BDP, Kandil vesayetine dur demeli

BDP, Kandil vesayetine dur demeli
Selin ONGUN -T24[email protected]   Referandum sonuçlarından PKK'nın “eylemsizlik” kararının akıbetine, Güneydoğu'daki dini cemaatler ile örgütlerin neler yaptığına dek uzanan “Güneydoğu’da neler oluyor?” dosyamızın son konuğu,  şiddeti reddeden Kürtler arasında saygın bir yeri olan Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilcisi ve eski Diyarbakır Barosu Başkanı Dr. Sezgin Tanrıkulu. “Oyalayıcı” tavırları nedeniyle bu diziye görüşleri yansımayan BDP temsilcilerine de sayfalarımızın açık olduğunu tekrar not ederek, Dr. Sezgin Tanrıkulu’nun değerlendirmelerini aktarıyoruz.  ‘Batmanlılar mayın tuzağına öfke duydu ama hesabını sandıkta görmedi’ -Sezgin Bey bölgedeki referandum sonuçlarını sizinle konuşacaksak, bizce birinci madde şu olmalı; Batman’daki sonuçlar size yeniden “Lanet olsun” dedirtti mi? Benim lanet olsun dediğim ve hâlen de aynı noktada olduğum sonuç ile boykot farklı şeyler.  -Anlatın, nedir fark? Ben açık biçimde kullanılan yönteme, silahlı yönteme,  bu yöntemde artık insanlığa karşı suç olarak kabul edilen ve savaşta en ağır tuzak olan mayın yöntemine, “lanet olsun” dedim.  Her kim olursa olsun, ölenlerin kimliğinin dışında gelişen sonuca “lanet  olsun” dedim. Kürtler adına, Kürtlerin özgürlüğü adına, talep edilen siyasal sonuçlar adına bu yöntemler “kullanılamaz” dedim ve buna karşı çıktım. Dolayısıyla bu tutum referandum sürecinden bağımsız bir tutumdu.  -Ya referandum? Ben referandum sürecinde “evet-hayır “ tutumundan bağımsız olarak Kürtlerin sandığa gitmesini,  bunun teşvik edilmesi gerektiğini, eğer boykot olacaksa bunun sandığa gitmeyerek değil, gidilerek ortaya konulması gerektiğini savundum.  -Biz sorumuzu yineleyelim; Batman’daki sonuçlar size yeniden “Lanet olsun” dedirtti mi? Bence boykota rağmen Batman’da yüzde 40’ın sandığa gitmesi önemli bir katılım.  -Batman Barosu eski Başkanı Sedat Özevin, İHD  Batman Şubesi eski Başkanı Sadi Özdemir, ağabeyi eski HEP’li Salih Özdemir ve kardeşi Sıddık Özdemir’in hayatını kaybettiği mayın tuzağından sonra kaleme aldığınız o cesur yazıdan bir alıntıyla soralım o zaman: “Bir iki sözüm de Batmanlılara. Kaybettiğimiz hiçbir yaşamı geri getiremeyiz. Ama Sedat'ın olduğu yerde, hele yaşamını yitirdiği yerde yaşam durmalıydı. Ama olmadı. Bu mudur hak ve adalet duyarlılığınız? Bu mudur vefa ve sadakat iradeniz? Bu mudur özgürlük ve demokrasi özleminiz? Bu mudur barış ve dostluk hedefiniz? Kaç gündür neredesiniz?”  Şimdi Selin Hanım gerçekler var; BDP ve bu siyasal çizginin tabanı disiplinlidir. Evet, bu mayın tuzağından sonra Batmanlıların canları yanmıştır, öfke duymuşlardır ama bu psikoloji tabanın siyasal tutum ve tercihini değiştirmeye yol açmaz, açmamıştır. Dolayısıyla, “Boykota katılmayalım. Bunun hesabını sandıkta görelim” gibi bir durum oluşmaz, oluşmamıştır. Her şeye rağmen vefa ile bağlı kalınır. Böyle de olmuştur. Fakat, bu halkın hafızası balık hafızası değildir. Bu eylem ve sonuç bir yerlerde kayıtlıdır. Bugün biz karşı çıktık ama artık bu tür hiçbir eylem ve yöntem yanlışlıkla lokal durumla açıklanamaz. Dolayısıyla olan, insanlarımızın ve dostlarımızın ölümüne, onların acılarını içlerinde hissedenlere olmuştur. Fakat bu yöntemlerin sorgulanması noktasında Batman’da yaşananın önemli bir kavşak olduğu not edilecektir.  ‘Hain ilan etmek Kürtlerde neredeyse alışkanlık oldu’ -Aslında biz de bunu sorguluyoruz; bu “resim” Kürtlere ikinci bir “lanet olsun” çığlığı attırmıyor mu? Kürtler kesinlikle bu yönteme, bu yöntemin ortaya çıkardığı sonuçlara “lanet olsun” diyorlar. Artık Kürtler geçmişte olduğu gibi “Bu bir savaştır, böyle yanlışlar olur,  susalım” noktasında değil. Sorun Kürtlerde değil onlar adına siyaset yapanlarda. Aydınlarda, söz söyleme imkân ve araçlarına sahip olanlarda. Susanlarda.  -Siz susmadınız, peki bu yazınızdan sonra bir “uyarı” aldınız mı? Ben o yazıyı bütün içtenliğim ve inancımla kaleme aldım. Kuşkusuz o yazı da örgütün ve bazı çevrelerin hoşuna gitmedi. Bunu da birkaç yazıyla dile getirdiler. Zaten önemli olan sorumlulukta “rahatsız” edici olmak değil mi? Ancak “rahatsız edici” olursanız bu şiddetin, yöntemlerin yanlışlığı toplumda daha iyi anlaşılır. Gerisinin bir önemi yok.  -Bizim bildiğimiz Mustafa Karasu imzalı bir yazı yayımlandı ve “uyarıldınız”?  “Bu süreçte bu tip yazılar savaşa hizmet eder” gibi şeyler yazdı. Bu benim şiddete ilk karşı çıkışım değil, bu yazılan da ilk değil. Ben bugüne dek bu değerlendirmelere hiç cevap vermedim. -Ama bu kez “hain” ilan edildiniz?  (Gülümsüyor) Şöyle, ben bu “hain” ilan edilme meselesini çok ciddiye almıyorum. Hayatımın merkezinde tutmuyorum. Çünkü Kürtlerde artık bu neredeyse alışkanlık oldu, seninle aynı fikirde değil mi; “hain” de, gitsin. Ben işimi yapmaya devam ediyorum. Bence burada daha ciddi mesele şu; PKK kendi hukukuna bile uymuyorsa, mücadele ettiği devletten ne hukuku bekleyebilir?  ‘Batman hadisesinden sonra örgütte denetime açık oldukları konuşuldu’  -Bu söylediğiniz tabanda ne ölçüde sorgulanıyor?  Silahlı yöntemle mücadele devam ettiği sürece, bu tür işler zor sorgulanır. Bu kadar mağdur olmuş, canı yanmış bir toplumdan bunu şu an için beklemek pek gerçekçi değil. Fakat Batman hadisesinden sonra önemli bir şey oldu.  -Nedir? Söyleşiden önce sormuştunuz; “Batman’daki mayın saldırısından sonra ne olsaydı Batmanlılar meydanda toplanıp, ‘durun’ derlerdi?” İşte bu bağlamda bence “milat” sayılabilecek görüşmeler yaşandı. Değişik kanaat önderlerinin, örgütün sorgulanamaz oluşunun, örgütün denetim mekanizmalarını kendi içerisinde ne kadar yetersiz olduğunun, örgütün değişik yelerinin nasıl manipüle edilebildiğini dışarıya yansıtmadan tartıştığını biliyoruz. Kürt meselesi temelinde bu yeni ve önemli bir gelişme, ciddi bir başlangıçtır. Ara değerlendirme toplantısında da (Kandil’i kast ediyor) bu tip bir denetime açık olduklarını, bu tip görüşlere saygı göstereceklerinin konuşulduğunu duyduk.  -Ya şu olasılık; yönetici olmayan dağ kadrosunda örneğin Batman hadisesine ‘lanet olsun’ diyenler var mıdır?  Olduğunu düşünüyorum ama neticede bunu dillendirmek zordur.  ‘Kandil düdük çalsa 5 bin ile 10 bin genç dağa çıkmaya hazır’ -Aslında ateşkes tartışılırken belki de sahiden projeksiyon tutulmayan bir alan var; sokaktakiler… “Bu halk artık savaş istemiyor” söylemine çok tanıdığız. Fakat  örneğin yaptığımız görüşmelerden birinde duyduk ki, son bir yıl içinde Hakkâri’de 400 genç insan dağa çıkmış.  Önemli bir nokta; atlıyoruz, konuşmuyoruz… Yoksulluk, eğitimsizlik, çatışma içinde hiç barış görmeden büyüyen önemli bir genç nüfus var bölgede. 13 ile 26 yaş aralığında uzanan bir kuşak. Şimdi Kandil düdük çalsa 5 bin ile 10 bin genç bu çağrıya “evet” demeye hazır. Demokrasinin araçlarının kullanımı noktasında inancı olmayan, sorunun şiddetle çözüleceğinde hemfikir,  travmatik bir ortamda büyüyen genç insanlar bunlar. Ve arkadan gelen bu kuşağın savaşa katılması halinde daha kontrol edilemez bir alana sürükleneceğiz. BDP’ye “Siz şimdiye dek hangi siyasal başarıyı elde ettiniz? Silahların susması ne fayda sağlayacak?” diyen bir kitle de var. Bunu görmezden gelmek, zaten ikinci bir “inkâr” sürecini devreye sokabilir. Şimdi eylemsizlik sürecinin de bunlara rağmen devam ettiğini dikkate almak gerek.  ‘Kürt siyasetindeki dağ vesayetini sona erdirmek BDP’nin sorumluluğu’ -Örgütün yönetici kadrosunda özellikle açılımdan bu yana “iki başlılık” olduğu söyleniyor. Hatta örgüt içindeki çatışmak istemeyenlerin BDP’nin onlara lokomotif olamadığı için eleştirildiğini duyuyoruz.  Dolayısıyla bu zemin eşliğinde soralım; Kürt siyasetindeki dağ vesayetini, dağdaki “ateşkesçilerin” sonlandırabileceğini düşünenler ne kadar gerçekçi?  Kürt siyasetindeki dağ vesayetini sona erdirecek olanlar Ankara’daki Kürtlerdir. Ben bunun sorumluluğunu hiçbir zaman dağdakilerde bulmam. Dağdaki kadrolar kendilerini daha güvenli bir zeminde bulmak ister;  bu çok anlaşılır bir şey. Dağ vesayetini sonlandırmak, Ankara’da siyaset yapan Kürtler’in sorumluluğudur. Geçen 20 yıla bakarsanız, Kürtlerin elinde 20 yıllık bir siyaset takvimi de vardır. Bu az bir şey değildir. Siyaset yapanlar dağdakiler kadar “risk” almışlardır.  ‘1990’larda Kürtler için Ankara’da siyaset yapmak, dağda olmaktan zordu’ Bence 1990’lı yıllarda Kürtler için Ankara’da siyaset yapmak, dağda olmaktan daha zordu. Dolayısıyla şimdi BDP’liler dağdakilere, “Kardeşim risk ise, biz de sizin kadar risk aldık, bedel ödedik. Şimdi bize güvenin ve zaman verin. Siyaset işini bize bırakın, eylem, saldırı yapmayın, durun” diyebilmeli. Çünkü siyasi hedefler bu silahlı ortamda elde edilemez. Çekingen de olsa artık askeri kanadın yöneticileri de silahlı mücadeleden sonuç alınmadığını söylüyor. Bunu üstü kapalı olarak dile getiriyorlar çünkü sonuç itibariyle komutalarında olan beş binden fazla silahlı kadro var. Yönetimlerinde böyle bir kadro varken aksini söylemelerini beklemek gerçekçi değil.  ‘Hükümet randevuyu iptal ederek BDP’yi mahkûm etmeye çalıştı’ -Analizlerinizde “gerçekçi olmak”tan hareket etmeye özen gösterdiğiniz için soralım:  “Eylemsizlik” kararının uzatıldığı şu günlerden itibaren BDP böyle bir açılım yapabilir mi?  BDP’nin neyi ne kadar yapmaya çalıştığını basından izlemeye çalışıyoruz. Hoş bunun dışında gözlem ve bilgilerimiz var tabii. Örneğin referandumdan hemen sonra görüşme talebi ve sorunun çözümüne dair girişim BDP’den geldi. Bu talep kabul edildi. Ancak Hakkâri’deki provakasyon gerekçe gösterilerek iptal edildi. Aslında hükümet önce randevu vererek ve ardından iptal ederek kamuoyunda siyasal temsilcileri peşinen mahkûm etmeye çalışıyor. Söyler misiniz; Meclis’te grubu bulunan bir partinin genel başkanlarına verilen randevuyu iptal etmek, ne demek? Siz, hükümet olarak, olanı ortaya çıkarmakla mükellef değil misiniz? Hangi bağlantıyı buldunuz da verdiğiniz randevuyu iptal ettiniz? ‘Kürt siyasal hareketi Kandil’e, eylemleri durdur, diyebilecek yeterlilikte’  -Aslında burada cevabı işaret fişeği olacak bir soru var;  Kürt siyasetinin demokratikleşmesi sürecinde neyi “devrim” sayarsınız? Örneğin BDP’nin Kandil’e “Eylemleri durdur, siyaseti bize bırak” demesi, bu anlama gelir mi? Evet, Kürtler ve Kürt siyasal hareketi bu örgütlülük ve yeterlikte bence. Siyasetin araçları, ölüm dışında ağır bedelleri de olsa, bunu sağlayacak olanaklara sahip. Dolayısıyla bunu kendi meşruluğu ve muhataplığı açısından daha açık şekilde dile getirmeli. Bunun koşulları var, hatta zamanı geçiyor.  ‘Gülen cemaatinin aldığı mesafeden PKK rahatsız’ -O halde bir varsayım; BDP bunu demezse, PKK şiddette ısrar ederse, bu şık bölgede İslamcı hareketleri güçlendirir mi?  Şu bir gerçek; bugüne dek PKK’nin bölgedeki örgütlenmesini kimse kıramadı. Fakat Gülen cemaati genel olarak çok iyi örgütlenen bir hareket. Gülen cemaatinin şu an bölgede bence kitlesel bir hacmi yok fakat faaliyetleri ile bu yönde önemli mesafe aldılar. Doğal olarak PKK de bundan rahatsız. Fakat bölgedeki Gülen cemaati-PKK çekişmesi yeni bir durum değil. Örneğin üç yıl önce Diyarbakır’da yani bölgenin en büyük kentinde düzenlenecek Abant Toplantısı’nı yaptırtmadılar. Toplantının yapılacağı otelin sahibi tehdit edildi, katılımcılar tehdit edildi. Varsayım değil mevcut üzerinden gidecek olursak, önümüzdeki resim bu. ‘Başkanlık sistemi için referandum olsa, Öcalan boykot der’ -Şimdi bir tartışmamız daha var; başkanlık sistemi. Kürtler, başkanlık sistemine sıcak bakar mı? Başkanlık sistemi Kürtler için özerklik gibi çekici bir laftır. Ama genel olarak sokaktaki Kürt’e “başkanlık sistemi” dediğinizde aklına Öcalan gelir. -İmralı’dan henüz başkanlık sistemi için “not” çıkmadı, değil mi? Hayır, ama olumlu bakacağını zannetmiyorum. Başkanlık sistemine geçiş için mesela bir referandum olsa, “Boykot” çağrısında bulunabilir.