"Ben olsaydım asla sahip çıkmazdım Zarrab'a, 'Ne hali varsa görsün' der, çekilirdim kenara"

"Ben olsaydım asla sahip çıkmazdım Zarrab'a, 'Ne hali varsa görsün' der, çekilirdim kenara"

Habertürk yazarı Sevilay Yılman, ABD’nin İran’a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla ABD’de tutuklu bulunan ve yargılama öncesinde itirafçı olarak ABD hükümetiyle iş birliği yaptığı iddia edilen Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab hakkında Amerikalı bir arkadaşının görüşlerini aktardı. Türkiye'nin 'bizim adamımız, milli davamız’ gibi ifadeler kullandığını ve bunun yanlış olduğunu söyleyen arkadaşı Anna İlhan'ın, "Ben olsaydım asla sahip çıkmazdım Zarrab’a ve ‘Ne hali varsa görsün’ der, çekilirdim kenara!” sözlerini paylaştı.

Sevilay Yılman'ın, "Alevilerin evlerinin işaretlenmesi ‘Provokasyon’ deyip geçiştirilemez!" başlığıyla (27 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Malatyalıyım biliyorsunuz... Ve 12 Eylül darbesinden 2 yıl önce başlayan olayları mezhebi dolayısıyla yani Alevi olduğu için dibine kadar yaşamış bir ailenin ferdiyim. Çok küçüktüm tabii... Bazı şeyleri tam hatırlamamakla beraber Malatya’da bir anda patlak veren o olağanüstü gergin havanın yarattığı puslu günler bugün bile aklımdadır hâlâ. Daha birkaç ay öncesine kadar Alevi’si, Sünni’si, Kürt’ü, Türk’ü, Ermeni’si bir arada huzur içerisinde yaşayan Malatya’nın, alçak provokatörlerin korkunç hamlesiyle nasıl bir anda cehennem ateşinin yakıldığı bir şehre dönüştürüldüğünü bu gözler gördü değerli okurlarım.

Demokrat Parti kökenli sağ muhafazakâr Hamit Fendoğlu’nun evine yollanan çikolata paketi süsü verilmiş bombayla sadece “Hamido” olarak tanınan belediye başkanı, torunları ve gelini değil, tüm şehir paramparça edilmişti.

Katliamın Aleviler tarafından yapıldığı spekülasyonuyla, neredeyse nüfusunun yarısı Alevi olan şehir bir anda allak bullak olmuştu. Biz küçükler sokaklarda bisiklet süremez, saklambaç oynayamaz olmuştuk artık. Evden dışarı çıkmamıza dahi izin verilmiyordu, çünkü küçük, büyük fark etmez şehir hiç güvenli değildi ve şehir artık Alevilerin yaşayabileceği bir şehir olmaktan çıkmıştı. Hemen her an şehrin dört bir yanında sürekli çatışmalar yaşanıyor ve hemen her gün birilerinin öldürüldüğü haberiyle sarsılıyordu aileler. Büyük iki ağabeyimin biri ortaokul, diğeri lisedeydi. Onlar okuldan dönene kadar annemin kapıda nöbet tuttuğu anlar gözümün önüne geliyor ve gerçekten kötü oluyorum. En sonunda iki ağabeyim okulda Alevi oldukları gerekçesiyle ülkücüler tarafından ağzı burnu kırılıncaya kadar dövüldükten sonra babam bir gecede toplattı tüm eşyayı anneme ve bizi de kamyonun arkasına bindirip İstanbul’a yolladı. Göç bir zorunluluk olmuştu artık Alevi aileler için, tanınmamaları gereken bir yerlerde yaşamaları artık kaçınılmaz olmuştu.

Uzatmayayım değerli okurlarım, sözü nereye getireceğimi herhalde anlamışsınızdır. Geçtiğimiz günlerde Malatya’da Alevilerin çoğunlukla yaşadığı bir semtte 1978 benzeri bir provokasyon yapıldı. Alçak olduklarından hiç şüphe duyulmayan ve hâlâ kimler olduğu belirlenmeyen bazı haysiyetsizler, 13 Alevi vatandaşın kapısına kırmızı çarpı koyarak yeni sürüm bir senaryoyla Malatya’yı birbirine katma girişiminde bulundu. Bulundular ama çok şükür karşılığını da alamadılar. Çünkü hem evleri işaretlenenler dahil tüm Alevi hemşerilerim hem de şehrin yönetiminden sorumlu belediye başkanı, polisi, valisi bu alçak provokasyona gelmeyerek gereken tepkiyi ve tavrı gösterdi. Neredeyse tüm partiler birlik ve dirlik içerisinde hareket ederek geçmişte oynanan bu oyunlara gelinmeyeceğinin çok net bir biçimde mesajını verdi. Bir Malatyalı olarak gurur duydum tüm Malatyalı siyasi hemşerilerimle. Buradan hepsine tek tek teşekkür ediyorum. Başta Belediye Başkanı Ahmet Çakır olmak üzere, CHP’li Milletvekili Veli Ağbaba’ya, MHP’li siyasilere ve tüm AK Partili vekillere...

Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere! Asıl söylemek istediklerime... Çok şükür bu provokasyon karşısında Malatya’da yaşayan yaşamayan Alevi’si, Sünni’si tüm hemşerilerim bir arada aynı ses tonuyla, aynı duygularla tepkisini gösterdi ama bazılarından aynı tavrı göremedik. Bırakın aynı tavrı görmeyi kâh köşelerinden, kah TV’deki programlarından bu olayı basit bir provokasyon şeklinde okuyup basitçe ele alıp ve basitçe yorumlayıp “Yav işte provokasyon! Uzatmayın daha fazla! Kapatın gitsin konuyu!”diyenler oldu. Olay kesinlikle provokasyon, o konuda hemfikiriz ama tehlikesi olmayan, tehlike arz etmeyen basit bir mesele gibi okunması noktasında katılmıyorum o kişilere! Hiç kimse bu olayı basit, lokal bir mesele gibi okuyamaz! Okumaya hakkı yoktur! Kusura bakmasınlar ama onlar yaşamadı Malatya’da geçmişte bu tür provokasyonların nasıl sonuçlara sebep olduğunu. Biz yaşadık ve biz biliyoruz bu işler öyle basit masit diye geçiştirilemez. Bu olay 1980 öncesi yapılan provokasyonların yeni sürümüdür ve bu provokasyonları kimin ya da kimlerin yaptığını bulmadan, ortaya çıkarmadan da olayın tamamen bertaraf edildiğini düşünemeyiz. Kimse kim! Kimlerse kimler ama herkes kafasına şunu soksun: Bu olayın gerçek failleri bulunacak ve o failler de kamuoyunda muhakkak ifşa edilecek! Anlaştık mı?

*************

Bir ABD'linin Zarrab olayına bakışı

Dün esasen Amerikalı olan ama uzun zamandır Türkiye’de yaşayan“bacım” Anna İlhan ile birlikteydim. Eşi Türk olan Anna’nın nasıl bir Türkiye, özellikle de İstanbul âşığı olduğunu birkaç kez anlatmıştım sizlere. Epeydir görüşememiştik ve dün hasret giderdik. Amerika ile Türkiye arasında yaşanan gerginliğe canı çok sıkkın. Çok üzgün. Bir yandan ABD’ye, kendi ülkesinin tavrına ateş püskürüyor, bir yandan da Türkiye’ye kızıyor. Katılırsınız, katılmazsınız ama şöyle diyor Anna:

“Zarrab ilk gidişinde zaten anlaşmalı gittiği belliydi. Ben bir Amerikalı olarak bile adamın Türkiye’ye kazık atmak gayesiyle ABD’ye gittiğini anladım ama Türkiye bunu anlayamadı. Şimdi itirafçı olmuş, tanık programı gereği tanık olarak davaya dahil olacakmış falan filan. Olsun! Ne söyleyecekse söylesin! Şu kesin ki söyleyeceklerinin çoğu yalan olacak. Çünkü maksadı kendi paçasını kurtarmak olan bu durumdaki bir adamın bunu yapacağı kesin. Söyleyecekleri, anlatacakları ne olursa olsun... Esasında bu Türkiye’yi, Türk devletini bağlamaz ama artık bağlıyor, çünkü Türkiye enteresan bir biçimde başından beri bu adama sahiplik etti! ‘Bizim adamımız, milli davamız’ gibi ifadeler kullanıldı. Yanlış yapıldı. Ben olsaydım asla sahip çıkmazdım Zarrab’a ve ‘Ne hali varsa görsün’ der, çekilirdim kenara!”

İlginç değil mi bu yaklaşım ama tam Amerikan kafası işte!