Eski Saadet Partili Mehmet Bekaroğlu, CHP, özgürlükler ve demokrasi konusunda AKP’nin bir adım önünde olmalı dedi. Bekaroğlu’na göre IŞİD’in bakışıyla AKP’nin bakışı arasında büyük fark yok. “Terör örgütü IŞİD’le AK Parti aynı, demiyorum" ifadesini kullanan Bekaroğlu, "Araçları farklı elbette ama mantıkları aynı: “İktidarı el geçireceğiz, iktidar gücüyle toplumu dönüştüreceğiz, nesiller yetiştireceğiz” diye konuştu.
CHP’den gelen partiye katılma daveti için de konuşan Bekaroğlu, kendisinin CHP’yi sol parti olarak görmediğini kaydetti. Bekaroğlu, "CHP değişir dönüşürse, Türkiye çok rahat değişir dönüşür" dedi.
Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek’e konuşan Bekaroğlu'nun açıklamalarından satırbaşları şöyle:
CHP’nin davetiyle ilgili yaptığınız açıklamada, “CHP, önemli bir parti” dediniz. Neden önemli CHP?
CHP değişir dönüşürse, Türkiye çok rahat değişir dönüşür. CHP, anahtar parti. Anahtar, çünkü ana muhalefet partisi. Anahtar, çünkü yüzde 25 oy alan bir parti. Anahtar çünkü, cumhuriyeti kuran, demokrasiye geçişte rol alan, daha sonra demokrasinin gelişmesine takoz olan, 28 Şubat’a dolaylı şekilde destek vermiş olan, Türkiye’de bütün bu tartışmaların göbeğinde yer alan bir parti. Anaakım siyasetlerden biri, özgürlükçü, adaletçi bir siyaset ortaya koyabilirse, AK Parti’yi de değiştirir, Türkiye’yi de dönüştürür. Mesela, Oslo’da, Kürt sorunuyla ilgili “Bu iş çözülsün” diye konuşulmaya başladığından bu yana kaç Türk ve Kürt genci öldü? “Kabahat CHP’nindi” demiyorum ama CHP “Demokratik bir ülkede, bu mesele şu şekilde çözülür” diye AK Parti’nin ensesinde olsa, bugün nasıl olurdu Türkiye?
CHP nasıl değişmeli dönüşmeli sizce?
CHP’nin sağa yanaşmasının hiçbir anlamı, hiçbir karşılığı yok. Sağ muhafazakar bir parti zaten var Türkiye’de. CHP sol/sosyal demokrat bir parti olmalı, özgürlükleri savunmalı. Alevilerin ve dinsel azınlıkların da sorunları var ama Türkiye’nin iki sorunu çok yakıcı; onlar aşılmazsa diğerleri de aşılamaz. Bir; din sorunu. İki; Kürt sorunu. CHP, bu konularda en tutucu parti olarak görülüyor.
Bu konularda ne yapmalı CHP?
CHP’nin, “Hayır! Kimlikler asla siyasetin konusu olmamalı. Dindarların giyim kuşamı, yaşama tarzıyla ilgili bizim söyleyecek hiçbir şeyimiz yok. Geçmişte yapılanlar hataydı. İktidar olduğumuzda bu hakları kısıtlamayacağız, tersine bunların garantisi olacağız” demesi gerekir. Kürt konusuyla ilgiliyse, “İlkelerimizden birisi milliyetçilik ama burada bir etnik yapının diğerlerinden üstün olduğunu savunmuyoruz. Türkiye’nin bütün halkını kastediyoruz, hiçbir ayrım yok, eşit yurttaşlık esastır” demeli. Ve bunu göstermeli. Sorunun çözümü için ne gerekiyorsa onu yapmalı. Ne gerektiği de belli zaten. Kürtler ayrı bir etnisite, ayrı dilleri, ayrı kültürleri var. Bir sosyal demokrat parti, farklılıkların birlikte yaşamasının formülünü geliştirmeli ve bunu net bir şekilde söylemeli.
Başka bir şey daha var, sosyal demokrat partinin söyleyeceği...
Nedir o?
Refahla ilgili bir şey söyleyecek. İktidar olmak istiyorsanız, halka, büyümenin süreceğini, ekonomik refahın, imkânların adil bir şekilde dağıtılacağını anlatırsınız. Kimseye imtiyaz sağlanmayacağını, devlet gücünün sadece dezavantajlı grupların lehine kullanacağını söylersiniz. Şunu söylüyorum: Türkiye farklılıkların bir arada yaşadığı, Alevisi, Sünnisi, diğer inanç gruplarıyla, kültürel kodları itibariyle Müslüman bir ülke; CHP böyle bir ülkede, bu ülkenin diline ve kültürel kodlarına uygun bir sol/sosyal demokrat program geliştirmeli.
Ülkenin gidişatına dair kaygılanıyor musunuz?
Bu ülke bizim ülkemiz; çocuklarımız, torunlarımız var. Nereye doğru gittiğimizi görün! Ben 60 yaşına geldim. 1960 sonrasını, Menderes’in asılması hatırlıyorum, 12 Eylül öncesini yaşadık. Siyasette tepede yapılanlar dolayısıyla toplumun bu kadar gerildiği başka dönem hatırlamıyorum. Erdoğan, geldiğinden beri toplumdaki fay hatlarını müthiş şekilde kaşıdı ve kimlikleri siyasetin aracı olarak kullandı. Bir grubu ötekileştiriyor, hatta şeytanlaştırıyor ve “Onlar gibi olmayanlar, bizim tarafta toplansın” diyor. İktidarın nimetlerini kendi yandaşlarına dağıtıyor, öbürlerine hakaret ediyor. Çok tehlikeli bir noktaya geldik.“Efendim, Türkiye, Suriye ya da Irak değil” deniyor. Doğru, değil... Ama olmayacağına dair garanti yok. Bu şekilde, imkânlar belli grupların elinde toplanır, diğerleri mahrum edilirse, insanların üzerinde baskı yoğunlaşırsa, Suriye’de olanlar Türkiye’de olabilir. Aklı başında kim varsa, bunu önlemek için gayret etmeli. CHP bunu yapabilir, yapmalı. Sosyal demokrat bir programla, siyaseti, kimlik siyaseti olmaktan çıkarıp, AK Parti’nin siyasetini açığa düşürebilir.
Özgürlükler açısından problemli bir tarihi olan CHP, özgürlükçü bir parti algısı yaratabilir mi insanlarda?
Mevcut algıyı kıracak önemli sembolik çıkışlar yapması gerekiyor. Değiştiğini olaylarda pozisyon alarak göstermesi gerekiyor. Mesela, AK Parti diyor ki, “Anadilde eğitim tamam ama özel okulda olsun.” CHP, “Ne demek özel okul!” diyecek. Anadilde eğitim olacaksa -ki haktır, olacaktır- teknik olarak tartışacağız, en iyisi neyse öyle olacak. Bir sürü yolu var. Mesela çocuk okula anadiliyle başlıyor, sonra resmi dili öğreniyor. Ayrıca üçüncü bir dil öğreniyor.
Yani CHP, AKP’nin bir adım önüne geçecek.
Özgürlükler konusunda elbette sosyal demokrat parti, sağ muhafazakâr partinin önünde olmalı. Ve belki geçmişine dair bazı konularda çıkıp, yanlış olduğunu söylemeli.
Geçmişiyle hesaplaşmalı...
Yüzleşmeli ve bunu açık bir şekilde yapmalı. Bakın, Rahmetli Ecevit 70’lerde nasıl iktidara geldi? Bir, CHP’de statükoyu, İnönü’yü devirdi. İki, 12 Mart müdahalesine karşı çıktı. Üç, önemli sol politikaları halkın anlayacağı dille anlattı; Müslüman bir toplumda solculuk yaptı. Şimdi Kılıçdaroğlu, bunları tekrarlarsa -ki bana göre bunları yapmaya çalışıyor- CHP geçmişiyle hesaplaşırsa, demokrasiyi “ama”sız savunursa, darbelere karşı çıkarsa, “insanca, hakça bir düzen” derse, bu halk niye rey vermesin CHP’ye...
Ahlaktan etek boyunu anlıyorlar
CHP’nin sizi davetiyle ilgili bazıları “CHP sağa kayıyor” diyor. Siz, siyasi yelpazede kendinizi ve CHP’yi nereye koyuyorsunuz?
Bazıları kızabilirler ama ben CHP’yi tam olarak sol/sosyal demokrat bir parti olarak görmüyorum. Buna gayret eden bir parti olarak görüyorum. Bense sağcı falan değilim. Dünyada sol; adaletten, eşitlikten, ekmekten, emekten yana siyasettir. Bu anlamda solcuyum. Aynı zamanda Müslümanım ve dindar bin insanım. İslam da yetim hakkından, dürüstlükten, çalışanın hakkından, zenginliğin belli ellerde dolaşan bir güç olmamasından söz eder. Mülkiyet kavramını ciddi şekilde ele alır, israfı reddeder. Benim siyasette bulunmamın sebebi de Müslümanlığımla ilgilidir ve bana göre bir Müslüman siyaseti toplumun özgürleşmesi amacıyla yapar.
Toplumun “Müslümanlaşması” amacıyla yapmaz, öyle mi?
Yapmaz. İnsan yeryüzüne imtihan için gönderilmiştir ve özgür iradesiyle test edilir. Özgür iradenin test edilmesi özgür olmayı gerektirir. Dolaysıyla ben siyasetle uğraşan bir Müslüman olarak, tüm insanların güvende olmasını, hiçbir insanın ekmeğiyle ilgili bir sıkıntısının olmamasını, geçimini kimseye el avuç açmadan sağlayabilmesini ve düşünceleri ve inançları konusunda özgür olmasını amaçlarım. “İnsanları Müslümanlaştırmak,” “dindar nesiller yetiştirmek..” Bunlar, devletin işi değil.
Amaç, özgür nesiller yetiştirmek mi olmalı?
Özgür “insan.” Nesil yetiştirmek iddiası bile bana yanlış geliyor. Devlet, şöyle ya da böyle nesil yetiştirmez, eşit olarak tüm yurttaşların temel eğitim almasını sağlar. Hepsi o kadar. Ağır olacak ama söyleyeceğim; mantık olarak IŞİD’in bakışıyla AK Parti’nin bakışı arasında büyük fark yok. “Terör örgütü IŞİD’le AK Parti aynı” demiyorum. Araçları farklı elbette ama mantıkları aynı: “İktidarı el geçireceğiz, iktidar gücüyle toplumu dönüştüreceğiz, nesiller yetiştireceğiz.”
Müslümanlıkta insanları kendince doğru olan yola, İslam’a çağırmak, yok mudur?
Vardır tabii. Ben bunu yapıyorum. Ama devlet yapmaz. Yoksa, tabii vakıflar, dernekler, cemaatler olacak. Aynı zamanda Hıristiyanlar ve diğer inanç grupları da bunu yapabilecek. Devletin görevi, özgürleştirmek. Birileri, baskıyla insanların özgürlüklerini engelliyorsa devlet bunu bertaraf eder. Bir de dezavantajları ortadan kaldırır. Mesela, ben engelliysem devletin görevi benim de diğer yurttaşlar gibi kamu hizmetlerinden yararlanmamı sağlamaktır. Müslümanlık bu işi böyle görür.
Böyle görmeyen çok sayıda Müslüman da var...
Evet, Emevi’yle başlayan başka bir gelenek daha var. Saltanat geleneği var. Maalesef hakim gelenek de budur. “İslam dünyasında cennet var” demiyorum ki, vesayet, dayatma, tiranlık da var. Özgürlükçü, adaletçi okuyanlar da var. Zaten tarihi mücadele böyle geliyor. Muaviye de var, Hz. Ali de, Ebuzer de... Yezid de var, Hz. Hüseyin de.. Önemli olan, kimden yana duruyoruz. Ben, Hz. Ali’den, Ebuzer’den, Hz. Hüseyin’den yana duruyorum.
AK Parti, Emevi geleneğinin parçası mı?
Kesinlikle oraya düşmektedir. Devlet gücünü ve imkânlarını tekelleştirmiştir.O imkanları, muhaliflerin aleyhine, onları sindirmek için kullanıyor.
12 yıllık AK Parti iktidarında, Müslümanlar genel olarak nasıl değişti sizce?
Olumsuz değişti. Öncelikle duyarlılıklarını, vicdanlarını, adalet ölçülerini kaybettiler. İslam tarihinde, Uhud savaşında ganimete koşan okçular vardır, adeta öyle oldular. Karşı oldukları araçları ele geçirdiler. O araçlar onları bambaşka bir hale getirdi. Mahalleyi, dayanışmayı ortadan kaldırdılar. Ahlak deyince etek boyu anlaşılır oldu. Oysa ahlak; yetim hakkıdır, hukuktur, adalettir. Böyle değerleri kalmadı.
Bakın, Peygamber efendimiz, Mekke’den Medine’ye sürülürken Mekkeli insanların birçok emaneti ondaydı. Yani güvenli bir insandı. Ben şimdi soruyorum, bunlar güvenli insanlar mı? Birbirlerine bile güvendiklerini sanmıyorum, Ama kendileri gibi yaşamayanların bunlara bir güveni kaldı mı? Ayrıca, iddiaları, adalet, özgürlük tesis etmekti. Türkiye 12 yıl öncesinden daha özgür bir ülke mi?
Peki Müslümanlar neden ganimete koşan okçular gibiler?
Çünkü iktidarın, ne anlama geldiğini, özünü, mahiyetini tartışmadılar. “İslami mücadele” dediğimiz şey sadece laftı. Onlar da iktidar istiyorlardı, iktidarı elde ettiler, iktidar bunları değiştirdi, dönüştürdü. Dindar olmaları iktidara geldiklerinde adil, dürüst, özgürlükçü davranmalarını sağlamadı. Böyle bir koruyuculuğu yokmuş, AKP dindarlığının.
Birikim ve tahakküm için araçlar, yani vesayet kurumları, 12 Eylül anayasası AK Parti için çok gerekli. Şimdi 12 Eylül anayasasını değiştirecek Erdoğan. Ama ne yapacak? “Türk tipi başkanlık!” Kanun hükmünde kararname çıkarma, meclisi feshetme ve bütün üst kurullara atama yetkisi olan bir başkanlık sistemi istiyor. Bütün kararları o verecek ve kimse onu denetlenmeyecek. Yani 12 Eylül sistemini tahkim ediyorlar. Merkezde toplanmış imkanlar var ve onun üzerine oturuyorlar. Bu işlerin Müslümanlıkla bir ilgisi yok, iktidar hırsı ötesinde bir anlamı yok.sında cennet var” demiyorum ki, vesayet, dayatma, tiranlık da var. Özgürlükçü, adaletçi okuyanlar da var. Zaten tarihi mücadele böyle geliyor. Muaviye de var, Hz. Ali de, Ebuzer de... Yezid de var, Hz. Hüseyin de.. Önemli olan, kimden yana duruyoruz. Ben, Hz. Ali’den, Ebuzer’den, Hz. Hüseyin’den yana duruyorum.
Siz, Numan Kurtulmuş’u “Neo-Kemalist AK Parti’ye gidiyor” diyerek eleştirmiştiniz. CHP’nin Kemalizmi’yle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Kemalizm, ulus inşa projesi, toplumu şekillendirme projesi olarak ele alındığında bir sorun olarak karşımıza çıkar. Zaten Sayın Kılıçdaroğlu da “Altı oku yeniden yorumlamamız gerekir” diyor. Örneğin milliyetçilik; bir etnik yapıyı, diğerlerinden üstün görüyorsanız bu sorunlu bir milliyetçilik olur. Ama; Türkiye’de yaşayan herkesi tüm farklılıkları ile ‘millet’in içine alıyorsanız sorun yok. Sanıyorum, Kılıçdaroğlu, altı oku yeniden yorumlamak derken bunu kast ediyor.
CHP’nin birkaç sağ siyasetçiyle, sağ seçmene sempatik görünmeyi hedeflediğini; olanın, kozmetik bir değişim olduğunu düşünenler var. Sizce böyle değil mi?
Sağa açılma, Sayın Kılıçdaroğlu döneminde değil, Sayın Baykal döneminde başladı. İlhan Kesici’ler, Yaşar Nuri Öztürk’ler o dönemde partiye girdi. Bunun hiçbir anlamı olmadığı o dönemde de görüldü, şimdi de görülüyor. “Sağdan isimleri listeme alırsam, oradan oy alırım.” Bu bir hayal. Ekmelettin İhsanoğlu’nun aday gösterilmesi böyle değildi bence. Psikolojik bir engeli aşmak amacıyla yapıldı ve o engel aşıldı.
Siz, “Yolsuzlukların üzerinde yükselen Sarıgül” de demişsiniz. Şimdi isminiz, “Yeni CHP”de onunla birlikte geçiyor. Bu sizi düşündürüyor mu?
Sayın Sarıgül’le ilgili öyle demedim, şöyle dedim: “İstanbul’da 10-15 yılda 150-200 milyar dolarlık kent rantı oluşturuldu, paylaşıldı. Bunun yüzde 30-40’ı da Şişli hudutları içindeydi.” Sarıgül’ü suçlama noktasında değilim ama bunları düşünüyorum tabii... Çok kolay değil karar vermek.
Sizinle birlikte Sarıgül’ü çağıran bir CHP’nin samimiyeti ya da bu projenin olabilirliği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kılıçdaroğlu’nun samimi olduğundan şüphem yok. Ama kitle partisi, dengeler... Bunlar, karar vermemi zorlaştırıyor. Bakın, yaklaşık bir sene önce, bir torba yasa görüşülürken, CHP’nin önergesiyle ihaleye fesat karıştırma suçunun 13 yıla kadar olan cezası bir yıla kadar düşürüldü. CHP, MHP, AKP onayladı. Bu işlere bulaşmış, ceza almış, bürokratlar, iş adamları serbest kaldı. “CHP güllük gülistanlık parti” diye bir şey yok. Bunlar beni düşündürüyor.
Kürt sorununun çözümünden, partinin geçmişiyle yüzleşmesine, CHP’nin nasıl değişmesi gerektiğine dair fikirlerinizi görüşmede Kılıçdaroğlu’na da anlattınız. O, ne dedi?
“Doğru, ben de bunları söylüyorum. Bu, kolay bir iş değil, burada değişik gruplar da var. Gelin, birlikte yapalım” dedi.
CHP’ye giderseniz neden gidersiniz, gitmezseniz neden gitmezsiniz?
Bir; sol/sosyal demokrat, özgürlükçü bir yapı kuruluyor, benim katkım olur mu? İki; Türkiye çok ciddi şekilde kutuplaşmış vaziyette, benim böyle bir pozisyon alışım, bunu ortadan kaldırmaya katkı sağlar mı? Gidersem bunlar için giderim.
Öbür taraftan, söz konusu olan CHP. Bir geleneği var, parti içinde iktidar kavgaları var, zor geçen kavgalar bunlar. Bu söylediklerimle ilgili hiçbir şey yapamama ihtimali de var. O zaman bir örnekliği heba etme, bir hikâyeyi bozma gibi bir sıkıntı var. İnsanlar siyaseti ya bir şey “olmak” için ya da bir şey “yapmak” için yapıyor. Ben bir şeyler yapmaya çalışan, siyasi olanların yanında kendince birtakım insani, vicdani ilkelere bağlı kalmaya çalışan bir siyasetçiyim. Bu ilkeleri her şeyden çok önemsiyorum. Büyüklük taslama olarak yorumlanmayacağımı umarak söylüyorum; bu hassasiyetlerin, toplumda bugünden yarına taşınması gerekiyor. Buna zarar verirsem, kendimi tarih önünde sorumlu hissederim. Ve her şeyden evvel eşim ve çocuklarım, aktif siyasette olmamı istemiyorlar. Onları ikna etmem lazım.