Taraf yazarı, Prof. Murat Belge, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın yeni anayasa çalışmalarına ilişkin gündeme getirdiği 'kuvvetler uyumu' ifadesiyle ilgili olarak, "Tayyip Erdoğan elbette kampanyasında çıkacağı kürsülerde, 'Sevgili vatandaşlarım, ben ‘diktatör’ olmak istiyorum. Bana bu yetkiyi verin' diye konuşamaz. İstediği şeyin ambalajı ona göre yapılacak" dedi. Belge, yazısında “Kuvvetler Uyumu' gibi birilerinin (hattâ “çoğunluğun” da diyebiliriz) kulağına hoş gelecek sözler bulmak gerek. Bu 'uyum' ayrıca 'Türk tipi' denen, ne olduğunu pek kimsenin bilmediği bir model içinden çıkacak" ifadelerine yer verdi. Prof. Murat Belge, "Ne olduğu pek bilinmese de, gene Cumhurbaşkanı’nın pek sevdiği 'millî ve yerli' kategorisine girdiğine göre (hiç 'ecnebi' parmağı bulaşmamış, saf ve temiz), iyi bir şey olmalı" görüşünü dile getirdi.
Prof. Murat Belge'nin Taraf gazetesinin bugünkü (2 Şubat 2016) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:
“Başkanlık Sistemi”, “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” vb. Türkiye’nin bundan daha önemli sorunu yok. Zaten her gün bununla yatıp bununla kalkarken, şimdi Tayyip Erdoğan bunun kampanyasını başlatıyormuş, hattâ başlatmış.
Açık açık söylüyor: “Seçilmiş Cumhurbaşkanı ve seçilmiş Başbakan’la olmuyor” diyor. Ya Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında “fikir ayrılığı” çıksaymış! Ne olurmuş o zaman?
“Fikir ayrılığı” denen şeyin çıkması, çıkmamasından daha normal ve daha sağlıklı bir şeydir. Fikir ayrılığı olmayan toplumları ve o toplumların başında bulunanları saymaya, Franco, Mussolini, Hitler, Stalin diye başlayabiliriz.
Ama Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı, Türkiye’nin geleceği bağlamında bu kadar telâşa ve endişeye düşüren şey, “fikir” ayrılığı mı?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “fikir”den çok “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesinden kaygılı. “Demokrasi” dediğimiz rejimlerin en olmazsa olmaz ilkesi ve işleyiş mekanizması olan Kuvvetler Ayrılığı, Tayyip Erdoğan’ın sözlüğünde en olumsuz anlamları ve çağrışımları olan terim. Zaten bu nedenle “Kuvvetler Uyumu” diye bir terim icat etti. “İcat etti” demek çok doğru değil. Çünkü bu, “diktatörlük” kadar eski bir icat. Kuvvetler Ayrılığı demokrasinin olmazsa olmaz ilkesiyse, Kuvvetler Ayrılığı’nın yokluğu da diktatörlüğün olmazsa olmaz koşulu. Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin işlediği bir toplumda diktatörlük olabilir mi?
Tayyip Erdoğan elbette kampanyasında çıkacağı kürsülerde, “Sevgili vatandaşlarım, ben ‘diktatör’ olmak istiyorum. Bana bu yetkiyi verin” diye konuşamaz. İstediği şeyin ambalajı ona göre yapılacak; “Kuvvetler Uyumu” gibi birilerinin (hattâ “çoğunluğun” da diyebiliriz) kulağına hoş gelecek sözler bulmak gerek. Bu “uyum” ayrıca “Türk tipi” denen, ne olduğunu pek kimsenin bilmediği bir model içinden çıkacak. Ne olduğu pek bilinmese de, gene Cumhurbaşkanı’nın pek sevdiği “millî ve yerli” kategorisine girdiğine göre (hiç “ecnebi” parmağı bulaşmamış, saf ve temiz), iyi bir şey olmalı.
İşin tuhafı Tayyip Erdoğan savunduğu bu modeli zaten uygulamakta. Partisinden başlayarak baktığımızda, bu yapıyı baştan aşağı kendi isteklerine ve tercihlerine göre yeniden kurduğunu görüyoruz. Kuruculardan hiçbiri yok ortada.
Türkiye’de “yasama” ile “yürütme” ilişkisi her zaman arızalı olmuştur ve yasama her zaman yürütmenin güdümünde kalmıştır. Dolayısıyla burada Tayyip Erdoğan’a sorun çıkaracak, engel çıkaracak fazlaca etken yok. Hâlen geçerli olan siyasî partiler ve seçim yasalarıyla “önder” yasamayı her şekilde kendi güdümünde tutabilir.
Türkiye’de genellikle başka anti-demokratik toplumlarda Kuvvetler Ayrılığı’nın üçüncü ayağı olan Yargı’yı Tayyip Erdoğan’ın “Türk Tipi Başkanlık Sistemi”nin hizmetine almak daha çok sorun çıkarabilir, çünkü Yargı hem belirli bir eğitim ve bir uzmanlık gerektiren kadrolarla yürümek zorundadır; hem de bir ölçüde “ko-optatif” bir kendini- yenileme sistemiyle çalışır. Ama Tayyip Erdoğan bugün bütünüyle değilse de önemli ölçüde mesafe almış durumda. En azından, ondan aldıkları sinyallere göre iş yapan kadroları var, genel yapı içinde. Tayyip Erdoğan “Bu suçtur” diyor, hemen “suç” oluyor; hukukta yeri olsun olmasın, birtakım akıl almaz zorlamalarla davalar açılıyor, insanlar tutuklanıyor vb. Tayyip Erdoğan’a muhalefet etmenin adı ve adlî uzantıları da durduk yerde değişiyor ve ağırlaşıyor. Kavga patladığı anda “paralel” denilen örgüt bir süre sonra “darbeci”, daha bir süre sonra “Silâhlı Terör Örgütü” olabiliyor. Birileri casusluk yapıyor, ama kimin hesabına “casusluk” yaptıklarını kendileri de bilmiyor, biz de bilmiyoruz.
Bunlar, Yargı’yı da “uyum” alanına çektiklerinin kanıtı olarak günlük hayatımızı biçimlendiriyor.
Ama Tayyip Erdoğan yetinmiyor, “Başkan olmak istiyorum,” diye dayatıyor.
Başlıca çelişki, istediği ama hâlen kurulu olmayan sisteme göre fiilen iş yapıyor olması. Bunun hukukta karşılığı nedir?