Cengiz Çandar
(Radikal, 28 Mart 2012)
Kürt sorunu”nun çözümü için BDP’nin (kapatılmadan önce DTP’nin) “muhatap” alınması gerektiğine ilişkin dilimizde tüy bitti, yazdığımız yazıların mürekkebi tükendi.
Siyasi iktidar bu yaklaşımı pek benimsemedi. Her biri aynı sonuca çıkan yani BDP’yi “muhatap almayan” ve bir bakıma “adam yerine koymayan” farklı gerekçeler ileri sürüldü: 1- BDP, terörle (yani PKK ile) arasına mesafe koymazsa, onunla görüşülmez.
2- BDP’nin kendisi kendisini “muhatap” olarak görmüyor, sürekli olarak İmralı’yı ve Kandil’i işaret ediyor.
3- BDP, siyasi inisiyatif alamıyor. İplerini İmralı’ya, Kandil’e bırakmış vaziyette. Bu durumda “Aslı varken suretiyle görüşmeye ne gerek var” hesabı, BDP ile görüşmek yerine, doğrudan İmralı ile ve Oslo’da ortaya çıktığı haliyle Kandil’le görüşmeler yoluna girilmişti.
Bu “süreç”ten hesaplanan sonuç –o neyse- çıkmayınca, bugüne dek pek “denklem içi” görülmeyen BDP’yi “muhatap” alma eğiliminin devlet katında güçlendiği dikkat çekiyor.
Bugüne dek BDP’nin “muhatap” alınmamasına ilişkin olarak ortaya konulan gerekçeler pek isabetli sayılmazdı. BDP’nin kendisi yerine İmralı ve Kandil’i “muhatap” olarak önerdiği doğru değil. BDP, her vakit bu talepte bulundu. Ama, işin “silahlı boyutu” ya da popüler deyimiyle “terör”ü sona erdirmenin kendisinden beklenemeyeceğini, bunun müzakeresinin “silahlı mücadeleyi kim başlattıysa, onun kararını kim verdiyse” onunla yapılabileceğini belirterek PKK’yı, “muhatap” olarak ama sorunun o “boyutu”nun “muhatabı” olarak gösterdi. Yoksa, “Benimle konuşacak bir şey yok. Başka kapıya gidin” demedi.
2009’da “Açılım”ın başladığı ilan edildiği vakit, Başbakan, o dönem DTP Eşbaşkanı olan Ahmet Türk’le topu topu bir kez ve sadece 40 dakika görüştü. O dönem boyunca, İmralı’da Abdullah Öcalan ile ve Oslo’da da olduğu öğrenilen Kandil ile görüşmeler, DTP-BDP’den gizli-habersiz yürütüldü. Bir yandan, “PKK seçmen tabanı”nın oylarıyla seçilmiş olmanın meşruiyetine sahip olmasına rağmen devletin dışladığı, diğer yandan “devlet”le “mahrem görüşmeler sürdürme”nin rehavetindeki PKK’nın siyasi kararlarda pek ırgalamadığı BDP ne yapabilirdi?
PKK’nın BDP’nin elini kolunu serbest bırakmasını istemekten, iktidar partisini BDP’yi muhatap almaya çağırmaktan ve bu arada BDP’ye de “Artık sen de rüştünü ispat et” demekten başka, bizler ne yapabilirdik?
Bugün vardığımız noktada, BDP üzerinde yoğunlaşan “sorunun müzakere edileceği muhatap” beklentileri, böyle bir geçmişin bütün kamburlarını ve “enfeksiyonu”nu taşıyor. İmralı ve Kandil ile palamarlarını toptan çözmüş, İmralı ve Kandil’le, özetle PKK ile hiçbir bağı kalmamış bir BDP’nin oynayabileceği hiçbir anlamlı rol yok. BDP’ye yönelik böyle bir beklenti varsa, bu bir “ham hayal”dir.
Tam tersine, BDP’nin bütün anlamı, PKK ile “zihinsel” ve hatta bir bakıma “bedensel” ortaklığıdır. BDP, PKK ile bağlarını koparması ile çözüme katkı sunacak bir “muhatap” haline gelemez; tam tersine PKK ile “organik” beraberliğinden yararlanılarak, PKK’yi “silahlı mücadeleyi terk etme”ye ikna edebilecek bir “muhatap” olarak rolü güçlendirilirse, yararlı bir “muhatap” haline gelebilir.
BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın dün “Bıraksınlar resmi olarak İmralı’ya, Kandil’e gidelim. Meclis karar alsın, bir heyet kursun, heyetle gidelim. Biz çözümlerin hiçbirine kapalı değiliz” sözlerini sarf etmesi, çözüm yönünde değerlendirilebilecek bir “fırsat penceresi” olarak görülebilir.
Gültan Kışanak, “Silahların susmasının tabii ki müzakerenin ilk koşulu” olduğunu belirterek, “Bu iktidar müzakereci olsun, BDP rolünü oynamaya, silahları susturmaya, bunun koşullarını yaratmaya hazırdır” dedi.
Üzerinde yorum gerektirmeyecek kadar iddialı ve önemli sözler. BDP’ye, “Devlet”in yeni “gözde adayı” olarak oynaması beklenen rolü oynayabilmesi için gerekli “siyasi iklim” yaratılmak zorundadır. BDP örgütünün, binlerce mensubu, aralarında belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, il başkanları, ilçe başkanları KCK tutuklusu iken, BDP, “siyaseten reşit” sayılarak herhangi bir rolü oynayabilir mi?
Dil değiştirilmek zorundadır. BDP, “terör örgütünün siyasi uzantıları” sıfatı altında, üzerine bu etiket yapıştırılmış bir şekilde, “barış” için anlamlı bir rol oynayabilir mi? BDP’yi bir siyasi “korucu aşireti” gibi kullanarak, PKK’nın tasfiyesinde ve “Kürt sorununa çözüm”de rol alması beklenebilir mi?
Tabii, bir de PKK’nın konumu var. PKK’nın yazarları, “Suriye rejimi ile aynı safta oldukları”na ilişkin gözlemlerimize ne derlerse desinler, itiraz ederlerse etsinler; gerçek değişmiyor. PKK, bugün “İran-Suriye ekseni” üzerinde saf tutmuş bir halde. En azından, Türkiye’deki iktidarın algısı bu yönde ve PKK’yı “Suriye rejimi safı”nda görmekten pek memnunlar. PKK’nın “bölgesel denklem”de “kaybetmesi kaçınılmaz tarafta” yer almasının kendi sonunu getireceğini de düşünüyorlar.
PKK’nın Türkiye’de silahlı eylemlere girişmesi de, Türkiye’nin “bölgesel karşıtları”nın “Suriye dosyası”yla ilgili, Türkiye’nin Suriye politikasını boşa çıkarmaya yönelik, “kanlı taşeronluk” olarak değerlendirilecek. Nevruz sonrasında PKK’nın Suriyeli Kürt askeri yetkililerinin, Türkiye’de “silahlı mücadeleyi tırmandıracakları”na dair beyanları, kendisine ilişkin bu değerlendirmeyi haklı çıkartacak nitelikte. PKK’nın yaz başında ilan ettiği ama Türkiye’nin Kürt halkını seferber edemediği –eğer bir provokasyon değilse- sersemce bir “stratejik hata” olan “devrimci halk savaşı” nasıl tutmadıysa, mevcut “bölgesel dengeler”de PKK’nın Türkiye’deki silahlı eylemlerinin elde edeceği bir siyasi sonuç olamaz ve sonuçta PKK, gerçekten Suriye rejimiyle birlikte tarih çukuruna yuvarlanır.
PKK’nın “silahlarını şartsız ve süresiz susturduğunu ilan etmesi” gerektiğini aylardır söylüyoruz. Böyle bir gelişme, BDP’nin oynayabileceği rolü kendiliğinden güçlendirir.
Bununla birlikte, PKK’nın “silahlı eylemleri”ni arttırması, Türkiye’nin, esas olarak, doğru yöndeki Suriye politikasının etkisini kırabilir. “Kürt sorunu” konusunda eski, bilinen yanlışlarda ısrar edilirse, BDP doğru değerlendirilmez, doğru yere oturtulmaz, oynayabileceği olumlu role imkân verilmezse, bu, bugünkü koşullarda Suriye rejiminin (ve PKK’nın) ömrünün uzamasına yarar.
Türkiye’nin “Kürt sorunu” ile Suriye’deki gelişmeler, artık birbirine bağlandılar...