Rengin Arslan BBC Türkçe, İstanbul
10 Ağustos'ta cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, bugün Meclis'te ant içtikten sonra Çankaya Köşkü'nde Abdullah Gül'den görevi devralacak.
12 yıllık iktidarı boyunca dokuz genel ve mahalli seçimi önde tamamlayan Erdoğan, 91 yıllık cumhuriyetin en uzun süre tek başına iktidarda kalan lideri oldu.
İlk yıllarında hem ülke içinde hem de dışarıda reformlarıyla anılan bir Başbakan iken, yıllar içerisinde muhaliflerinin daha sert eleştirileriyle karşılaştı. Ancak bu eleştirilere rağmen tabanından desteği kaybetmedi. Aynı destekle, halk oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu. Peki Erdoğan'ın 12 yıllık iktidarında Türkiye'de neler oldu?
Demokratikleşme ve AB reformları
Bundan 12 yıl önce 3 Kasım 2002 genel seçimlerini henüz bir yıl önce kurulmuş bir parti olarak kazanan AKP, Türkiye genelinde seçmenden yaklaşık 11 milyon oy aldı. Türkiye’yi başbakan olarak uzun yıllar yönetecek Recep Tayyip Erdoğan ise ilk yıllarında reform vaatlerini hep ön planda tuttu. Hem ülke içinde, hem de uluslararası alanda kabul ve büyük destek gördü.
Avrupa Birliği yönünde ilk günden itibaren attığı adımlar bu kimliği pekiştirdi. Tartışmalarla birlikte gündeme gelen Türk Ceza Kanunu bir yana, ifade özgürlüğü önünde engel olarak görülen 301’in ve idam cezasının kaldırılması, azınlıklarla ilgili adımları olumlu karşılandı.
Basın özgürlüğü: Yıllar geçtikçe eleştirilerin hedefi olmaktan kurtulamadı. Bundan iki yıl öncesinde sayısı 100’ün üzerinde olan tutuklu gazeteciler nedeniyle ağır eleştirilere maruz kaldı. Erdoğan ise hapistekilerin hepsinin gazeteci olmadığını savundu.
Sosyal medya: 17 Aralık "yolsuzluk ve rüşvet" operasyonu sonrası Erdoğan'a, üst düzey politikacı ve işadamlarına ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarının da yayımlanmaya başlamasının ardından twitter ve youtube'a erişim engellendi. Erdoğan, yine dünyanın gözünü Türkiye'ye çevirmesine neden olan bu yasağın gelişini "twitter, mwitter hepsinin kökünü kazıyacağız" diyerek duyurmuştu. Yasaklar bir süre sonra kaldırıldı ve sitelere erişim sağlandı.
Hukuk: Yine Türkiye’nin son 5 yılına damgasını vuran Ergenekon, Balyoz, KCK gibi davalarda adil yargılama hakkının göz ardı edildiği ve hükümetin “cadı avı” yaptığı eleştirileri hakim oldu. Darbe iddiaları ilk başlarda farklı kesimlerce “makul” bir iddia olarak görünse de davalar ilerledikçe bu yargılamalara yönelik tepkiler çoğaldı. Yargının bağımsızlığı uluslararası kuruluşlar tarafından ve yurt içinde sorgulanmaya başladı.
Polis şiddeti ve Gezi: Özellikle Gezi eylemlerine polisin sert müdahalesi uluslararası alanda eleştirilerin dozunu artırdı. Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın gözleri önüne devam eden bu müdahaleler konusundaki eleştirileri kabul etmedi. “Polise emri kim verdi diyorlar, ben verdim” ifadeleri o döneme ait en çok hatırlanan sözleri oldu. Gezi eylemlerinde 8 genç hayatını kaybetti. Gezi’nin hükümetine karşı bir darbe girişimi olduğunu söyledi.
Barış süreci: Demokratikleşme yolunda en büyük adım ise İmralı’da hapis olan PKK lideri Abdullah Öcalan ile başlatılan çözüm süreci oldu. 2013 yılının başında basına yansıyan görüşmelerin ardından İmralı’ya düzenli olarak heyetler gitti. Yakın zamana kadar Kürt siyasetçilerin KCK davalarıyla hapiste olması bir başka eleştiri nedeni oldu.
Uludere’de 2011 yılında TSK’ya ait uçaklarca bombalanan 34 kaçakçının ölümünün sorumluları ile ilgili etkin soruşturma yürütülmediği yönünde eleştiriler ise devam etti. Çözüm sürecinin yasal bir çerçeveye oturtulmaması sürecin en kırılgan noktası olarak görülüyor. Çözüm süreciyle ilgili Eylül ayında yol haritası beklentisi hakim.
Türban ve katsayı: İmam hatip mezunu öğrencilerin üniversite giriş sınavlarında karşılaştığı katsayı farkını kaldırmak ilk icraatlarından biri oldu. Türbanın üniversitelerde serbest olmasını iktidarının ilk yıllarında sağlasa da, kamuda türban yasağını kaldırmak için ise 11 yıl bekledi.
ABD: Erdoğan’ın 12 yıllık iktidarının başlangıcında köşe taşları kuşkusuz ABD ve AB ile ilişkilerdi. Bir yandan Rusya ve bölge ülkeleriyle ticari ilişkilerin geliştirilmesi için adımlar atılıyordu ancak ilk döneminde politik ve siyasi açıdan yüzünü “batıya” döndüğünü söylemek yanlış olmaz. Batı ülkeleri de Erdoğan’ı iyi birer ev sahibi olarak ağırladı.
Öyle ki henüz milletvekili veya başbakan olmadığı Aralık 2002’de ABD’ye yaptığı ziyarette dönemin ABD Başkanı George W. Bush ile AKP Genel Başkanı olarak görüştü. Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi Başkanı Sinan Ülgen Erdoğan’ın liderliğindeki 12 yıllık dönemde ABD ile ilişkileri üçe ayırıyor.
Birincisi, 2008 yılına kadar olan, belli rahatsızlıklar olmasına rağmen iyi ilişkilerin geçtiği dönem. İkincisi ise 2008’den 2013’e, Gezi olaylarına kadarki yıllar. Ülgen Bu çağa ise “altın çağ” diyor. Ancak Ülgen’e göre bu tablo Gezi olayları ve ardından 17 Aralık 2013’teki yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla değişti.
Bugün ise Erdoğan ve Obama arasındaki diyaloğun sona erdiğini, “neredeyse yok olduğunu” söylüyor. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı devir teslim törenine ABD’nin maslahatgüzar seviyesinde katılmasının nelere işaret ettiğini ise önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Avrupa Birliği: AB tarafında ise 3 Ekim 2005’te müzakerelerin başlamasıyla büyük bir başarı elde etti. Türkiye’nin onlarca yıllık hayal gerçek oluyordu. Erdoğan, tutulmayan sözler ve uzunca sürece verilmeyen net tarihler nedeniyle ara sıra Avrupa’ya rest de çekiyordu.
Ancak AB politikaları üzerine çalışmalarıyla bilinen Cengiz Aktar gibi, AKP’nin AB’yi bir “içeride askeri vesayeti yıkmak için kaldıraç olarak” kullandığını düşünenler de var. Ordu ile ilişkilerin normalleşmesinin ilk adımlarının atıldığı bu dönem aynı zamanda Erdoğan Kıbrıs konusunda taviz verdiği yönündeki eleştirileri yanıtlıyordu. AB ile bugüne kadar 14 fasıl açıldı, 8’i askıda. Türkiye psikolojik olarak AB hayalinden kopmuş gibi görünse de, Erdoğan hayli terlediği bu yoldan vazgeçmediğinin sinyallerini de veriyor sık sık.
Orta Doğu: Erdoğan iktidarı boyunca iyi ilişkiler geliştirdiği Beşar Esad ile yollarını ise Suriye iç savaşıyla birlikte ayırdı. Artık “Esed” diye seslendiği Suriye liderini eleştirirken “diktatör” gibi ifadeler kullandı.
Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının yıkılması, Suriye iç savaşının öngörüsüne rağmen Esad’ın devrilmesine yol açmaması, Orta Doğu’daki artan belirsizlik ve Türkiye’nin bölgede oynamak istediği etkin rol tartışmalara yol açtı. Kuşkusuz en günceli ise Türkiye’nin Erdoğan yönetiminde Suriye ve Irak’a giden cihatçılar için bir köprü vazifesi gördüğü yönündeki suçlamalar.
İsrail: Erdoğan’ın iktidarının ilk yıllarında karşılıklı iyi ilişkiler geliştirdiği İsrail ile diyalog önce Erdoğan’ın Davos zirvesindeki “one minute” çıkışıyla, sonra Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisine İsrail’in düzenlediği baskınla gerilimli bir atmosfere girdi. İsrail 2013 yılında Türkiye’den özür diledi.
Erdoğan’ın en iddialı olduğu alan kuşkusuz ekonomiydi. İktidarının ilk yıllarında hız kazandırdığı özelleştirmeler, dış yatırım için açtığı kapılar, dünya piyasalarındaki likidite bolluğu Türkiye’yi gittikçe daha cazip bir yatırım merkezi haline getirdi. İlk vaatlerinden biri IMF’den “daha fazla kredi almamaktı”. 2013 yılında IMF’ye olan borcun son taksitinin ödenmesini meydanlarda sıkça tekrarladı.
Yatırım yapacakların önündeki bürokratik engelleri kaldıracaklarını vadetti. Öyle de oldu. İnşaat sektörü Erdoğan döneminin yükselen yıldızı haline geldi. Enflasyon uzun yılların ardından tek haneli rakamlara indi. Gazetelerdeki “enflasyon canavarı” illüstrasyonları geride kaldı. Örneğin 2005 yılında bunun yerini “enflasyon düşüşü sürüyor” başlıkları aldı.
Ancak ekonomist Mustafa Sönmez, Kemal Derviş’ten alınan mirasın Erdoğan için önemli bir faktör olduğunu söylerken; özelleştirmeler, kredi veya borsa yoluyla 12 yılda “yaklaşık 400 milyar dolar para girişi” olduğunu belirtiyor.
Sönmez’e göre Erdoğan iktidarında “bu para iyi kullanılmadı” ve 2013 yılında bir kırılma yaşandı. Sönmez, bunun yanında “dünya konjonktürünün de değiştiğini” ve Türkiye’nin artık kırılgan göründüğünü söylüyor. Sönmez ekonominin büyümesinin ise başarı anlamına gelmeyeceğinin, bunun nasıl paylaşıldığının önemli olduğunu vurguluyor.
Van depremi: 2011 yılındaki Van depreminde AFAD’ın verilerine göre 644 kişi hayatını kaybetti. Kış aylarında gerçekleşen depremde hükümetin etkin şekilde yardım götürmediği en çok eleştirilen konu oldu. Yıllar sonra bile, Van’daki depremzedelerin kaldığı konteynırlarda elektriklerin ve suyun kesilmesi; ardından konteynırların kaldırılması tepki yarattı.
Soma faciası: 13 Mayıs 2014’te Soma’da, Soma Holding’in işlettiği kömür madeninde meydana gelen facia ise 301 madencinin canını aldı. Taziye için ilçeye gelen Erdoğan’ın danışmanlarından Yusuf Yerkel’in bir kişiyi tekmelerken çekilen görüntüleri ise öfke yarattı. Erdoğan’ın 1862 yılı İngilteresi’ndeki maden kazalarından örnek vermesi yine eleştirilere neden oldu. Erdoğan yaptığı açıklamada, “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok. Tabi işin boyutunun bu kadar fazla olması bizi derinden yaralamıştır. Bizi derinden üzmüştür” dedi.
Erdoğan bunun yanında, sorumluların hesap vereceğini ve kendilerinin bunun takipçisi olacaklarını söyledi. Ancak olay son yılların iş kazalarını da gündeme getirdi.
Erdoğan’ı hem Türkiye’de hem uluslararası arenada en zor durumda bırakan olay 17 Aralık’ta düzenlenen “yolsuzluk ve rüşvet” operasyonları oldu. Aralarında dönemin bakanlarının oğullarının da bulunduğu operasyonlar kabine değişikliğine giden yolu hazırladı. Erdoğan ise bu operasyonları kendisine, hükümete ve Türkiye’nin istikrarına ilişkin bir darbe olarak yorumladı. Hükümete geldiğinden beri yol arkadaşlığı yaptığı Fethullah Gülen’in cemaati ile kamuoyuna dershaneler nedeniyle yaşanılan tartışmanın ardından bu operasyonları bağları tamamen kopardı.
Erdoğan, Gülen cemaatini “haşhaşi”lik ve devlet içinde devlet kurmakla suçladı. Bugün de pek çok konuşmasında “paralel devlete” karşı mücadeleyi en üst sıralara koyuyor. Bu ayrışma polis teşkilatından, savcılara, hakimlere ve HSYK’ya kadar pek çok alanda değişimlere neden olurken, Gülen Cemaati iddiaları reddediyor ve Erdoğan’ı suçluyor.
BBCTürkçe