kelimeden vazgeçmiştir ama edebiyat kelimesini pek sevmiştir. Edep yerini yabancı bir kelimeye terkedemez. Terketmemelidir. Halbuki edepsizlik şeffaflığın temelidir. Kadınsı bir erdemdir. Edepsiz ara sıra da olsa, cemaatinin kapısından dışarı çıkıverendir. Kelimelerle devam edelim. Güzelim ‘nazariye’ kelimesi yok olmuş mesela. Yerine, herkesin bir kulağından girip tam beyninde patlayan, ismi cisminden büyük ‘teori’ kelimesi gelmiş oturmuş. Nazariye, nazar kelimesinden gelir. Yani bakıştan. Bakmaktan. Her ‘teori’ altı üstü bir bakıştır. Bir bakış açısıdır. Nazariye kelimesi hayatta kalsaydı, hâlâ soluk alsaydı, her telaffuz edildiğinde, bu bakış açısını iliklerimizde hissedecektik. Şimdi hissetmiyoruz. Yerine, tanrılardan gelen ulvi bir ‘bilimsel teori’ mevhumuyla yaşıyoruz. Nazariye yaşasaydı, nazariye kelimesinin gönlü genişliği edebiyat kelimesinin biçareliğini belki dengelerdi. Bir milletin diline bu derece müdahale etme hakkını ve küstahlığını sadece ve sadece işgalci yabancılar kendinde görür. Bizi kim işgal etti? Neden işgal etti? Bizi Türkler mi işgal etti? Atamız niye Türk? Yoksa emperyalist olan Türkler mi? İşte bunlar edepsiz sorulardır. Türkiye’de bir köşe yazarının sormaması gereken sorulardır. Bunlar, tamamıyla benim sorularımdır. Benim yazarken gittiğim uzak yerden getirdiğim sorulardır. Böyle sorulardan davacı olunur. Halbuki muasır medeniyet, soruları tam da bu tarzda sorabilen edepsizlere ‘yazar’ diyor. Aynı soru tabii bir başka tarzda da sorulabilir. Mesela şöyle, köşeye sıkışmış bir imparatorluktan bir ulus çıkarmaya çalışırken bu kadar ileriye gitmek gerekir miydi? Bu, cevaptan önce soruda uzlaşma arzusudur. İşte soruyu böyle sorarsan ‘copy writer’ olursun. Her toplumun copy writer’a ihtiyacı vardır. Siyasete ihtiyacı vardır. Ünlü bir Japon yazar, bu işi kar küremek, çöp toplamak olarak tanımlıyor. Ben yapmasam biri yapacak türünden. Pis iş yani. Ama bir toplumun yalnızca ve yalnızca ‘copy writer’lara ihtiyaç duyması, yazardan için için nefret etmesi, metinden ve edepten saparak her yazı yazdığında yazarı cezalandırması patolojik bir durumdur. Böyle toplumlar, meselelerinin sınırlarına gitmek istemeyen toplumlardır. Çünkü meselelerin sınırında yine kendileri vardır. Yani, mesele bu kadar dardır. Ve en fenası, meselelerinin sınırında birbirlerinden pek farkları yoktur. Asıl buna tahammül edemezler. Sınıra vardığında yok olmaya. Farksız olmaya. Bir hiç olmaya. Cılız bir öteki bile kalmamasına. Bakın Cemil İpekçi Aktüel dergisine verdiği röportajda ne diyor? Soru: Muhafazakârlaşma bahsini konuşuyorduk, mesela sen 20’li yaşlarındayken daha mı modern, laik bir ülke vardı? İpekçi: Ne moderni Ozan’cım? Ben 20’li yaşlardayken, Nişantaşı’nda bile, iki erkekle flört eden kızla kimse evlenmezdi...... Ne diyor Cemil İpekçi? Ne modernliği ulan, diyor sözün kısası. Edepsizlik yapıyor. Yazsa da yazar yazmasa da yazar İpekçi. Canı gönülden kutluyorum kendisini. Copy writer’ın işi nedir bilir misiniz? Farkı pek az olanı çok farklı göstermek. Hakiki olmayan bir farkı beslemek için yazar diye bu yüzden bu kadar ‘copy writer’ besleniyor. Bu yüzden gerçekleri ‘genele yaymayın yönetmenleri’ gazeteleri yönetiyor. Edepsiz bir Millet Meclisi ve edepli yazarlarla yokluğumuza şekil veriyoruz. Halbuki tam tersi olması gerekirdi, di mi? Edepsiz yazarlar ve edepli bir Meclis’le varlığımıza şekil vermek.