Hürriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun, işten atılması halinde Emin Çölaşan’ın kılını kıpırdatmayacağını söyledi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Köpekleriyle yatan yazarlar var” cümlesinden sonra dikkatler Hürriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun üzerinde toplandı. Daha önce AKP’ye oy verenleri ‘Göbeğini kaşıyan adam’ cümlesiyle tanımlayan Coşkun, Vatan gazetesinin sorularını yanıtladı. İşte gazetede yayımlanan röportajın tamamı… Tayyip Erdoğan, Bekir Coşkun’a kızıp da “Bunlar köpekleriyle yatarlar” deyince “Bunun devamında ne olacak?” diye merakla beklemeye başlamıştım. Sonra geçen pazar, Coşkun’un köpeği Postal’ın ağzından Erdoğan’a verdiği cevabı okuyunca merakım yerini “Bekir Coşkun’la konuşmalıyım” heyecanına bıraktı. Haftabaşı hemen Ankara’ya gittim. “Karşıt fikirlerde olsanız, hatta birbirinize çok kızsanız bile çok iyi anlaşabileceğiniz bir ‘düşman’ olur Bekir Coşkun” diye düşündüm röportaj boyu. Çok samimi ve eğlenceliydi. Sanki Erdoğan da tanısa Bekir Coşkun’u ‘En iyi anlaştığım düşmanım’ der. Bu da onlar için benim benzetmem. Umarım kızmazlar. Kim bu yazılarınızda sık sık bahsettiğiniz göbeğini kaşıyan adam? Sadece AKP seçmeni mi? Tepkisi olmayan, sessiz, pısırık, beleşçi, avantacı, yağmacı, hırsızları hoş gören, çalsın ama iş yapsın diyen, kendisi de çalmaya bakan, şehirlere gelen, orman arazisine gecekondu yapan, kaçak elektrik kullanan, kaçak su kullanan, para kazansa bile vergi hayatında vermeyen, seçim geldi mi iki çuval kömüre, bir torba nohuta oyunu satan, asla başını kaşımayan ve gazete-kitap okumayan birileri bunlar. Kuran’da “Oku” emri vardır, “Sor ona” emri vardır. Bunları bile yapamayan... Üç şeyi ezberleyen; hamdolsun, şükürler olsun, Allah razı olsun. Hayatını bununla yürüten tiptir bu. Türkiye’nin başına beladır bu tipler. Her kesimde olabilir bundan. Sağı-solu yok. Meydanda Menderes’i alkışlayan, asıldığı zaman kafasını bile kaldırmayan, soru dahi sormayan insandır. Çok iyi tanırım ben göbeğini kaşıyan adamı. Uzaktan gelişinden tanırım. Bu adam Demirel’i 7 defa geri getirmiş adamdır. Erbakan’ı Başbakan yapmış adamdır. Hep aynı sloganı söyler bu: “Çalsın ama iş yapsın.” Gözü de devamlı avantadadır. Bunun eğitimlisi de vardır eğitimsizi de, sağcısı da vardır solcusu da, zengini de vardır fakiri de. Sırf çıkarı için, ihale için, köşeyi dönmek için siyasi iktidara yanaşmış adam da göbeğini kaşıyan adamın zengin olanıdır. ‘Bu adam tipi siyasi muhatap buldu’ Bu tipi ben de tanıyorum. Ama bu tip sizin de söylediğiniz gibi her dönemde vardı. Sizi bu denli rahatsız eden yeni şey ne? Türkiye’de 58 tane hükümet kurulmuştur, 11 defa Cumhurbaşkanı değişmiştir, Anayasa 7 defa değişmiştir, 30 defa parlamento değişmiştir. İki tane değişmeyen şey var, Türk toplumunun yapısı bu göbeğini kaşıyan adam, ikincisi de Türkiye’nin kara yazgısı. Bu ikisi birbirini çoğaltır hep. İnsanlar da bana sizin sorduğunuzu soruyor, “Niye toplumun bu yönünü diline doladın?” diye. Soruyorum ben de “Apartmanda yöneticinin yakıt parasını çaldığından şüphelenmeyen tek kişi tanıdınız mı, evinize gelen bir ustanın hiç arkasından ‘Süper iş yaptı, üstelik çok ucuz’ dediğiniz oldu mu, kooperatife girip de dolandırılmamış birini tanıdınız mı?” Eğer bunların üçünün de cevabı evetse, ben gazeteciliği bırakacağım. Buna hazırım. Bu bizim toplulumuz. Bu biziz. İnkâr etmeye gerek yok. Toplumda müthiş bir hastalık var. Bunu sorgulamak benim işim değilse kimin işi yahu. Gazeteciler bugüne kadar politikacılar gibi sürekli halk dalkavukluğu yaptı. Halkın bir bölümünü tenzih ediyorum ama çoğunluk göbeğini kaşıyan adamdır. Tekrar aynı soruyu soracağım izninizle, bu adamda kızdığınız yeni şey ne, dindar olması mı? Çünkü bu konuştuğumuz toplumsal yapı, çekiciliğini kaybetmiş, eski bir dert. AKP’ye oy vermiş dindar olmayan ya da oy vermiş aklı başında birçok dindar vardır, tenzih ederim onları. Mesele dindarlık değil. Evet, hep varlardı ama şimdi göbeğini kaşıyan adamın en çok gözüktüğü, en belirginleştiği dönemi yaşıyoruz. Nohutla fasulyeye oyunu satan adam. Çünkü çok iyi siyasi muhatap buldu göbeğini kaşıyan adam. Eskiden beri de vardı, zaten kirli siyasetin sürmesinin tek nedeni de bu. Hangi toplumda eli kanlı katili kahraman diye alkışlayan biri vardır. Siyasetçiler meydanda o adamın beklediğini biliyor, çıkıyor oraya utanmadan konuşuyor. ‘CHP’de bile genel başkan olmuş göbeğini kaşıyan adam var’ O halde yöneticiler mi acaba göbeğini kaşıyan adam... Bir tek AKP değil. Solda da var. Konuşturma şimdi beni, seçim geçsin, onları da açıklayacağım. CHP’nin içinde var, hatta bunlar arasında genel başkan olmuş olan bile vardır. Şimdi susuyorum. Ama göbeğini kaşıyan adam genel başkan bile olabilir. Siz Deniz Baykal’a çarşaf açılımı denen meseleden çok kızdınız değil mi? Nasıl kızmam? Şu anda Türkiye’de kimse olduğu yerden memnun değil, herkes başkasının yerinde olmak istiyor. AKP çağdaş gözükmek istiyor aslında, CHP de imamımsı gözükmek istiyor. Ulusalcılara bakın onlar da küreselci gözükmek istiyor. Zaten yeterince göbeğini kaşıyan adam var, toplumu aydınlatacak parti lazım. CHP buydu güya. Şok yarattı hepimizde. İnanmadığından eminim ama bilerek yaptı tabii çarşaf meselesini. Oy almak istedi. Ama görecek, geri tepecek bu. Oy-moy patlamayacak. Aranız nasıl şu an Deniz Baykal’la. Arkadaşınız aslında, oğlunuzun da nikâh şahidi diye okumuştum... Nikah şahidiydi evet. Çabuk küser bu. Küsünce de konuşmaz. Ama kindar değildir. Seçimleri atlatalım, CE-HA-PES rayına otursun, yine Balıkçılar Kahvesi’nde otururuz Deniz Baykal’la. 'Tayyip'in tek şansı, Baykal’ın tembel olması'Tayyip Erdoğan’la da kavga ediyorsunuz... Ben kavga etmiyorum. Tayyip Erdoğan’la kavga etmem. Çünkü bugün var yarın yok Tayyip. 30 senedir birçok cumhurbaşkanı, başbakan gördük, onlar gitti. Biz hâlâ varız. Tayyip de yarın yok. Ben artık inişe geçtiğini düşünüyorum. Yerel seçimlerde başarılı olsalar bile iniş süreci başladı. Grafik tepetaklak aşağı gidiyor. Bu bir kamuoyu araştırması sonucu mu yoksa sezginiz mi? Benim sezgim. AKP yakında ana muhalefet partisi olacak. Tayyip de bunun başkanı olabilir. O da biliyor bunu o yüzden gergin. Bütün insanların ortak tepkisidir bu, foyamız ortaya çıkınca kızmaya başlarız. Ben de, Andree beni yakaladığı anda hemen parlarım. Son bir deneme o işte. Tayyip Erdoğan da bunu yaşıyor. Gökten yolsuzluk yağıyor, pırlanta-altın ticareti işi çıktı, belediye başkanlarını her gün jandarma-polis topluyor. Davos’taki rüzgâr daha uzun sürer zannetti, tutmadı. Tayyip inişe geçti. O da bunu hissediyor. Tek gücü var, yerine oturacak kimsenin olmaması. Göbeğini kaşıyan adam olduğu kadar, bilinçli-akıllı da bir sürü insan var. Onlar Tayyip’ten umudunu kesti. Ama getirecek kimse yok. En büyük şansı bu zaten Tayyip’in. Deniz Baykal çok tembel. Yerel seçimler var, Tayyip 10 günde 10 yer dolaşıyor. CHP’nin umrunda değil. Deniz Baykal Brüksel’de. Erdoğan’la kavga etmiyorum diyorsunuz ama o size meydanlardan “Bunlar köpekleriyle yatar” diyor. Siz ona köpeğiniz Postal’ın ağzından yazı yazıyorsunuz. Anadolu’daki gazete tirajları belli. 30 adet gazete satılan yerler var. Tayyip meydanda kızgın, konuşuyor, onu dinleyen ne gazeteci kim onu anlıyor, ne niye kızgın onu biliyor. Tuhaf yani meydanlardaki hali. ‘Ciner çok büyük para teklif etti’ Ciner Grubu’nun çıkacak olan yeni gazetesinden size transfer teklifi geldi. Sonra ne oldu? Aslında bunu anlatmam doğru mu bilmiyorum ama herkes bir şey söylüyor, doğrusu bilinsin artık. Ciner Grubu’ndan teklif geldiğinde ben, “Daha gazete çıkmasına çok var, olabilir, görüşebiliriz” dedim. Açık söyleyeyim o sırada bende aslında hâlâ da Emin’in kovulmasından dolayı Hürriyet’e karşı bir güvensizlik, bir kırgınlık vardı. Bir gün aynı şey benim de başıma gelir endişesi. Hürriyet’in genel yapısı içinde, o yazar kim, bu yazar kim, Bekir Coşkun kim? Kenarda köşede unutulmuş insanlarız. Bütün bunlar beni kırdı-ezdi. O yüzden Hürriyet’ten ayrılmayı düşünüyordum. Fatih Altaylı Cunda’ya geldi, sözleşme dosyasını dahi getirmişti. Fatih arkadaşım, onunla çalışabileceğimi de düşünmüştüm ama hiçbir şey konuşmadık, o anlattı ben “Şu an Hürriyet’te çalışıyorum, sana bir şey diyemem, dersem Hürriyet’ten hemen ayrılmam gerekir” dedim. O da “Saygıyla karşılıyorum ama seni aramızda görmek istiyoruz” dedi. Sonra bir kez Ankara’da görüştük. Artık kararımı vermiştim, Ciner Grubu’yla anlaşacaktım. Ertuğrul’a haber vermek için İstanbul’a gittim. Çünkü daha önceden ona sözüm vardı, “Sana kazık atmayacağım” diye. Gittim “Bak Ertuğrul, sizin yapınızda gitme, sana şunu verelim yoktur, ben de bunu istemeye gelmedim zaten, sakın böyle algılama. Sadece sana verdiğim sözü kaldırmaya geldim. Senden izin istiyorum” dedim. Ertuğrul “Olmaz” dedi. Bütün Hürriyet üzerime geldi. Okuyucular da öyle. Sanki biliyorlarmış gibi otelin lobisinde karşılaştıklarım “Sakın Hürriyet’ten ayrılmayın” diyenler. “Bırakırsanız biz de bırakırız” diyenler. Bir de bir gün bir işadamı bana uçakta demişti ki “Servetimin yarısını veririm 10 gün sizin yerinizde Hürriyet’te yazmak için.” Bütün bunlar beni çok etkiledi. Ayrıca ekonomik kriz döneminde Hürriyet’i bırakıp gitseydim sadece para için gitmiş gibi olacaktım. Çok da büyük para vardı gerçi. Kalmaya karar verdim. Gitmek istiyorsam Ertuğrul’u hiç görmemem gerekiyordu, bir mektup yazıp odasına bırakıp kaçmam lazımdı. “Köpekleriyle yatar bunlar” sözü sizi üzdü mü? Beni çok rahatsız etti. İki hafta önce dedem ödül alırken yaptığı konuşma inanılmazdı. O konuşmayı yapan başbakanın, bir gazeteciye bu sözü söylemesi gerçekten tuhaf... Kırıldım, ağzı dili olmayan o hayvanları küçümsemesine. Bana. “İnsan sevmez, insanları aşağılar, hayvan sever hatta insanları köpekler kadar sevmiyor” demek istedi. Açık söyleyeyim, cevap vermekte zorlandım. Öteki tarafta bunun hesabını nasıl verecek bakalım. Bana ve hayvanlara haksızlık etti çünkü. “Halkı aşağılıyor” diyor benim için. Halkı seven, gözünü açmasını isteyen, halkın mutlu olmasını isteyen biriyim oysa ki. Tayyip Erdoğan düşüncesindeki adamlar bir hayvan yaşatmaktansa hayvan kesmeyi tercih eder. Niye Postal’a cevap verdirdiniz de kendiniz cevap vermediniz? O yazınızı eğlenceli buldum ama merak da ettim doğrusu? Ben her gün cevap veriyorum. Bir de pazar gününe denk geldi. Ben pazar günlerini ne olursa olsun, dünya yansa doğaya, hayvanlara ayırırım. O gün de ben zaten Postal yazacaktım. O zaman Postal savunsun kendini ben nasılsa savunurum dedim. Pako yaşasaydı bilge kişi olarak o cevap verecekti ama yok. Onun yerine Postal’a düştü bu görev. Suşi, ağır başlıdır konuşmaz, Çıtır dişi olduğu için söz ona düşmez. Postal cevap verdi. Terbiyesini de bozmadı. ‘Erdoğan yüzünden’ Bu mesele, göbeğini kaşıyan adam benzetmesi yüzünden mi çıktı? Bu benzetme artık sırtımda bir kambur oldu aslında. Altında ezilmeye başladığım bir benzetme olmaya başladı. Ben söyledim bunu ama beni ezmeye başladı, çünkü o kadar çok insan bunu başka yere çekiyor ki. Toplumda bunu anlamayan çok kişi var. Tayyip’ten duyuyor bunu, benden okuyarak bilmiyor. O yüzden halka küfür etmiş, halkı aşağılamış biri olarak biliyor beni. Ben halkı aşağılamak için söylemiyorum ki bunu. Ben halkla içiçe yaşayan biriyim. Lüks bir yerde göremezsiniz beni. Bayıldığım yerler var, Cunda’daki Balıkçılar Kahvesi, Taş Kahve. Beni bunlar çeker. Siz Urfalısınız değil mi? Kara Meydanı Mahallesi, Kara Camii’nin yanındaki karanlık sokakta, kara kaplı evde doğdum büyüdüm. Böyle bir yerden geldim. Ailem orada. Ben niye o halkı aşağılayayım canım. Ben bambaşka bir insan tipinden bansediyorum. Aziz Nesin o oranı vermişti, ben tam bilmiyorum ama halkımızın içinde göbeğini kaşıyan adam var. Bir partiyi tek başına iktidara getirebilecek kadar güçlüdür bu kesim. Bu kesim Türkiye’nin canına okuyan kesimdir. Abdullah Gül için de demiştiniz ki “Benim cumhurbaşkanım değil.” Hâlâ da diyorum. Bir kere Abdullah Gül, sanık. Daha önce milletvekili sonra da cumhurbaşkanı olduğu için dokunulamıyor. Kayıp trilyon davasından. Parti için hazineden alınan yardımın 1 trilyonu nerede bilinmiyor. Diğer iddia altında olan Erbakan. O hapiste -sonradan Erbakan’ı Abdullah Gül affetti- Sonra Abdullah Gül cumhurbaşkanı oluyor. Bu benim çok tepkimi çekti. Kabul edemiyorum bunu. Ayrıca yaşam biçimi ve dünya görüşü onun Türkiye’nin cumhurbaşkanı olmasını engellemesi gerekirdi. Siz onun eski laflarını bilir misiniz? Türk olmanın içeriğini anlatan laflara kızıyor, Avrupa Birliği’ne kızıyor. Kızıyor da kızıyor. Bunları söyleyen adam nasıl cumhurbaşkanı olur ya? Ayrıca Çankaya’da tesettürlü-türbanlı kadın olmaz. Gerçi kendilerine göre giyim reformu yaşadılar. Gerçi kara çarşaftan buraya geldiler. Sıkmabaş oldular. Daracık etekler, yüksek topuklar, yeşiller morlar. İç çamaşırı dükkanlarından çıkmayan türbanlılar dolu. Ben Abdullah Gül’ün değiştiğini ve bu değişimin samimi olduğunu düşünüyorum. Siz buna katılmazsınız sanırım? Bu adamların en büyük özelliği çabuk değişebilmeleri zaten. Fırsat olsa yine değişir bunlar. Ben öyle düşünüyorum. Ruh hallerini de anlıyorum aslında, hiç ummadıkları anda devletin başına geldiler. İktidar olmanın, büyük bir devletin başında olmanın çağdaş dünyadaki yerini ve nimetlerini gördüler. Artık değişmek istiyorlar bence de. Bazen benim aklıma geliyor, acaba kimse yokken ayna karşısında dans eder gibi figürler yapıyorlar mı, hanımlar türbanları çıkarıp aynanın karşısında kendilerine bakıyorlar mıdır? Bazen ben yaparım bunu, aynanın karşısında kafama külah geçirip acaba imam olsaydım nasıl olurdum diye bakarım. ‘Demirel’e de karşıydım ama artık o ulu önderimiz ve en iyi dostum’ En büyük tepkiniz... Çağdaş yaşam biçimini savunarak bir yerlere gelselerdi. Türk toplumunu Arap kültürüne ve Ortaçağ’a sürükledikledikleri için tepkiliyim. Demirel’e de karşıydım ben. Tansu Çiller’e de. Ben herkese karşıydım aslında. Ama şimdi en büyük dostum Demirel. Son günlerde ona bayılıyorum. Neredeyse bugünlerde ulu önderimiz oldu. Tayyip’le bunu yapmamız çok zor. İçinde yok çünkü bu duygular. Ama inanın Türkiye’de toplum çok değişti. Büyük şehirlerde yaşadığımız için bunu anlamıyoruz. Anadolu’ya bakın. Ayvalık Plajı’na kimler gelmeye başladı biliyor musunuz, tesettürlü kadınlar denize giriyor. Propagandayı çok iyi biliyor bunlar. Defileyle, modayla falan tesettürü hayatımıza soktular. Uzaktan bakınca çok güzel gözüken, albenili, tesettürlü kadınlar ortada dolaşıyor. Toplumu bozarsanız düzeltmek çok zor olur. Toplumun canına okudular. Bunlardan çağdaş Türkiye olmaz. Tıynetlerini biliyorum. Yapılarında yok, kimliklerinde yok. Bunlar klozet görünce kızıyorlar, taş istiyorlar. Danstan nefret ediyorlar, içki gördükleri zaman tahammül edemiyorlar. Geldiler, parlamentoda ilk su bardaklarını rakı bardaklarına benziyor diye değiştirdiler. O yaptıkları yardım bile toplumu biraz daha sadakacı, dilenci, avantacı yaptı. ‘İki kız kardeşim ile annemin başı örtülü. Onlara da çok yakışıyor’ Türbana şiddetle karşısınız. AKP’nin bunu kullanma biçimine, siyasetine tepki duymamak mümkün değil ama kafasını kapamak isteyen de niye kapamasın ki? Estetik olarak karşı çıkmayabilirdim ya da özgürlük anlamında destekleyebilirdim belki. Benim iki kız kardeşim ve annemin başı örtülüdür, hatta ablam hacıdır. Onlara çok da yakıştığını düşünürüm o kıyafetlerin. Ama siyasi simge haline getirmeleri her şeyi alt üst etti. Genç kızlarımızın hayatlarını mahvetti. Erbakan’la başladı bu. Çözülebilirdi üstelik. Tayyip Erdoğan veya Abdullah Gül hâlâ çözebilir bunu. “Başlarını açıyoruz karılarımızın, artık Türkiye çağdaş dünya gibi giyinsin istiyoruz” deseler, bir de resepsiyon verseler ben de koşarak giderim. Burada şaka yapıyor Bekir Bey demem lazım galiba, yoksa size yine çok kızacaklar... Avrupa Birliği meselesi de numaraydı. Sırf askeri müdahalelerin önünü kesmek için bir saçak altıydı. Yaşam biçimine, anlayışlarına aykırı bir kere. Kadınların özgür olduğu, kızların erkek arkadaşlarıyla el ele sinemaya gidebildikleri, akşamları işadamlarının birer duble bir şey içebildikleri ortamları bu insanlar sevmez. Bunların kafasındaki yaşam biçimi Arabistan. Gerçi ne Erdoğan ne de Gül bu ülkeye şeriat gelsin istemezler. Onların modeli farklı. Kuran’daki ayetleri yerine getirsek Tayyip Erdoğan’ın bir gün o koltuğunda oturmaması lazım. Yağmacıdan, hırsızlık iddiası altındakinden, avantacıdan, sanıktan iktidar olmaz. ‘Tutuklanan paşaların önünde saygıyla eğilirim’ Türban yazısı yazdığınız kadar Ergenekon’la ilgili yazmadığınıza dair bir-iki eleştiri okudum. Buna katılır mısınız? Ergenekon bir zihniyettir. Zaman zaman örgütlenmeler olmuştur. Bunlar kirli insanlardır. Bu zihniyet de ortadan kaldırılmalı, fakat artık Atatürkçüyüm diyen herkes bunun içerisine konuldu, buna karşıyım. Saydım, 30’a yakın yazı yazmışım bu konuda. Tanıdığım paşalar, askarler var tutuklananlardan. Yaşantılarını, duygularını biliyorum. AKP’ye, demokrasiye, çağdaş dünyaya bakışlarını biliyorum. Onların önünde saygıyla ayağa kalkarım ben. Şu an da dahil. 300 metreden boyunlarına atılıp yanaklarından öperim. O insanların içeride olması çok canımı sıkıyor benim. ‘Erdoğan’ın sonunu halkın yaşadığı korku ve baskı getirecek’ Hangi Paşa bu? Tolon Paşa. Babam öldüğünde gazeteye başsağlığına gelmişti. Yanında da bir-iki hanım vardı. O sırada mitingler falan düzenleniyordu. Bana bu işlerin askerle değil halkın kendi tavrıyla düzelebileceğini anlatmıştı o gün. “Ordudan kimse bir şey beklemesin, halk kendi tavrını koysun” demişti. Bu adamı bir süre sonra örgütçüsün diye içeri atmalarına şaşırdım. Darbe günlükleri, size bir şey ifade ediyor mu peki? Darbeler varsa günlükleri de olur herhalde, bilmem ki. Ne olur bu işin sonu? Herkes baskı altında. Halkın bu korkusu Tayyip’in sonu olacak. 'Her sabah 04.00 civarı rüyamda kovulduğumu görüyorum'İşten atılabileceğinizi düşündünüz mü siz de? Her gece saat 04.00 civarı aynı rüyayı görüyorum ben, kovulduğumu. Kalkıyorum yatağımdan salona geliyorum. Arkamdan Andree gelir. Anlar hemen. “Sana başka iş mi yok, üzülme” der sarılıp. Ben de burnumu çeke çeke “Haklı olabilirsin” derim. Yaşadıklarımızdan etkilenmediğimizi kimse söyleyemez. Ben çok alınganımdır. Özel hayatımda da böyledir bu. Beni atsalardı ben Emin gibi kızmazdım. Emin öfkeli. Kitap da yazmazdım ben. İçime kapanır, buralardan gitmek isterdim. Emin’le farklıyız biz. Siz bırakmayı düşündünüz ama.. Gece Hüsamettin Cindoruk’un evindeydik. Ben çok ciddi bırakmayı düşündüm. Hatta Hüsamettin Bey bana “Hayır, bırakma” dedi. 'Ben atılsam, Emin kılını kıpırdatmazdı'Emin Çölaşan’ın kovulmasından sonra da siz zor günler yaşadınız değil mi? Çok mu yakın iki arkadaşsınız siz gerçekten? Kanka değiliz. Rakibiz bir yerde. Dürüst olmak lazım. Grup çalışması yapamazsın gazetecilikte. Bireyseldir. Yazılarından dolayı kim kovulmuş olsa ben onun için de aynı tepkiyi verirdim Hürriyet’te. Ama beni atsalar Emin’in kılı kıpırdamazdı. Umrunda bile olmazdı. Ne diyeceğini de biliyorum “Bekirciğim geçmiş olsun. Olur böyle şeyler, üzülme, herkesin başına gelir” diyecekti. Bir daha da aramazdı. Yemin ediyorum böyle olurdu. Bu benim gerçek düşüncem.. Okuyucularımın bir kısmı da “Emin Çölaşan atıldı, sen de bırak” dedi. Ama buna en güzel cevabı Emin kitabında vermiş. Ona soruyorlar “Madem baskı vardı, sansür vardı. Siz niye bırakmadınız?” O da diyor ki “Kazanılmış cepheyi niye bırakayım?” Doğru demiş. Bıraksaydım. O günden beri neler oldu? Kim yazacaktı bunları? Hürriyet tiraj kaybetti mi Emin Çölaşan ayrıldıktan sonra? O günlerde tiraj kayboldu. Ama Başbakan’a minnettarım, bana “Çek git” dedi o günlerde. Bu sefer iş tersine döndü Hürriyet tiraj aldı. Aydın Doğan’ın Emin Çölaşan’a açtığı 50 bin TL’lik tazminat davasında siz Emin Çölaşan lehine tanıklık yaptınız. Daha sonra Aydın Doğan’la konuştunuz mu sonra? Ne Ertuğrul ne de Aydın Bey’le konuştum. Zaten rastlasam ben konuyu değiştiriyordum hemen. Aydın Bey bir kez bambaşka bir şey için aradı, bu konudan hiç bahsetmedi. Bunu “Sana kızmadım, ilişkimiz aynen devam ediyor” demek istedi olarak yorumladım. Bu yaşadığımız dünya medyasında bir ilktir belki. Bir gazeteci patronu aleyhine tavır koyuyor. Ben burada Ertuğrul Özkök’e ve Hürriyet’in demokrat tavrına güvendim. Ertuğrul’un beni burada destekleyeceğine inandım. Vicdanen, ne biliyorsam onu söylemek zorundaydım. Nohut-kömür alıp oy satanlara kızıyorum da kendim maaş alıyorum diye sussaydım onlarla aynı şeyi yapmış olurdum. Mahkemede ne dediniz siz? “Emin’e sansür uygulandı” dedim. Hakim de ısrarla “Size niye uygulanmadı?” dedi. “Bilmiyorum. Yazım tarzlarımız farklı, o yüzden herhalde” dedim. İki avukat çapraz sorguya tuttu beni. Belki başka neden de vardır hiç bilmiyorum, o ne. Ben aslında Emin niye kovuldu bilmiyorum, yemin ederim. Çıkamadım işin içinden. Bence Emin de Aydın Doğan da bunu bilmiyor. O psikolojinin sonucu öyle oldu.