'Ben eski bir kadın polisim, cop kullanmadığım için atıldım'

'Ben eski bir kadın polisim, cop kullanmadığım için atıldım'

İZMİR İZLENİMLERİ Mahmut Temizyürek

Ertuğrul Kürkçü’nün “mıknatıs”ından yararlanarak tanıdım Gülsüm Yurtsever’i. İzmir’de bir mola sırasında kafede yanımıza gelen bir kadın, Kürkçü’ye merhaba demek istedi. İncecik, orta boyla, orta yaşlı, esmer, kentli bir kadın.  Muhabbetle el sıkıştılar, kadın seçim için iyi dileklerini bildirdi ve ardından şu cümleyi ekledi: “Ben eski bir polisim. Cop kullanmak istemediğim için görevden atıldım.” Başarı diledi ve gitti. Kafenin yanındaki restoranda çalıştığını fark ettim. Gidip konuşmak istedim, kabul etti. Ama önce patronundan izin aldı, oturup sohbete başladık. Hikayesini dinledikten sonra, HDP’nin kastettiğinden anladığım “Büyük insanlık çağrısı” adına bunu paylaşmak, kendimden bir şey katmadan yansıtsam yeter, diye düşündüm.

Bingöl-Kiğılı; baba memur, İzmir’e yerleşmişler. Şimdi 52 yaşında. Aile kendisini Türk olarak tanımlıyormuş, Türk-Alevi. Ama hiçbir etnisitenin ve inancın Gülsüm Hanım’ın bilincinde hiçbir ayrıcalığı yok: “İnsan her yerde aynı insandır.” Bunu erkenden içselleştirmiş bir kültürde yetişmiş. Güvenli bir meslek arayışıyla polislik mesleğini seçmiş. Göreve başladığı yıllarda amiri Hüseyin Kocadağ. Daha da üst amir Mehmet Ağar. Kimseye karşı önyargısı olmadığı gibi onlara da yokmuş başlangıçta. Ama bu meslek deneyimi dünyanın ve bu ülkenin devlet eliyle nasıl bir kötülüğe maruz bırakıldığını gün gün tanıtmış Gülsüm Hanım’a. Ankara’da başladığı görevi sırasında trans kadınlara, telekızlara yapılan aşağılayıcı şiddete, yasal olmayan polis baskısına tanık olmuş.  Bunları gördüğünde mesleğini seçerken aradığı “güvenlik” duygusu sarsılmış ve giderek bir daha onarılamaz bir mutsuzluğa dönüşmüş. Elinde cop, üstünde yetki olanların homofobisinin nasıl bir canavarlığa dönüştüğüne tanık oldukça, dayanamayıp  tepkisini dile getirmeye başlamış. “Onlar da insan, onlar da kadın! Yasal olarak böyle davranmaya hakkımız yok!” cümlesini açık açık dillendirmeye başladıkça amirlerinin gözünde sakıncalı bir memura dönüşmüş. Birkaç sürgünden sıyrılabilmiş, ama asıl meslekten kopuş yeri Mardin- Nusaybin olmuş. Zorunlu görev nedeniyle atandığı Mardin’de, gece baskınlarında insanların polisten çektiklerine tanık olmaktan daha da öte, baskı yapılanların yoksulluğuna da tanık olmak, bu ülkenin nasıl bir yer olduğu artık onda kesin bir kanaate dönüşmeye başlamış. Bir gün bir genç kızı arama görevini yaparken kızın tepkisiyle karşılaşmış ve itişirken yere düşmüş. Komiserinin ona uzattığı copu anında  reddetmiş. “Ben kimseyi coplayamam!” Bu görevi komiser üstlenmiş ve kızcağızı “haşat” etmiş. Yalnız kaldığında kendisiyle hesaplaşma sırasında ekonomik nedenlerle meslekte kalma kararı gene de ağır basmış.

Alevilerle ilgili söylenen kötü sözleri de duymazdan gelerek görevine bildiği gibi devam etme kararı almış. Bir cezaevi görevi sırasında kadın tutuklulara iyi davranması, tutuklular arasında mektuplaşmaya da konu olmuş. Bir mektuptaki “Polisler arasında iyi insanlar da var. Gülsüm Yurtsever bize çok iyi davranıyor” notu, yetkililerin eline geçmiş ve derhal idari soruşturma açılmış hakkında.

Hâlâ yanıtını bulamadığı itham şu: “Irk ayrımı ve siyasal ayrım yapmak.” Gülsüm Hanım en çok bu ithama üzülüyor. “Suçlanabileceğim en ağır suçtu benim için” diyor ve ekliyor: “Çünkü ben insanlar arasında ayrım yapmamayı hayatımın odağına yerleştirmiş olarak yaşamayı seçmiştim. Bunda da taviz vermemeye kararlıydım. Nusaybin halkıyla kurduğum dostluk hayatımdaki en sahici şeylerden biriydi. Onların arasında yaşamaktan çekinmedim. Kimseden de bir kötülük görmedim.”

Altı ay sonra “meslekten ihraç” cezasıyla karşılaşmış. Ama dirençli bir insan olarak bunu kabul etmemiş. Dava açmış. İlk mahkeme lehinde sonuçlanmış ama kurum kararlı, üst mahkeme ihraç kararını kesinleştirmiş. Bu süreçte Mehmet Ağar’a ulaşmayı başarmış. Ağar, savuşturmuş Gülsüm Hanım’ı: “Bir şey çıkmaz bundan endişelenme” sözünü duymuş ondan. Güvenenemiş ona, bir kez de Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden’e ulaşmış. Kuru teselliden öte geçememiş Yekta Bey.

Türkan Saylan hayranıydım” diyor, “gittim Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne üye oldum.” Türkan Hanım’a hayranlığım bugün de devam ediyor, diyor, bizim aile Atatürkçüdür, ben öyle yetiştim. Ama söz ile işin farkını gördükçe bu denekten de uzaklaştım. CHP’ye oy verirdim, son iki seçimdir HDP’ye oy veriyorum.”

İhraç kesinleştikten sonra İzmir’e, baba ocağına dönmüş. “İçim rahattı” diyor, “beni meslekten atanların foyası o günlerde Susurluk’ta ortaya çıktı. Meslektaşlarımdan hemen hepsi ev bark, mal mülk sahibi olmuştu, ama benim hiçbir şeyim yoktu. Geldim; tezgahtarlık, hasta bakıcığı, bulaşıkçılık ve aşçılık gibi işlerde çalıştım. Çalışmaktan yorulmam. Şimdi gördüğünüz gibi burada hem bulaşık yıkıyorum hem de yemek yapıyorum. Başımı yastığa koyduğumda rahat uyumanın keyfinden başka bir şey de aramıyorum” diyor.

Ayrılırken elini öpmek istedim, izin vermedi, sarılıp ayrıldık.