Sözcü yazarı Necati Doğru, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından istifa ettirilen belediye başkanlarıyla ilgili, "Belediye başkanları gönderildi ama 30 büyük şehrin vatandaşları yerlerindeler" dedi. Vatanaşlar için "Kulakları var işitiyorlar" diyen Doğru, "Emir veren adama 'yetti artık…' diyorlar" ifadesinin kullandı.
Doğru'nu "Emir veren adam!" başlığıyla (30 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
İsim yapmış. Seçilmiş. Sevilmiş. Partisince desteklenmiş. Seçimle gelmiş. Seçimle gitmiş. Bu cümleler yan yana dizilince aklıma hep Bülent Ecevit gelir. Gazeteciydi. Parti yazarı oldu. Parti genel sekreteri oldu. Milletvekili oldu. Parti genel başkanı oldu. Bakan oldu. Başbakan yardımcısı oldu. Başbakan oldu. Zengin olamadı. Aksine, annesinden kalma tabloları sattı, babasından kalma evi elinden çıkarmak zorunda kaldı. Ölçü budur. Ecevit ölçüsü! Siyasete atılmak, seçilmek, kişiyi para-mal-mülk-tapu-arsa zengini yapabilseydi, rahmetli Bülent Ecevit'in de nasibine hiç değilse bir damla düşerdi. Öldüğünde “banka hesaplarında milyarları ve oda dolusu tapuları olan kişi”diye tarihe geçilirdi. Belediye başkanı seçilin. Bakan, başbakan olun. Halk sizi sevsin, beğensin, sizden iyisini bulamayıp bir kez daha, bir kez daha seçsin… Belediye başkanlığından milletvekilliğine, milletvekilliğinden başbakanlığa geçin. Maaş belli, ülkenin genel hayat pahalılığı (enflasyon) da ortada olduğundan “siyasetin aylık maaşı, sizi mal mülk-tapu-arsa-villa sahibi ve bankada para biriktirme adamı” yapmaz, yapamaz.
* * *
Seçimle gelip “emirle” giden belediye başkanlarının son durumlarını “Ecevit ölçüsüne” göre değerlendirip geride; “helal olsun adamlar kendileri için değil kentleri için çalışmışlar” diyebileceğimiz bir hoş seda göremedik. İstanbul Belediye Başkanı. Ankara Belediye Başkanı. Ve diğerleri için “Hırsızlık yapmadılar, yolsuzluk yapmadılar, yemediler, yedirmediler, kentler için çok çalıştılar” denildi. O zaman neden gittiler? Geldiklerinde mal varlıkları neydi, giderken ne oldu? Karşılaştırmalı bir bilanço açıklamadan “emir demiri keser” diye boyun büküp gittiler.
* * *
Gidişin altında sancı var: İstanbul: Yüzde 51.4'ü “hayır” dedi. Ankara: Yüzde 51.2 “hayır” dedi. Belediye başkanlarını “emirle gönderen parti başkanına” bu 2 en büyük kentin seçmenleri, referandum oylamasında yüzde 51'i geçen oranda “hayır” vermişlerdi. Sadece bunlar değil; Türkiye'nin 30 büyük şehrinde referandumda: Sandığa atılan oy: Yaklaşık 37 milyon 300 bini geçmişti. Sandıktan çıkan oy: Evet: 18 milyon 423 bin. Hayır: 18 milyon 884 bin. Yani 30 büyük şehrin toplamında halkın genel eğilimi “emir veren adama hayır” demişti. Türkiye genelinde “evet diyenler” mühürsüz zarfların da yardımıyla yüzde 51.4 çıkmıştı ama 30 büyük şehirde rüzgar “emir veren adama hayır demek” yönünde esmişti. Ve Türkiye'de seçimin kaderini bu 30 büyük şehir belirliyordu. Emir veren adamı kıvrandıran asıl sancı buydu. Sancı, şiddetini artırarak büyüdü ve gelip “emir kulu belediye başkanlarının” başını yedi. Belediye başkanları “emir hapını içip” uyuşmayı seçtiler. Emir veren adamın sancısı ise içten içe burgu olup şiddetini artırmış, yerinde duruyor.
* * *
Çünkü! Belediye başkanları gönderildi ama 30 büyük şehrin vatandaşları yerlerindeler. Bunların gözleri var görüyorlar. Kulakları var işitiyorlar. Emir veren adama “yetti artık…”diyorlar. Sandık günü gelince oy atmaya gidecekler. Onların oylarının yönünü “emirle değiştirebilecek” bir yöntem ve yol bulunamazsa; ya seçimler, emirle, ertelenecek ya da “emir veren adam” sandıkta bitecek. Seçimleri ertelese de bitecek, ertelemese de bitecek. Rüzgar döndü. Tarihi sancıdır bu!