T24 Haber Merkezi
Bekir Ağırdır, T24'ün “Cumhuriyet'in 100. yılının eşiğinde Türkiye ve dünya nereye" başlıklı konferansın açılış sunumunda “gençliğin durumu, korkuları, beklentileri, arayışları ve seçimlere ilişkin olasılıklar” konularını ele aldı. "Tedirgin ve temkinli bir iyimserlik içindeyiz" diyen Ağırdır, "Ülkenin umuda, bir iddiaya ihtiyacı var. Önümüzdeki seçimleri konuşuyorsak, 2023’te sadece bir cumhurbaşkanı seçmeyeceğiz, bir medeniyet tercihi yapacağız" diye konuştu.
Finansal dış kaynaklar ve ideolojik angajmanlardan bağımsız, sadece gazetecilik gelirleriyle yayın yapan T24, yayın hayatındaki 13 yılda Türkiye’nin her kesimince izlenen, dünyada da referans alınan, bu vasıflarıyla medya tarihinde özel bir yeri olan bir haber/yorum/analiz mecrası konumuna ulaştı. T24, her yıl düzenleyeceği yıllık buluşmaların ilkini, bugün Hilton Bosphorus İstanbul Konferans Merkezi’nde tam gün süren bir konferansla gerçekleştirdi.
Konferans, T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın’ın teşekkür hitabıyla başladı. “Hızlı gitmek istiyorsan yalnız git, uzağa gitmek istiyorsan birlikte” sözünün T24’ün 13 yıllık serüvenini özetlediğini ifade eden Doğan Akın, “13 yıldır herhangi bir yere borçlanmadan haberciliğin önüne hiçbir görüşü koymadan geçirdiğimiz 13 yılın ardından burada bir araya gelmek böyle bir berberliğin sonucu” diye konuştu. Doğan Akın, “Bugün nasıl iyileşebilirizin de üzerinde duracağız. 'Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100 yılının eşiğinde Türkiye ve dünya nerede' konulu T24’ün konferansına hoş geldiniz. Gazeteciliğin bize en büyük armağanlarından birinin bu tür buluşmalar olduğuna inanıyor ve birlikte daha ileriye gideceğimize inanıyoruz” sözlerinin ardından konferansın moderatörleri Şirin Payzın ve Murat Sabuncu’yu sundu.
Bekir Ağırdır, konferansın açılış konuşmasını gerçekleştirdi. T24 kronolojisini içeren videoyu izlerken duygulandığını, yayına başladığı ilk günden itibaren T24'te yazmaktan onur duyduğunu vurgulayarak başlayan Ağırdır, yaklaşan seçimlere değinerek, "Tedirgin ve temkinli bir iyimserlik içindeyiz" dedi.
"Türkiye'nin gençleri çok ciddi bir farklılık gösteriyor. Birçok sebepten ama en önemlilerden biri şu bugün ilk defa oy kullanacak 6 milyonun neredeyse yüzde 70'i metropollerde doğdu büyüdü. Bizler gibi ilçelerde, köylerde değil. Sokağa çıkınca herkesin aynı ayıp aynı suç duygularına hakim olan bir yerde iyi doğru güzeli öğrenediler. Çokluğun çoğulculuğun bir arada olduğu metropollerde büyüdüler. O yüzden ne yaparsanız yapın ilk 7 yaşına kadar öğrendikleri doğu iyi güzel kavramları bizlerden farklı. O yüzden isterseniz metropoldeki her okulu imam hatiplere çevirin onlar için bir karşılığı yok. Bir sorunumuz var, bu gençler son derece umutsuz ve hayalsiz" diyerek gençlerin durumundan bahseden Ağırdır, özetle şu değerlendirmeleri yaptı:
"Seçimi belirleyecek şey bu 21 milyon gencin ne kadarının seçimlere katılacağı. Çünkü iktidardan yana oy kullanabilecek olanlar 3 milyon. Geri kalanı muhalif. Bizim gibi ideolojik bir yerden de bakmıyorlar, çok daha içeriden bir yerde bakıyorlar.
"Yapılması gereken şey hepimiz için ama şirket yöneterek ama gazetecilik yaparak, hepimiz için, bu gençlerimizin önüne bir umut koymak.
"Ülkenin umuda bir iddiaya ihtiyacı var. Önümüzdeki seçimler konuşuyorsak, 2023’te sadece bir cumhurbaşkanı seçmeyeceğiz, bir medeniyet tercihi yapacağız.
"Eğer sadece bugünkü siyasi aktörlerin tercih ettikleri siyaset tarzıyla devam ederse bu ülke evet muhtemelen iktidar yine kaybedecek. Hala kazanma ihtimali olsa bile ama bugünkü iktidar devam da etse meclisteki çoğunluğunu kaybetmiş olacak. Muhalefet kazanmış olsa bile anayasayı değiştirecek büyük siyasal gücü sağlayamayacak bugünkü gidişat biçiminde. Dolayısıyla 2025’te yeni bir seçim demek bu. Türkiye, dünyanın bugünkü küresel dinamikleri, çağ değişimi bütün bu hikâyenin içinden hiçbir şey yokmuş gibi sadece kendi kişisel dertleriyle yürüyemez. Neler yapmamamız gerektiğini de yeterince öğrendiğimizi sanıyorum. Eğer bütün bu konuda siyasetçilerin veya siyasi aktörlerin üzerinde yeterli basıncı üretebilirsek Türkiye’nin bu kör sokaktan, bu badireden bir çıkışı var. Yoksa yeniden aynı belalarla aynı problemlerle devam edeceğimiz açık."
"Dünyanın ve Türkiye’nin meselesi hem bir çağ değişimi, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçme çabası. Ama henüz buna dair hiçbir hikaye yok. Dolayısıyla yeni çağda bu bildiğimiz sanayi toplumunun zihin haritası aynen geçerli olmayacak. Ne siyaset ne iş tanımı ne örgütlenme kavramı vesaire. Ama zaten yeni dönemin zihin haritasında bu tartışmaya da bu kavramlar olmayacak. Ama yeniyi kurabilmek için, yeninin göbeğinde ya da önderliğinde ya da içinde olmak gerekiyor. Çünkü bugün dünyanın geldiği noktada adaletsizlik ve yoksulluk kalıcılaşıyor, teknolojik sıçramanın ürettiği fark kapanacak gibi olmuyor. Dolayısıyla Türkiye’nin sorunu aynı zamanda bir kimlik sorunu. Türkiye toplumunun çok büyük bir kısmı için muasır medeniyet hâlâ Batı örneğin. Ama hâlâ ülkenin önemlice bir kısmı ve önemli siyasi aktörü ise, daha dün bile gördünüz, cumhuriyet, harf devrimleriyle bir derdi var. Cumhuriyet kavramını bile hâlâ kullanmıyor. Dolayısıyla bu kadar büyük bir kırılmanın yüzyıllık meseleleri bile hesaplaşamamanın içine sıkışmış, ne yasını tutabilen ne de neşesini oluşturabilen ülke olarak arafta kalma hali. Onun için bu aralıktan çıkmanın yolu, yeninin nerede olduğuna bakmak. Onun için merkez diye söylemiyorum ama taşra diye bahsettiğim köylülük anlamındaydı."
(Bahsettiğiniz büyük iddia bugünkü belki de siyasi mahfillere egemen olan şu seçimi bi kazanalım da’ mantığıyla örtüşüyor mu ya da ne kadar uzlaşıyor?)
Tabii ki günün sonu geldiğinde ya da seçim sabahı geldiğinde şu gidişatı bir yoluna koyalım meselesine kitleniyor iş. Ama sorunumuz o güne kadar sonunda hepimiz yastığa başımızı koyduğumuzda o bir tercih anına kırmızı çizgiyi çekip mührü nereye basacağımız meselesine geldiğimizi biliyorum ama o ana kadar yeninin ne ve nasıl olması gerektiğini tartışmayarak işi sadece kişilere kitlediğimiz zaman eski zihnin haritalarıyla aynı hayat devam ediyor. Örneğin hala Kürt meselesi var mı yok mu tartışmasına kitlenmiş ya da hala başörtüsü meselesine kitlenmiş bir toplum olarak devam edemeyiz. Onun için bunu tartışmamız lazım. Ama burada mesele şu; toplumsal uzlaşmayı üretmek bugün karşımızda üç Türkiye var. İstesek de istemesek de. Kabul etsek de etmesek de. Muhafazakârlar, sekülerler ve Kürtler. İsimlerini eri koydum doğru koydum. Siz farklı koyun. Sonuçta üç Türkiye var. Ekonomik olarak da siyasal olarak da sosyolojik olarak da kimlikler olarak da üç Türkiye var. Ve şunu deneyimledik ki sadece birinin galibiyetiyle birine göre kurgulanmış bir hattan huzur bulmuyoruz. Demek ki ortak yaşamı, ortak ilkeleri ve hedefleri kurumamız lazım. Bunun içinde siyaseti münakaşadan, münazaran çıkarmak ve müzakere edebilmek, örgütlenebilmek, örgütlenmek üzerinden uzlaşmalar üreterek birbirimizi ikna etmek tartışmasını yapmak zorundayız.
Devletle hiçbir uzlaşmamız kalmamış. Hukuku tümüyle yok sayıyoruz. Böyle bir genç kuşak örneği, yaptığının ne olduğunu, hukuk dışı olup olmadığını biliyor ama hukukun üstünlüğüne inancı veya ortak geleceğe inancı olmadığı için de uymuyor. O zaman da kuralsız bir hayat ne kadar mümkün olabilecek ise 2023 dünyasında, Türkiye oraya doğru akıyor. O yüzden bu seçim sürecini başka bir tartışma zeminine çevirmenin yolunu üretmemiz lazım. Şudur doğrusudur da demiyorum. Sadece tezim; herkesin kendi kimliği, tercihiyle o süreçlere dahil olabildiğini hissedecekleri bir ortamı yaratmaktır. Gerisini kurumları ve kuralları hallettiğimiz zaman ya da yeniden inşa ettiğimiz zaman çözeceğiz. Ama önce duygusal olarak o birlikteliği yaratmamız gerekiyor. Bunun da bir tek yolu var herkesin kendini var edebildiği bir tartışma zemininin önünü açabilmek.
(Gençler cumhuriyetten ne anlıyorlar ve cumhuriyetin ikinci yüzyılına girmek onlarda heyecan yaratıyor mu?)
"Umut var tabii, bir kere onalar ikinci yüzyıl gibi kavramlardan bakmıyorlar meseleye. Onlar haberdarlar. Onların haber kaynağı, 30 yaş gençlerin yüzde 40'ı televizyon izlemiyor. Haber deyince televizyona bakmıyor. Haber deyince başka bir dünyaya bakıyorlar. Yüzde 95'inden fazlası akıllı telefon sahibi. Yüzde 90'ının sosyal medya hesabı var. Haber, medyaya, bilgiye, deneyime ulaşımları, büyüklerin veya şirket yönetimlerinin ya da bakanların kontrolünde değil artık. O nedenle ikinci yüzyıl gibi kavramlar onları dorudan heyecanlandırmıyor. Onları heyecanlandıracak şey kendilerini var edecek bir hayat. En büyük sorunlarından biri fırsat eşitliğinin kalmamış olması. Asıl onlara garanti edeceğimiz şey özgürlükleri inşa ettik demekten öte fırsat eşitliğini sağladık demek. Cumhuriyetin bir sürü şeyini tartışabiliriz belki ama cumhuriyetin bu topraklara en büyük kazanımı eğitimde fırsat eşitliği üzerinden yoksulluğu aşabilmenin mümkün olduğu bir hayatı inşa etmiş olmasıydı. Bugün eğer daha iyi bir hayata sıçrama arzusu taşıyıcısı ya bir çeteye dahil olacaksınız ya bir siyasi partinin neferi olacaksınız. Ya da gayri kanuni, illegal işlere dahil olacaksınız. Alın teriyle, ahlaklı insan olarak başarmanın mümkün olamadığı bir hayat koşullarına eldik bugün. O nedenle gençlerin önüne koyabileceğimiz en önemli şey, onların kendilerini gerçekleştirme, başarmak istediklerini yapabilmek imkanını sağlayabilecek fırsat eşitliği koşullarını sağlamaktır birincisi. Eğitimde sosyal devleti yeniden inşa etmektir. Yani bu toprakların herhangi bir yurttaşı okuyabildiği yere kadar devlet garanti edecek eğitimini demedikçe, böyle bir sosyal devlet tanımını yapmadan gençlerin gönlünü kazanma şansımız yok. onlar bütün bu fırsat eşitsizliklerine bakıyorlar ve baypas etmenin daha mümkün olduğu bir hayatı görüyorlar. o yüzden onlarla asıl kurmamız gereken ilişki onların arzu ve hayallerini tanımaki kendi arzu ve hayalleri yönünden hayata katılmalarını sağlamanın önünü açmaki eğitimlerini garanti etmektir. Yoksa gerisi çok soyut laf gibi geliyor onlara."
T24'ün ilk panelinde Murat Sabuncu'nun moderatörlüğünde "Tarihten güncelliğe, bugünden yarına cumhuriyetin ekonomi politiği tartışıldı. Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Şevket Pamuk, "Türkiye'de siyasetin istikrarsızlıkları devam ediyor. Siyasette istikrarı sağlayamadığımız için ekonomide de dalgalanmalar yaşanıyor. Türkiye'de müthiş bir potansiyel ve iktisadi dinamizm var." değerlendirmesini yaptı.
Panelin bir diğer konuşmacısı Stanford Üniversitesi tarih bölümümde çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu da önümüzdeki dönemde geleceğin nasıl tasarlanacağının planlanması gerektiğinin altını çizdi. Yaycıoğlu, "Son 10 yılda tarihe boğulduk. Bu sağlıklı bir şey değil. Tarih bize geleceği göstermez, ipucu verir. Siyaset gelecekle ilgilidir. Tarih anlatılarının hayatımıza bu kadar etki etmesiyle geleceği değiştiremeyiz" düşüncesini dile getirdi.
İkinci panelde Şirin Payzın'ın moderatörlüğünde eski Washington Büyükelçisi Namık Tan, Özyeğin Üniversitesi’nden Prof. Dr. Evren Balta ve Özyeğin Üniversitesi'nde uluslararası göç çalışan Prof. Dr. Deniz Şenol Sert dış politikadaki gelişmeleri, göçleri ve küreselleşme olgusunu ele aldı.
Ukrayna- Rusya savaşının etkilerine değinen Prof. Dr. Evren Balta, "Savaşın Avrupa'ya girmesine sebep oldu bu savaş." dedi. Balta, "Ekonomik, iktisadi araçların savaş araçları olarak kullanılması serbest ticaretten, güvenli ticarete geçişi başlattı" diye konuştu.
Panelde göçlere ilişkin olarak Prof.Dr. Deniz Şenol Sert, "Küreselleşmenin eşitsizliklerini en iyi gösterdiği alan göçler. Göç hem iç hem dış politikanın önemli malzemesi. Göçün hiçbir zaman bize ayna tuttuğu yapısal noktalarından bahsetmiyoruz. Türkiye seçimlerinin en önemli konularından biri göç konusu olacak." ifadesini kullandı.
"Dünya, Soğuk Savaş'ın ardından kırılmalar yaşamaya devam ediyor" diyen Namık Tan, "Dünyayı popülizm dalgası sardı. Batı ve genç, dinamik, Doğu arasında ekonomik, siyasi, kültürel anlamda yeni nesil 'Soğuk Savaşı' başladı. Biz de yerimizi belirlemek zorundayız. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı artık bizi bir karara zorluyor. Bu savaşta fırsatları değerlendirecek bir ülke mi olacağız, yoksa arada derede kalan sıradan bir ülke mi olacağız? Bu tercihi hep birlikte yapacağız" yorumunu yaptı.
Murat Sabuncu'nun moderatörlüğünde gerçekleşen T24'ün üçüncü panelinde Derin Yoksulluk Ağı Kurucusu Hacer Foggo, İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz ve eski TÜSİAD Başkanı ve iş insanı Ümit Boyner, iklim, sürdürülebilir ekonomi ve yoksulluk konularını ele aldı.
Ümit Boyner, “Eşitsizlikten sadece gelir dağılımını anlamayalım. Eğitimde fırsat eşitliği özellikle dijital dünyada önemli. Bunun bir devlet politikası olması lazım. Türkiye’nin beşeri sermayesinde sorun var. Türkiye’de 25 yaş üstünde ortalama okul yılı 8.6. Bu çok düşük bir rakam. Teknolojide bu kadar gelişirken, rekabet bu kadar güçleşirken bilimsel temelli eğitimin öne çıkması lazım” dedi.
Hacer Foggo, “Hak temelli bir politika yok. Daha bugün sosyal hizmet uzmanları sokaklarda dolaşırken aynı zamanda Cumhurbaşkanı’nın mektubunu da veriyorlar. Bir kamu görevlisinin hem bir parti başkanının hem de bir cumhurbaşkanının mektubunu ailelere dağıtması bile insan hakları temelli olmadığını gösteriyor. Her parti mektup dağıtabilir ama bunu dağıtan kişinin yoksulluğu önleyecek çalışmacının olmaması gerekiyor. Hak temelli yoksulluk politikasına ihtiyaç var. Sosyal destek de devletin görevi, alan insan için de hak” diye konuştu.
Prof. Dr. Levent Kurnaz, "Paris Anlaşması hiç olmayacak bir anlaşmaydı. En son Lima'da 2014'te Çin delegesi dedi ki 'Benim bir fikrim var, şöyle bir anlaşma yapsak, iklim değişikliği için ne yapmak istiyorsunuz?' Herkes de fikrini söylese... Bütün dünya devletlerine iklim değişikliği için neler yapacağınızı söyleyin dendi. Herkes ne yapacağını söyledi. Orada ülkelerin verdikleri beyanlarla 1,5 derece arasında alaka yok. 1,5 dereceye ulaşmak istiyorsak; hayatta yaptığımız pek çok şeyden yüzde 40'ı kadar azaltma yapılması gerekti." değerlendirmesini yaptı.
T24 konferansının dördüncü panelinde ekonomide hasar tespiti ve restorasyon senaryosu konuşuluyor. Prof. Hakan Kara, “2018 ortasından sonra bir merkezi otorite güçlenince kurumlar zayıfladı. 100 yıllık cumhuriyetin en apansız enflasyonunu yaşadık. Kur korumalı mevduatın maliyeti giderek artıyor. Sürdürülebilir bir patikada değiliz” değerlendirmesini yaptı.
Ekonomist Uğur Gürses, “2002’de bir kriz yaşandı, IMF programı uygulandı, devamında Türkiye’nin AB hikayesi oldu. Türk ekonomisiyle Avrupa ekonomisinin uyumu konuşuluyordu. 2005 yılında 30 milyar liraya yakın doğrudan yatırım geldiğini hatırlıyoruz. 2009 krizi patladı.” Dedi. Gürses, “Yeni bir iktidarın karşılayacağı en büyük sorun yoksulluk olacak.” diye konuştu.
Beşinci panelde Şirin Payzın'ın moderatörlüğünde Sabancı Üniversitesi'nden Prof. Dr. Nebi Sümer ile siyaset bilimci Prof. Dr. Alev Özkazanç, gündelik hayattaki şiddet ve eşitsizliğin kökenlerine indi.
Prof. Dr. Nebi Sümer, “Eşitsizliğin derinleştiği yerde şiddet ortaya çıkıyor. Çaresizlik eşiği dediğimiz nokta var. Kutuplaşma şiddeti meşrulaştıran bir zemin yarattı. Toplumun bunun üzerinden dil kullanması şiddeti kolaylaştırdı. Merkezin çökmesi büyük bir risk yaratıyor" yorumunu yaptı.
Prof. Dr. Alev Özkazanç, “Türkiye 80 sonrasından itibaren şiddet sorunuyla karşı karşıya. Siyasal şiddet öne çıktı. 80 darbesi yaşandı ardından. Düşük yoğunluklu bir savaşı 40 yıldır yaşayan bir ülkeyiz. Nereden bakarsak bakalım ağır bir siyasal şiddet yaşanıyor. Buna başka şiddet biçimleri de eklendi. Türkiye uluslarası endekslere yansıyacak şekilde kötü skorlar almaya başladı. Kadın cinayetleri mesele çok can yakıcı.” düşüncesini dile getirdi.
Prof. Dr. Daron Acemoğlu konferansa ABD'den canlı bağlantı ile katıldı
Gelecek 30 yılda Türkiye ve dünyayı bekleyen ekonomik, demografik ve teknolojik olasılıklar yorumlayan Dünyanın önde gelen ekonomistlerinden, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MİT) öğretim üyesi Prof. Dr. Daron Acemoğlu konferansa ABD'den canlı bağlantı ile katıldı. Acemoğlu şunları söyledi:
"İklim değişikliğine karşı hazırlıklı değiliz. İklim değişikliğinin birkaç tane çok derin etkisi olacak. İklim değişikliği oldukça tarım ve sanayinin yapısı değişecek. Bunu yapabilen ülkelerin verimliliğinin arttığını gösterdi. İklim değişikliğine karşı yeni teknolojilerin kullanılması çok büyük avantaj sağlayacak bazı ülkelere.Güneş ve rüzgâr enerjilerine ne kadar erken yatırım yapılırsa gelişme potansiyeline çok büyük etkisi olacak. Bakarsanız birçok gelişmekte olan ülke yatırımda çok geride. İklim değişikliğinin yaratacağı etkiler hem iç savaş hem çok korkunç mülteci problemi yaratma ihtimali var. Bunlar ekonomiyi çok derinden sarsacak. Hazırlıklı olma çok önemli unsurlardan biri.
Nüfuslarının yaşının artması ekonomiyi etkileyecek. Çok hızlı bir şekilde yaşlanan ülkeler buna ayak uydurmak zorundalar. Güney Kore bu konuda başaralı olan ülkelerden birisi.
Demokrasi tek olanak olarak gördüğümüz sistem. Demokrasinin büyümeye pozitif etkisi olduğunu araştırmalarım gösteriyor.
Türkiye’de demokrasi krizi var. Demokrasinin zayıflamasını sosyal bilimciler hâlâ anlayabilmiş değil. Demokrasi zıttı giden akımın nereden geldiği konusunda fikir birliği yok. Şu anda bildiğimiz şu ki demokrasinin gelecek için önemi her zamankinden daha fazla. Demokrasinin çökmesi gelecek için büyük tehdit. Küreselleşmeye tepki olarak milliyetçilik kuvvetlendi.
Kredi bolluğu yeni bir büyüme stili geliştirdi bazı ülkelerde. Enflasyon olmasa bile faizlerde artış olmaya başlamıştı. Bu tıkanmayı 2019’da bile görebiliyorduk.
Muhalefete umut bağlamasak kime umut bağlayacağız? Kutuplaşan ülkelerde muhalefet de daha kötü çalışıyor. Başarılı kurumların tabandan gelişmesi lazım.
Milliyetçilik ve kutuplaşma yeni kurumların üretilmesini zorlaştırıyor. Dünyanın kurumlara ihtiyacı var."
Türkiye’nin saygın akademisyen, ekonomist, iş insanı ve dış politika uzmanlarının panellere katıldığı konferansın kapanış konuşmasını, eserleri Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Orhan Pamuk yaptı.