BDP AKP'ye 'he' derse PKK onu 'caş' ilan eder

BDP AKP'ye 'he' derse PKK onu 'caş' ilan eder

Murat Belge

(Taraf, 7 Nisan 2012)
 
Bir süre önce hükümetin Kürt sorununu ve çatışmayı sona erdirmek için benimsediği yeni strateji medyada yayımlandı, biliyorsunuz. Yayımlanan, tahmin ediyorum, özetin özeti bir şeydir, ama genel tutum hakkında bir fikir verir. Bana “fikir” verdiği kadar, akla yakın bulmadım, ama konuyu yeterince bilmediğim için dilimi tuttum, bekledim.
 
Geçen gün Başbakan alışıldık çocuk azarlama edasıyla BDP’ye bir şeyler söyledi. Malum açıklamada, PKK veya Öcalan’ın değil BDP’nin muhatap alınacağı söylenmişti. “Muhatap almak”tan kasıt buysa, işimiz var.
 
“Muhatap almak” her şeyden önce muhatabınla eşit düzeyde konuşmak demektir. Kapının önünde muhatabınla el sıkışma pozunda medyaya fotoğraf çektirdin; sonra onlar girdi, kapıyı kapatıp baş başa masaya oturdun; o zaman “Bak, arkadaş, şöyle şöyle davranıyorsun, öyle yapınca iş yürümüyor” de, ne söyleyeceksen söyle. Mutlaka söyle, çünkü böyle pürüzlerde nerede durulduğu bilinmeyince işler gerçekten yürümüyor.
 
Ama bu konuşmaları daha kapı kapanıp içeri girmeden, medyanın önünde yapıyorsan, gerçek “muhatap” o el sıkıştığın kişi olamaz. Sen medya yoluyla bambaşka bir kitleye hitap ediyorsun, “İşte muhatabım” dediğin kişiyi de buna alet ediyorsun demektir.
 
Ne diyor Başbakan, medya önünde BDP’ye? “Başka yerden emir alacaksan hiç gelme” diyor.
 
Peki, çatışma kimle kimin arasında? Bir tarafta devlet-hükümet, bir tarafta PKK yok mu? “PKK ile konuşmam, seninle konuşurum” diyorsun BDP’ye. Sonra da, “PKK ile ilişkini kes, benim yanımda dur” diyorsun. Peki, diyelim ki BDP ile bir anlaşmaya vardın. İyi de, bu, senin yanında durmayı kabul etmiş bir BDP. Onunla vardığın anlaşma PKK’yı niçin bağlasın?
 
Yani sonuç olarak ve özetle BDP’ye “Gel, birlikte PKK’ya karşı mücadele edelim” diyorsun. Bu, böyle durumların zorunlu kıldığı mantığa da aykırı, sözkonusu olayın tarihî seyrinin her adımına da aykırı.
 
BDP sana “he” diyecek olursa, “he” dediği anda, PKK onu “caş” ilan eder, SDP’yi kurar, yoluna devam eder. Birkaç harf değişikliği ile aynı yolda yürümeye –daha doğrusu yürümemeye– devam ederiz.
 
Şu koşullarda, öylesi mümkün olsa da BDP Kandil’le her türlü iletişimi kesmeye karar verse, Erdoğan’ın ayakkabılarının içinde duran gücün onu ikna etmesi gerekir ki, bu iletişim kesilmesin, kesildiyse yeniden kurulsun vb.
 
Ama, hayır, BDP ile “barış görüşmesi” yapmayı, BDP’nin senin yanında PKK’yı lânetlemesi koşuluna bağlıyorsun, böyle yaptığını o demecinle kamuoyuna ilân ediyorsun. Yahu, bütün bu patırtı, biz Türkler’in Kürtler’e “Siz ikinci sınıfsınız. Bizim dediğimizi yapmakla yükümlüsünüz. ‘Türk’üm’ demeye diliniz varmıyorsa, ‘Ne mutlu Türk’ün hizmetinde olmak’ deyin. Biz de size birkaç hak tanıyalım” tavrından doğmuyor mu? Kafamız azıcık bozulunca, “Ne istiyor bu nankör herifler? Daha ne vereceğiz bunlara? Tepemize çıktılar. Hadlerini bildirmek lazım” söylemine gire gire, iki halk arasında güven imkânını ortandan kaldırdık. Şimdi gene aynı oyun, biraz değişmiş kelimelerle.
 
Kapıyı kapatıp masaya oturmadan önce, “muhatap” dediğin kişinin yapamayacağını bildiğin (ayrıca yapılması doğru veya gerçekçi de olmayan) bir şey yapmasını istediğini kamuoyu önünde ilân ediyorsan, niyetin belli, “İşte, gene başka yerden emir alıyorlar” diyeceksin. Durum böyle olduğuna göre onlar “muhatap” olamayacaklar. Ötekilerin olmadığını zaten ilan etmişsin.
 
Yani, nedir senin niyetin? Nedir çözüm yöntemin?
 
Gelsin Uludere’ler.
 
Tabii bir başka strateji düşünülebilirdi: 20 yıl önce, 30 veya 50 yıl önce, 90 yıl önce... Buna sonradan gelelim.